Home page
Haber Menüsü


Resimlerdeki efsane Marlene
Eski Alman filmlerindeki geleneksel rolleriyle Berlin’den Hollywood tanrıçalığına yükselen Marlene Dietrich’in yaşamını belgeleyen fotoğraflar ‘Marlene Dietrich. Resimlerdeki Efsane’ başlıklı bir sergiyle izlenime sunuluyor.
NTV-MSNBC
    6 Nisan—  8-29 Nisan tarihleri arasında Sergilenecek fotoğraflar İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyasına karşı Amerikalıların yanında yer alarak askeri birlikler için gösteriler yapan Dietrich’in ülkesinde yol açtığı hayranlık ve nefret duyguları arasındaki tezatın bir göstergesi. Paris’teki evine çekilmesi ve fotoğrafının çekilmesini yasaklaması nedeniyle ünlü yıldızın yaşlılığı gizli kalan sanatçının bu fotoğrafları, 1960 yılında Avrupa ve Almanya’yı dolaştı.  

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 
“ŞİMDİ ÇEK FOTOĞRAFI, GEORGE”
       Amerikalı fotoğraf sanatçısı George Hurrel, otuzlu yılların ortalarında, Hollywood’da bir stüdyo buluşması için Marlene Dietrich’i bekliyordu. Joan Crawford, Bette Davis veya Katherine Hepburn gibi yıldızlar, ‘Şuh kadın’ fotoğrafları ile tanınan Hurrell’in ışık ve atmosferi algılayıştaki hünerine kendilerini gözleri kapalı bırakıyorlardı ama Marlene Dietrich öyle değildi. Stüdyoya girer girmez boyu büyüklüğünde ve çekim yapacak kameranın yanında duracak olan bir ayna isterdi.
       Hurrell’in söylediğine göre, “Işık ona yukarıdan, tam başının üzerinden gelmeliydi. Böylece o bunu aynadan kontrol edebiliyordu. Kendi pozlarını verir ve sonra şöyle derdi: “Şimdi çek fotoğrafı, George”. Eğer işini iyi yapamazsan, işte o zaman kıyamet kopardı. Kendi fotoğraflarına bu kadar istekli yaklaşan başka birisini daha tanımadım.”
       
MARLENE DIETRICH VE KAMERA
       Bu gizli saklı bir ilişki ya da yabani romantik bir skandal değildi; mücadele, hırs, kontrol, kapsamlı bir bilgi ve demir gibi bir iradeyle yoğrulmuş bir ilişkiydi. Marlene Dietrich’in biriktirdiği 15000 civarında fotoğrafın hemen hemen hepsi mükemmel bir durumda ve bunların arasında kendi kontrolü altında çekilmeyen bir tane bile yok. Dietirch, bu formasyona uymayan resimleri yırtmış ama buna rağmen saklamış. Bu eşsiz koleksiyon sadece ben merkezli bir yıldızın ihtirası değil, bir çalışma arşivi, bir başarı kanıtı ve onun yüksek kalite talebinin bir belgesi olarak niteleniyor.
       
‘MAVİ MELEK’İN KEŞFİ
       Avusturya asıllı olan ve Amerika’da yaşayan yönetmen Josef von Sternberg artık çok da genç sayılmayan ve az tanınan aktristi Berlin’de ‘Mavi Melek’ için keşfetmişti. Sternberg’in seçimi için, UFA’da birlikte çalıştığı bir arkadaşının, “Güzel bir poposu var, ama yüz güzelliği de gerekmez mi ?” diye yorumda bulunduğu söyleniyor. Marlene Dietrich, ‘Mavi Melek’ ten önce Alman sinemasının, gündelik konuları işleyen geniş yelpazeli konvansiyonlarında sürtük, hüzünlü, baskıya maruz kalmış biri, fena kadın veya hafif meşrep gibi karakterleri canlandıran bir oyuncuydu.
       Onun Berlin’deki ilk dönemlerine ait resimleri, görkemli fiyonklarla veya beyaz bir boneyle süslenmiş saçları olan ve Alman ev kadını idealine oldukça uyan, tombulca halini gösteriyor. 1929’da ‘Bayan Sevgililer, Saflar’ başlığı altındaki bir sanat yıllığında orta yaşlı, vasat bir kadın edası ve dumanlı bakışlarıyla arzı endam ediyor. Giysisinin ve vücudunun nasıl etkileyici olacağını çok iyi bilen Dietrich, “Sternberg benim etrafıma, çok hacimli görünmemem için hep şişman kişileri yerleştirmişti” diyor.
       Sternberg, seyircinin dikkatini, bilinçli ışık efektleri, doğal ton oyunları ve optik atraksiyonlarla dağıtıyordu ve bu şekilde hem klasik, hem de modern bir erotik tanrıça sahneliyordu.
       
FRAKLAR İÇİNDE BİR KADIN
       Hollywood’da ahlaki kavramlar daha dar bulunuyor ve erotik kışkırtmalar da buna uygun bir biçimde daha ustaca yapılıyordu. Marlene Dietrich çevirdiği ilk Amerikan filmi olan ‘Morocco’ (Fas) da Amy Jolly rolünü oynarken, sahnede üzerinde etek yerine hot pants (bir tür pantolon) giyiyordu. Asıl kışkırtıcılık ise, Marlene Dietrich’in erkek giysileri içerisinde görünmesinde yatıyordu. Bu şekilde Hollywood’un ahlak anlayışında öngörülmemiş bir biçimde bir tabuya dokunulmuştu. Marlene Dietrich ‘Morocco’ da siyah bir frak giydi ve böylelikle ne yapacağı önceden tahmin edilemeyen, hem erkekler hem de kadınlar için çekici, suni bir tip çizdi. Bu kostüm içinde son derece laubali bir şekilde, gece kulübünün bir bayan müşterisini öpmesi, hele de bundan sonra stüdyonun dışında da erkek giysileri içinde görünmesinin nasıl bir şaşkınlık yarattığı bugün bile az görülen türden. Hollywood’da bir yıldızın huysuzluğu olarak görülen bu durum, New York’ta ve öncelikle de Amerikan taşrasında ahlak açısından bir öfke doğurmuştu.
       
TEKNİK MÜKEMMELLİK
       1932 yılında çevrilen ‘Şangay Expresi’ Dietrich/von Sternberg ikilisinin ‘Mavi Melek’ ten sonraki en tanınmış filmiydi. Sternberg artık sadece çekimleri denetlemekle yetinmiyor, sanatçısının yayınlanan bütün fotoğraflarını da kontrol ediyordu. Sternberg daha sonraları çok da haksız olmadan “Marlene, ben buyum” diyecekti. Marlene Dietrich ‘Şangay Expresi’nden sonra rejisörüne “Yarattığı sanatçıdan yaratıcısına” imzalı bir resim hediye etmişti. Yaratılan sanatçı ustasından çok çabuk bir şeyler öğreniyordu. Sternberg ‘Şangay Expresi’nde gizemli, anlaşılması imkansız modern bir kadın tanrıça vizyonunun kesin bir görsel ifadesini yakalamıştı. Hemen başının üzerinden yansıtılan ışık, mükemmel gölge oyunları ile şekillenen bir yüz; aynı anda hem gözden uzakta, hem oradadır. Neredeyse içilip bitirilmiş ve külü her an düşecekmiş gibi duran sigara tekrarı mümkün olmayan anı tespit etmekte. Film çalışması ve şuh kadın resimleri zahmetleri ürünün kendisinde görülmeyecek olan sıkı bir çalışmanın ve teknik mükemmelliğin sonucu.
       
DOĞALLIĞA VE AMAÇSIZLIĞA YER YOK
       Beş profesyonelden oluşan bir ekip -ayrıca bu çalışma fotoğrafını çeken kişi- Marlene Dietrich’i büyük bir palmiye ağacının altında gösteren bir resim serisinin çekiminde çalıştı. ‘Desire’ (Arzu) adlı filmde kamera tıpkı bir ışın topu gibi, bir çukurda akılları başlarından gitmiş ve çok da aşıkmış gibi görünmeyen bir şekilde birbirine sarılmış Gary Cooper/Marlene Dietrich çiftinin üzerine çevrilmiş durumda. Bu resimler Show dünyasının kurbanlarını anlatan resimler olabilirdi ama aslında Marlene Dietrich bir kurbandan başka her şeydi.
       Işık ve poz vermeden oluşan mizanseniyle Josef von Sternberg’in onu filmlerinde uluslararası bir şuh kadın yıldız yapması, Marlene Dietrich’i fotoğrafçı ve rejisörlere kuşaktan kuşağa bir ders olarak sundu. Marlene Dietrich kendi niteliklerini ve bunların fotoğraflara nasıl yansıması gerekeceğini biliyor, aslında kafasında kurguladıklarını da böylece gerçekleştiriyordu, burada fotoğrafçı olarak ister Cecil Beaton, Edward Steichen, Laszlo Willinger, Horst P. Horst, isterse de diğer ünlü isimler olsun, hiç fark etmezdi. Fotoğrafçıların profesyonellik açısından nitelikli oluşları sadece Marlene Dietrich’in ihtişamını artırmaya, onun suni görselliğini daha da ustalıklı olarak işlemeye katkıda bulunuyordu. Onun sisteminde doğallık, kendiliğinden oluş ve amaçsızlığa yer yoktu.
       
“BENİ FOTOĞRAFLAYARAK ÖLDÜRDÜLER”
       Marlene Dietrich, ‘Marlene’ isimli biyografik filmi için fotoğraflarını çekmek isteyen Maximilian Schell’in girişimini seksenli yılların sonlarında “Beni fotoğraflayarak öldürdüler” diyerek geri çevirdi. Kamera her zaman Dietrich’in sadık bir hizmetçisi oldu; fotoğrafçıları üslup iradesinin bir yamağı gibi görüyordu. Fotoğraf onun ‘Marlene Dietrich’ imajını kontrol ettiği ve kamu oyunun bilincine kazıdığı bir aracısı halini almıştı. Sahne alışlarının son yıllarında, bu imaj her şeyden önce vücudunun ve yüzünün doğal yaşlanma süreci üzerindeki hakimiyet olarak sürmekteydi. Bu dişi Dorian Gray’in yansıyan görüntüsünün Marlene Dietrich’in gerçek yüzünde kendini göstermeye başlamasıyla, yani vücudun ve yüzün çöküşü üzerindeki hakimiyetini kaybetmeye başlamasıyla birlikte artık fotoğraf çektirmeyi bıraktı.
       
MARLENE PARAVANLARIN ARDINDA
       Uyanık bir haberci, ölümünden kısa bir süre önce yaşlılığı ilerlemiş bir kadınının Paris’teki evinin önünde tekerlekli sandalyede fotoğrafını çekmiş ve bu resimleri büyük meblağlara dergilere ve günlük gazetelere, yaşlanmış Marlene Dietrich’in ilk ve tek resmi olarak satmıştı. Ama resim sahteydi, bu kadın, kendisini ısrarcı habercilerin kameralarından korumak için çok daha önceden evinin pencerelerine paravan yaptırmış olan Marlene Dietrich değildi.
       Röportajlarda, telefonlarda ve Maximilian Schell’in kendisiyle çevirdiği filmde artık sadece sesini duyuruyordu ve bu ses sanki başka bir dünyadan, efsanelerin, geçmiş zamanlarda kalan ve adeta zamansız bir ihtişamın dünyasından geliyordu. Bu ses kendi kurduğu hayal müzesinin geniş kapısını da aralıyordu. Ernest Hemingway “O sadece sesi ile dahi birilerinin kalbini yerinden oynatabilirdi” diye yazmıştı.
       
MARLENE DIETRICH VE ALMANYA
       Almanya’da ise Marlene Dietrich ismi İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok sert tartışmalara neden oldu. Kırklı ve ellili yılların ahlaki değer kavramlarına karşı o bir karşıtlıktı. Erotik olarak serbest, kendinden emin, kendi kurallarından başkasına kulak asmayan, bununla birlikte ünlü, zengin ve uluslararası bir yıldız olması, bütün bunlar bile onun provake eden ihtişamı içinde Alman ahlak, örf, onur ve meziyet anlayışlarına ters düşüyordu.
       Propaganda bakanı Joseph Goebbels’in Almanya’ya geri dönmesi için yaptığı girişimlere direnmiş, bunun yerine İkinci Dünya Savaşında Amerikan birliklerini sahne gösterileri ile desteklemişti. Onun “Ben bunu erdemlilik adına yaptım” şeklindeki basit açıklaması, Nazi döneminde her türlü erdemi bir kenara bırakıp, savaştan sonra artan refahın tadını çıkarmayı bu davranışlarının haklı bir göstergesi olarak gören o kuşak için bir aşağılanma etkisi yapmıştı.
       Marlene Dietrich ve Almanya, Marlene Dietrich ve Berlin, bu ilişki Alman tarihinin yenilgilerinde sevgi ve kin, öfkeli bir reddediş ve gizli bir hayranlıkla bezenmiş ve renklenmiş bir ilişkiydi. 1960 yılındaki Almanya turnesi açık protestolarla karşılandı; Düsseldorf’ta cadde ortasında ona tükürüldü. 1997’de Berlin’de bir caddeye Marlene Dietrich adı verilecekti; bugünlerde bu konuyla ilgili olarak Marlene Dietrich’in Berlin ve Almanya için ne yaptığı, ya da yapmadığı tartışılmakta. Yine de cevap çok basittir: o Prusya eğitimine sadık kaldı ve dünya sahnelerinde, filmlerde ve hayatında Almanya’dan sürülen kültürü temsil etti.
       
ALMAN SİYASET VE KÜLTÜR TARİHİNİN BİR PARÇASI
       Böylece Marlene Dietrich sadece ışık ve pozdan, takı ve sesten oluşan bir sanat eseri, filmlerin, sahnelerin ve erotik ustalık sanatının ölümsüz yıldızı değil, Alman siyaset ve kültür tarihinin bir parçası oldu. Bu nedenle Berlin Eyaleti 1993 yılında Marlene Dietrich’in kızı Maria Riva’dan, geride kalan eşyaları elde etti ve Alman Kinemathek Vakfına yenilenmesi ve tamamlanması için devretti. Bu miras 2000 yılı yaz aylarında Potsdamer Meydanındaki yeni tesis edilen Film Müzesinde diğer koleksiyonların yanında sergilendi. Marlene Dietrich’in yaşamını ve medyayı kontrol ettiği bütün disiplininin bir icabı olarak ajandasında hayatının hedefleri arasında müzede bir köşe elbetteki yoktu. Eğer bu kendisine hayattayken teklif edilecek olsaydı, kesinlikle Berlinli üslubu içinde tersleyerek: “Saçmalık, hayır, olmaz bu” diye cevap verirdi, ama buna rağmen kendisi ve şehri ile gurur duyardı.
       Werner Sudendorf
       Sergi
       8-29 Nisan 2003
       Galeri Dürer
       Galip Dede Cad. 85 - Tünel
       Sergi Pazartesi-Cuma saat 10.00 - 18.00 arası gezilebilir.
       
 
       
    TOP5 38. Rotterdam Film Festivali başladı  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları