Home page

Haber Menüsü


 
Spor, sinema ve güzel vücutlar
 
Spor karşılaşmalarının yapıldığı yerlerin bir film setinden hiçbir farkı yoktur aslında. Oyuncular oyunu ‘kuralına göre’ oynarken, onları yönetenler set dışında ‘en güzeli’ hayal ederler.
 
Utku Erişik
NTV-MSNBC
 
22 Şubat—  İzleyicilerle anlam kazanan bu ‘gösteri’den sonra, kimi zaman alkış sesleri yükselir, kimi zamansa ‘yuhlar’... Son maçına çıkan bir sporcu, son filmindeki SON yazısı arkasından adının akışını izleyen bir film yıldızı gibi biraz gurur, biraz mutluluk ve biraz hüzün ile doludur...

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Spor denince 1930’lu yıllarda, adına başvurulan bir isim vardır: Pierre de Coubertin… Fransız Coubertin’in ‘Sporcu ve Sinema’ adıyla kaleme aldığı yazısına tutalım kameramızı önce:
       “Sporda hataları düzeltmek ve denetim altında alabilmek için en etkin yöntem hareketi izlemektir. Sporcu ancak antrenörünün ve oyun arkadaşlarının gözlemlerine dayanarak hatalarını görebilir. Oysa bir sporcunun yaptığı hataları kendi gözleri ile görmesi kadar yararlı bir şey olamaz. İşte sinema burada devreye giriyor. Mükemmeli yakalamak için sporcunun ve kameramanın birlikteliği kaçınılmaz.”
       Bir maçın yaklaşık on beş kamerayla kayda alındığı bugün, bir golü, bir faulü ya da topla oynanmayan bölgede geçen herhangi bir ‘kafa atma’ olayını istediğiniz açıyla izlemeniz mümkün… Fakat, ne yazık ki, oturduğu ‘geniş’ koltuktan kendisinin pilot kameradan ancak yakalayabildiği bir ofsaytı maç sırasında göremediği için hakeme hakaretler uçuran ‘dar’ görüşlü yorumcuları izliyoruz bugün… Söz sinemadan açılmışken, bu ‘dar’ görüşlüler için bir film çekmemiz gerekiyor: ER MAN’ı Kurtarmak!..
       Varol Ürkmez… Önce Altay, sonra Beşiktaş ve sonunda da Galatasaray futbol takımlarının kalesinde devleşmesiyle ulusal takım kaleciliğine dek yükselen bir futbolcumuzdur. Türk futboluna ‘panter kaleci’ terimini sokan kişi de denilebilir. Futbol maçlarındaki kaleci kimliğinden kaynaklanan ‘hareketsiz’liğinden yakınmış olmalı ki, futbol dışındaki yaşamını magazinel gelişmelerle hareketlendirmeye çalışır Ürkmez; bir gazetenin salt spor değil, bütün servislerini ilgilendiren gelişmelere imza atar. Saha içindeki huysuzluğundan dolayı, futbol dünyasının ‘Şikeci Varol’u bile olur. Bir Altay-Fenerbahçe maçı sırasında Lefter’in sert bir vuruşla attığı topu ünlü ‘panter’ uçuşuyla yakalar Şikeci Varol. Bu durum, bakın Lefter’i nasıl çileden çıkarır:
       “Bre hakem bey! Burada maç mı oynuyoruz, yoksa film mi çeviriyoruz? Şu Varol denen adama baksana, kaleci değil aktör...”
       Böyle demesi boşuna değildir Lefter’in; çünkü o anda stadyumda gerçekten bir film çekilmektedir!.. İçinde o maçtan görüntüler de olan filmin adı ‘Şekerli misin Vay Vay’dır ve Şikeci Varol hem bir maçta hem de bir filmde aynı anda oynamaktadır…
       Sinemamızın Çirkin Kral’ı deyince Yılmaz Güney; Taçsız Kral’ı deyince Ayhan Işık gelir akla hemen. Oysa futbolumuzun da Taçsız Kral’ı vardır. Galatasaray’ın unutulmaz golcüsü Metin Oktay, bir gün kamera karşısına az önce biten maçı soluk soluğa yorumlayan bir ‘oyuncu’ olarak değil de, soluk soluğa geçen yaşamını anlatan futbolcu bir ‘oyuncu’ olarak geçer. Filmin adı da TAÇSIZ KRAL’dır. Kral’ı filminde, Gönül Yazar, Ayten Gökçer ve Ajda Pekkan gibi dönemin güzel yıldızları yalnız bırakmazlar. Atıf Yılmaz’ın ‘teknik direktörlüğünü’ üstlendiği filmde, Metin Oktay’ın Galatasaray’dan ve ulusal takımdan arkadaşı Baba Gündüz takma adlı Gündüz Kılıç da oynar.
       Futbol tarihimizin Taçlı Kralı da vardır... O, Metin Ağabey’i gibi yakışıklı ve karizmatik görüntüsünü beyaz perdeye düşürmez. Düşürmez ama, kimi yorumcuların hâlâ söylediği gibi, beyaz perdeden birine kaptırdığı gönlü yüzünden çoğu hayranının gözünden düşer. Tanju Çolak, ister Galatasaray’ın, isterse diğer takımların taraftarlarının ortak sevgilisi iken, bir film yıldızı ile birlikte olmaya başlar. Tanju’nun eşi ve çocuğunu TV kameraları karşısında ağlarken gören halk, tepkisini hem Tanju’ya hem de sevgilisi Hülya Avşar’a gösterir. Önce, gösterilen aşırı ilgi ve sevgiden dolayı sokağa çıkamayan Tanju, sonra, gösterilmesi olası tepkilerden dolayı çıkamaz sokağa. Spor haberlerinin ‘altın ayakkabılı Avrupa gol kralı’ iken, magazin haberlerinin Bodrum’da üstsüz güneşlenirken yakaladığı Hülya Avşar’ın yanındaki ‘çapkın’ oluverir. Ailesinden kopmasına neden olan bu olay, bir başarı öyküsünün nasıl dibe vurduğunun veya vurdurulduğunun en açık kanıtıdır. Çevreden gelen baskılara dayanamayan (!) Hülya Avşar da bırakınca Tanju’yu, bu kez ağlayan, Taçlı Kral olur.. Geçtiğimiz yıllarda, Tanju’nun yaşamının da filmi yapılmak istendi; ancak Hülya Avşar kendisinin de -doğal olarak- konu olacağı bu filme, artık bir ailesi olduğu için karşı çıktı...
       21 Şubat 2003 tarihli Sabah gazetesinde yer alan bir haber, bir başka ‘güzel vücudun’ futbolcu gafını ortaya koyuyordu. “Sahte Lukunku Ebru’yu Avladı!” başlığıyla verilen haber şöyle sürüyordu:
       “Ebru Şancı’nın Galatasaray’ın yeni transferi Lukunku sanarak beraber olduğu genç sıradan bir çıktı... Ünlü futbolcularla adını duyuran çıplak manken Ebru Şancı’ya hayatının şokunu yaşatan olay şöyle gelişti: Lukunku’nun yirmi gün önce Galatasaray’a transfer olduğunu duyan ve ona ikizi kadar benzeyen bir Nijeryalı, bu benzerlikten faydalanıp lüks barlarda boy göstermeye başladı. Gittiği yerlerde Lukunku diye krallar gibi ağırlanan genç, geçtiğimiz gece Ebru Şancı ile tanıştı. Geceyi Lukunku sandığı gençle geçiren Ebru, ertesi gün gerçek Lukunku’nun lig maçı için Bursa’da olduğunu öğrenince şoka girdi. Şancı, rezillik olmasın diye olayı sakladı.”
       Bu ‘şok’tan sonra sanırım Ebru, spor haberlerini daha sıkı takip edecektir. Özellikle, hangi İstanbul takımının o hafta deplasman maçı nedeniyle İstanbul dışına çıktığını daha dikkatli öğrenecektir. Ya da her sakallının dede olmayabileceği gibi, her zencinin de Lukunku olmayabileceğini ‘acı bir deneyim’ karşılığında görecektir!..
       Sinemaya ‘şok’ bir dönüş yapıp geri dönersek, “Yazımızı bitirmeden anlatmazsak olmaz!” diyeceğimiz bir öykü çıkar karşımıza. Üstelik tam da vücut güzelliğinin sinemadaki yeri ve önemini konusunda anlamlı bir öyküdür bu...
       30 Temmuz 1947’de Avusturya’nın Graz kentinde ‘güzel vücutlu’ bir bebek doğar. Ailesi, yokluk içindedir. Dünyanın her köşesinde olduğu gibi, burada da yoksulluk, şiddetini en çok çocuklara hissettirir. ‘Küçük’ insanların büyük yaşam kavgaları arasında ‘hırsla’ büyür bu bebek. İstekleri karşısında her olumsuz yanıt alışında daha da hırslanır ve eleştirmenlerin bir sanat yapıtından çok, bir şiddet ürünü olarak nitelendirdiği dev vücudunu büyük uğraşılar sonucu daha da geliştirir. Bu dev ve biçimli vücutla katıldığı yarışmalarda birkaç kez Mr.Universe ve Mr.Olympia ünvanlarını elde eder. Bununla da yetinmez; Pumping Iron (Ağırlık Kaldırmak) adlı belgesel bir film yapar 1977’de. Bu film ile, Hollywood’un kapısı ardına dek açılır. Şiddet filmlerinin yapımcıları, yapılan bütün film hileleri ve makyajlara rağmen böyle bir vücut yaratamamaktan yakınırken karşılarına yüzde yüz ‘doğal’ bir ‘ürün’ çıkınca, teklif üstüne teklif yağdırırlar. Her öğün karnını nasıl doyuracağını düşünerek geçirilmiş bir çocukluktan, Hollywood’taki film teklifi amacıyla verilen yemeklerin onur konukluğuna bir geçiş öyküsüdür onunki. Filmlerle gelen çuval dolusu paralar ve o çuvalı sırtlayıp çocukluğuna doğru yürüyüşe geçen duygusal bir adam...
       Doğduğu kent halkının onu unuttuğunu hiç sanmam!.. Rastlantı bu ya, iki yıl önce Galatasaray futbol takımımız Şampiyonlar Ligi’nde Strum Graz ile aynı gruba düşer. Graz kentinde, maçın oynanacağı stada bakan gözler, bu başarı öyküsünün kahramanının adını görürler: Arnold Schwarzenegger Stadyumu...
       
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları