Home page
Haber Menüsü


Güncelleme: 16:07 TS 10 Ağu., 2000
Eleştiri: Yitik Bir Aşkın Gölgesinde
Mehmed Uzun’un romanı, sürgünde gelişen bir bilincin romanı olarak da görülmeli.
M. Salih Polat
NTV-MSNBC
     Yaşar Kemal’in kaleme aldığı “Çiçeği Burnunda Bir roman” başlıklı metne de, o metinde geçen “Kürtçe yazarak, Türkiye dışında da, sanıyorum ki, birkaç Kürtçe roman, şiirler yazılmıştır” türü tuhaf cümlelere de öyle çok fazla takılmanın âlemi yok. Hatta, çevirmen Muhsin Kızılkaya’nın “not”una veya ona “Kürtçe’de bir roman yazacak kadar kelime var mı?” diyen “hepimizin tanıdığı gazeteci”nin tuhaflığına da aldırmayın. İlinden, dilinden, gülünden ayrı düşürülenlere âşina bir yürek taşıyorsanız eğer, Memduh Selim’in “yüzyıllık yalnızlığı” sizi de elinizden tutup bir başka kıyıya sürükleyecektir mutlaka.  

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 
GURBETİ YURT EDİNENLER
       “Evet, yaptığım bir dengbejlik (anlatıcılık) ama bugüne uygun bir dengbejlik. Böyle bir üslubun olmasına özen
Yitik Bir Aşkın Gölgesinde / Mehmed Uzun / Çeviren: Muhsin Kızılkaya / Gendaş Yayınları, 256 sayfa

       gösterdim. Bu üslubun bence günümüz dünya edebiyatı için örnek olabilecek özellikleri var; okuyucu karşısındaymış gibi anlatıyor. Okuyucu ile diyalog kurabilmek, onun içine, ruhuna ulaşabilmek bence çok önemli. Dünya edebiyatı bunu yitirmiş durumda genellikle. Çok fazla soyut, çok fazla karışık, okuyucuyu uzaklaştıran, öyküye, anlatıya girmesini engelleyen teknikler, üsluplar var. Ama edebiyat insanlar için bence. Eğer bu müthiş komünikasyon toplumunda, edebiyatın, sözün bir yer sahibi olmasını istiyorsak...” diyordu Mehmed Uzun Aktüel Dergisi’nden Defne Asal’a yaptığı açıklamada ve ilginç saptamalarla devam ediyordu:
       “... binlerce yıldan beri süren geleneğe bakmamızda yarar var. Bu gelenek bizi yeniden insanlaştıracak, insanlığımızı hatırlatacak. Ama tabii bunu artık bir dengbej gibi söyleyemeyiz. Bugünkü destanlarımız insanın karmakarışık ruh halini de anlatabilmeli, daha dinamik olmalı. Anlatıma daha günümüze uygun anlamlar ekleyebilmeli.”
       
SÜRGÜNDE GELİŞEN BİLİNÇ
       Benzer bir bilinci, “yeni roman”ın Batı’da değil, Türkiye, İran, Hindistan veya Pakistan gibi ülkelerde doğacağını söyleyen Salman Rüsdhie de taşıyor. Taşımakla da kalmayıp Türkçe’ye yeni çevrilen “Geceyarısı Çocukları”nda olduğu gibi bir güzel de uyguluyor. Dikkatli okur, adını bu kadar ayân-beyan koymasa da Amin Malouf’un da, adını ayân- beyan koyarak Rafik Schami’nin de aynı şeyi yaptığını hatırlayacaktır hemen. Üstelik, siyasi yargılara kurban gitmiş bulunan Salman Rusdhie dışta tutulacak olursa, diğerlerinin edebiyat okuru tarafından bu kadar benimsenip sevilmesinin gerisinde de bu “anlatıcı” geleneğini, yani çocukluğumuzdan beri bildiğimiz, gölgesinde serin rüyalar gördüğümüz 1001 Gece Masalları geleneğini sürdürmeleri yatıyor. Bu nedenle tanıdık geliyor bize, bu nedenle hemen öykünün içinde hissediyoruz kendimizi ve bu nedenle uzunca bir süredir tıkandığı söylenen roman türü için bir umut ışığı olarak kabul ediliyor.
       Kendisini bir “dengbej” olarak tanımlayan Mehmed Uzun da, söz konusu geleneği Kürtçe’de başarıyla uygulayan bir isim. Ancak, tıpkı saydığımız diğer isimlerde olduğu gibi, Mehmed Uzun da, adı anılan geleneğin bilincine “dışarıda” varan bir yazar. Hatırlatmak belki lüzumsuz ama gerek Amin Malouf, gerek Rafik Schami, gerek Salman Rusdhie, gerekse Mehmed Uzun, Doğu kökenli olmalarına rağmen bir başka dilin ülkesinde yaşayan insanlar.
       İnsanın kendi içine veya doğduğu toprakların dışına sürgün edilmesiyle, anadilinin öte yakasına sürgün edilmesi, bu bakımdan pek de farklı kapılara çıkmıyor. İngilizce yazan Rusdhie, Fransızca yazan Malouf, Almanca yazan Schami ve İsveç’te anadili olan Kürtçe’de yazmayı tercih eden Mehmed Uzun, netice itibariyle ortak bir anlatım tekniğinde buluşabiliyorlar.
       
“AŞKIN OKUNMAZ KIYILARI”
       İşte tam da bu nedenle, Memduh Selim’in İstanbul, İskenderiye, Beyrut, Şam, Halep ekseninde gelişen sürgün sevdası, okuyucuyu da kendisine dahil etmekte gecikmiyor. Çünkü şu veya bu gerekçeyle sürgünü tanımayan, sürgünden payına ya da hissesine düşeni almayan hemen hiç kimse yoktur şu bereketli topraklar üzerinde. Osmanlı’da başlayan ve Cumhuriyet tarafından tevarüs edilen en sağlam geleneklerden biridir bu. Türk veya Kürt, Ermeni veya Rum, sağcı veya solcu, müslüman veya ateist olmanız pek de önemli değildir bu açıdan bakıldığında. Rüzgârın ne zaman yön değiştireceği ve yön değiştirince kimi önüne katıp sürükleyeceği akşamdan sabaha denilebilecek bir süratte değişebilir çünkü...
       Vanlı Kürt aydını Memduh Selim, bütün türkülerin tanık olduğu bu sürgünün şafağında, hayatı yaşanılır kılan dört sesten söz etmektedir buğulu bir rakı kadehine bakarak: “Yüreğin sesi, kadının sesi, müziğin sesi ve suyun sesi.” “Yüreğin sesi”nin ülkeye, “kadının sesi”nin dile, “müziğin sesi”nin yalnızlığa ve “suyun sesi”nin ölüme yargılı olduğunu akıl edemeyenler için sıradan bir tesbittir bu. Zaten, Memduh Selim de, bu tesbiti yaptığı Beyoğlu akşamında değil, yıllar sonra bir başka gurbet akşamında farkedecektir hangi sesin hangi sese baskın çıktığını. Bir süre sonra da kaçınılmaz bir biçimde “sesin sese suskunluk olduğunu...”
       
       
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları