Home page
Haber Menüsü


Güncelleme: 17:06 TS 22 Ağu., 2000
Eleştiri: Alayın Kızları
Mucize Özinal’ın romanında yedi genç kızın yaşadıkları, ülke tarihine denk düşen olaylarla anlatılıyor.
M. Salih Polat
NTV-MSNBC
    7 Ağustos—  Çalıkuşu’nun Feride’sinin bile yadırgandığı bir kıta parçasında, “yedi dağ çiçeği”nin kendi eksenleri etrafında dönüp duran birer Feride olmaya soyunmaları kolay anlaşılmayacaktır elbette ama kalemini zarif gergeflere ve iğne oyalarına denk düşüren Mucize Özinallar’dan daha çarpıcı mucizeler beklemek de, o sınır kasabasında ömür tüketenler dahil herkesin hakkı olsa gerektir.  

   
 
       
    MSNBC News KİTAP ELEŞTİRİLERİ
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 
HÜZÜNLÜ BİR MEMLEKETİN ACIKLI HİKAYESİ
Alayın Kızları/ Mucize Özinal / Roman, Can Yayınları, 142 sayfa

       “O fotoğraf bir 23 Nisan günü çekilmişti. Hepimiz alayın bahçesindeydik, tören giysilerimizle. Ayşen külkedisi pelerinini çıkarmamıştı daha. Gülay’ın beyaz laboratuvar önlüğü üzerindeydi. Alayın revirindeki sıhhiye erlerinin önlüğüydü aslında. Güzin, palyaço olmuştu. Yüzünü kırmızı bir tebeşirle boyamışlar, kırmızı lastik bir topu kesip burnuna takmışlardı. Fotoğrafta lastik topu incecik parmaklarıyla gösteriyordu. Gönül resmin kıyısında gölgeliydi. Yok gibi, yahut hemen çıkıp gidecek sanki resimden. Cahide’yle Mine yan yana duruyorlardı. İkisi de gözlerini gökyüzüne çevirmişlerdi. Ben kısa dik saçlarım, kalın camlı gözlüklerimle hemen seçiliyordum. Gazozlarımız bardaklarımızda köpürüyor ve biz açılan objektiften hayata bakıyorduk.”
       Birinci tekil şahıs ekinin koyu gölgelerine yaslanarak bize fotoğrafı anlatan Zeynep dahil tam yedi kişiydiler, “yedi dağ çiçeği.” Kenarları kıvrık bir fotoğraf karesinden baktıkları hayatın kendilerine neler hazırladığını öğrenmeleri pek de uzun sürmeyecektir doğrusu, “cennet vatan”ın kerâmeti kendinden menkul şartları dolayısıyla. Umutları, umutlarına firketelerle iliştirdikleri günübirlik telâşları hafif-meşrep âşıklar gibi kayıp giderken avuçlarından, fotoğrafa davranıp “yedi dağ çiçeği”ne yedi çağrı mektubu gönderen kişinin Zeynep olması hiç de şaşırtıcı değildir bu nedenle.
       Ne yazık ki, bir nevi “son yemek”e benzeyen çağrıya, “Alayın Kızları”ndan sadece iki kişi icabet edebilecektir: Zeynep ve Cahide.
       Üçüncünün yani Ayşen’in lobideki yalnızlığı karşılıksız kalacak, Gülay’dan gelen, “Hudut Alayının kızları, sizler kadar cesur değilim, bağışlayın” diyen telgraf da resepsiyonist kız tarafından buruşturulup çöpe atılacaktır. Artık isimleri bile lâzım olmayan diğerleri ise o solmaya yüz tutmuş fotoğraf karesinde kalacaklardır ebediyyen.
       
“BİLGİNLİK BİLİME, BİLGELİK YAŞAMA AİT BİR ŞEYDİ”
       Hayatın savurduğu “yedi dağ çiçeği,” önemli bir kısmı kendi iradeleri dışında dayatılan koşullar yüzünden, memleketin tarih ve coğrafyasının alfabesi olmaya soyunmuşlardır bir süre sonra. Sınıf atlama çabalarıyla atbaşı giden sınıfsız toplum idealleri, aşkların kıyısına dokunup geçmelere paralel bir biçimde seyreden aşktan taşra düşme vaziyetleri sürekli örselemektedir birbirini.
       Tıpkı, ülke tarihinin romanın kurgusuna denk düşen zaman diliminde önüne çıkan her türlü iradeyi örselediği gibi...
       Bu nedenle, “son yemek” bile “Alayın Kızları”nı bir araya getiremez ne yazık ki. Çünkü, hiçbir şeyin başka türlü yaşanamayacağı daha başından bellidir. Karın kokusunun bile bir tuhaf olduğu Toprakkale adlı o sınır kasabasında okula giderken bindikleri kızakta belirlenmiştir sanki dört bir yana dağılacakları zaman içinde. Dağılmakla kalmayıp savrulacakları, tutunma çabalarının kimi kez hoyrat erkekler, kimi kez de hoyratlıkta erkekleri bile aratmayan memleketin yüksek karar erbâbı tarafından geriye itileceği de gün gibi ortadadır. Yüksek idealler cephesinde olduğu gibi, yüksek idealliler cephesinde de yalnız bırakılmışlardır.
       Gerçi yazarımız, “Acı, her zaman kadınlara yaşamı duyumsatır, yaşama daha fazla bağlanır kadınlar; erkeklerse karşılaştıkları ilk acıyla koparlar yaşamdan” diyerek keskin bir dönemece işaret etmektedir etmesine ama “yaşama daha fazla bağlandıkları” pek o kadar da doğru değildir aslında.
       Benzer yollardan geçerek bu ülkede büyüyen herkes kadar hüzün sıradağları tarafından kuşatıldıkları yetmezmiş gibi, bir de kendi kuşkularıyla besledikleri ilişkileri, ilişki biçimleri vardır çünkü.
       “Son yemek”te bile bir araya gelememeleri biraz da bundandır zaten.
       (Not: M.Salih Polat’ın diğer kitap eleştirileri için lütfen yukarıdaki link’i tıklayın)
       
       
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları