|
İki yazının da pek çok ortak noktası var, zaten onları tartışacağım, ama önce başka bir ortak noktadan başlayacağım: Küçümseme, hafife alma, basitleştirme. Erdal Güven şöyle diyor yazının başında: İşin felsefi tarafına girmeyeceğim. Beni aşar zaten. Bir nosyon olarak savaşa karşı çıkmamak mümkün değil. Ama iş realiteye gelince durum değişir... İşin felsefi tarafı, bir çırpıda kenara atılabilecek bir şey değildir ve boş bir zamanımızda guşe-i uzletimizde veya kendi küçük Olimpos dağımızda geniş geniş lafzi geviş getirme değildir. Ayrıca, felsefe lüks değildir. Felsefi deyip, gerçeklerden kopuk, bu dünyanın değil de kendi özel dünyasının özel konularını, özel bir biçimde ele alan nafile bir uğraşı ima ederek, o felsefi tarafı hafife almayı teşvik edemeyiz. İşin felsefi tarafını göz önünde tutmak zorundayız, derinlemesine düşünmek zorundayız. Erdal Güven, felsefi tarafı gözden çıkardığı için muhakeme zaafları gösteriyor yazısında. Aynı hafifseme Gündüz Aktanda başka türlü tezahür ediyor. Şöyle başlıyor yazısına: Görüntü kötü. Bir komşu ülkeye dünyadaki tek süper güç askeri harekat yapacak, bizden üs ve asker istiyor, biz de katkımız karşılığında Ne alırsak kardır mantığıyla pazarlık ediyoruz. Olay bu kadar basit mi? O da işin felsefi tarafı ile ilgilenmiyor, Görüntü kötü diyor. Görüntüyü kurtarırsak mesele yok yani. Nitekim, Olay bu kadar basit mi diye sorup sıraladığı şeyler, olayın basit olmadığını kanıtlamaktan ziyade, görüntüyü kurtarmaya yönelik. Aktan, Amerika Birleşik Devletlerinin Iraka neden saldıracağını tartışmıyor bile, saldırma gerekçelerine bile değinmiyor neredeyse. ABDnin saldırma iradesini bir veri olarak kabul edip Türkiyenin savaşa katılmasına gerekçeler türetiyor. Erdal Güven ise sanki ABDnin saldırı nedenlerini düşünüyormuş gibi yaparak daha kötü bir şey yapıyor. Şöyle diyor: Eğer ABDnin Afganistanı, Orta Asyaya çöreklenmek için vurduğunu düşünüyorsanız size diyecek bir lafım yok. Ya da ABDnin Irakı Ortadoğu petrolünü ele geçirmek için vuracağını... Bağırıp çağırmaya devam edin. Biraz tuhaf bir tartışma yöntemi. Bushça bir mantığa dayanıyor: Başka bir şey söyleyeni yok say, aşağıla onu, ak-kara ikilemine oturt... Böylece, mesela ben ve benim gibi düşünen dünyadaki yüzbinlerce kişi boşuna bağırıp çağırmaya devam edelim. (Zaten öyle oluyor; karşı çıkma ve karşı çıkıştan sonuç alma bakımından boşuna bağırıyoruz tabii, ama tartışma, fikir teatisi bakımından karşınızdakini bir hiç yerine koymak insana kötü ünler kazandırır.) Neyse, hadi beni ciddiye almıyor Erdal Güven, petrol filan dediğim için, bari The Economist dergisine kulak versin. Kapitalizmin yılmaz ve fütursuz savunucusu olan bu dergi, Irakta savaşı da açık ve net olarak savunuyor ve ABDnin Iraka müdahale için esaslı sebeplerinden birinin petrol olduğu tesbitini yapıyor. Erdal Güven, tek ama tek nedenin 11 Eylül 2001in yinelenmesini önlemek olduğunu söylüyor. Burada da Bushça bir düşünce derinliği seziyorum. Bir şeyin yinelenmesini önlemek için ilk yapılması gereken, o şeyi yapan sebepler üzerinde düşünmek, bu sebepleri tesbit etmek olmalı. ABD bunu yapmadı ve sadece Noam Chomsky, Alexander Cockburn gibi Amerikalı zındıklar tarafından değil, Avrupalı politikacılar tarafından bile eleştirildi. İkinci adım olarak, ABDnin 11 Eylül 2001den sonra dünya üzerinde yürüttüğü ve bundan sonra yürüteceği faaliyete ve bunları tanımlayan meşhur Bush Doktrinine eğilmekte fayda var. Bushça bir analiz kabiliyetiyle yazılmış olan bu doktrinin izinden gidilerek daha salim bir dünyada yaşayabileceğimizi mi düşünüyor Erdal Güven? Erdal Güven de, Gündüz Aktan da Saddam Hüseyinin günahlarını sayıp döküyor. Haklılar. Hatta az bile söylemişler; hepsini sayıp dökmeye sütunları yetmezdi zaten. Pek iyi de, kimin umurunda bunlar? Erdal Güven, Saddam BM Güvenlik Konseyi kararlarının gereğini yerine getirseydi bugün bunları tartışıyor olur muyduk diye soruyor. Cevabını da veriyor: Hiç sanmıyorum. Ben sanıyorum, hatta eminim. Bushun kendisi, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, yardımcısı Paul Wolfowitz, Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice defalarca ilan etti ki, Irakta rejim değişikliği istiyorlar. Güvenlik Konseyi kararlarına uysa da Saddam Hüseyin rejimini değiştirmek istiyorlar. Wolfowitz, geçen hafta Ankarada da NTV Ankara temsilcisi Murat Akgüne verdiği mülakatta açıkça söyledi bunu. Erdal Güven, yazısının sonunda soruyor: Savaşa evet ya da hayır demeden önce düşünmek lazım: Son ve tek çare mi, hizmet ettiği amaç meşru ve adil mi? İşte ben de zaten bunların tartışılması gerektiğini söylüyorum, ama felsefi tarafı bir yana bırakıp, savaşın sebepleri ve amaçları üzerine kendinden başka türlü düşünenleri de Bağırıp çağırmaya devam edin deyip çöp tenekesine attıktan sonra düşünmek lazım demek ne demek? Geriye düşünecek kimse bırakmamaktır bu. Güven, savaşa hayır demenin son tahlilde Saddam Hüseyine evet demek olduğunu söylüyor. Ben o Bush doktrininin dünyamız için son derece tehlikeli olduğunu düşünüyorum; oradan salim bir yere çıkılamaz. Dolayısıyla Irakta savaşa evet demenin bu tehlikeli doktrine, hali hazırda bütün dünyaya yayılmış terör ya da kutsal savaş, ne derseniz deyin, irili ufaklı bir sürü ateşi harlayan ABDdeki siyasi iradeye evet demek olduğunu düşünüyorum. Ne Saddam Hüseyine, ne de Busha evet. İkisine de hayır! Zaten, Saddam Hüseyin rejimini de aynı zihniyet besleyip büyütmedi mi? (Californialı bir aktivistin Ben asıl ABDdeki rejimi değiştirmek istiyorum dediğini hatırlatayım. Will Durst, The Case for California Secession, alternet.org) Savaşa hayır diyenleri geç kalmakla, sadece savaşa hayır demekle yetinmekle eleştirmek daha doğru geliyor bana. Erdal Güvenin de dediği gibi, binlerce insan, çocuk öldü Irakta 1991den beri. Ambargolar yüzünden. Evet, Saddamın da suçu vardı bunda. Saddam kullandı ambargoyu, ABD ambargolarla halkımı öldürüyor dedi. Saddam kullandı, ama ABD güdümüyle uygulanan ambargo da öldürdü. Birçok Avrupalı ve Amerikalı en azından 1990ların ortalarından itibaren eleştirdi ambargo politikasını tam da bu yüzden. Hem işe yaramıyor, hem insanları öldürüyor diye. Unicef rakamlarına göre 500 bin çocuk öldü, beş-yüz-bin-çocuk! Evet, Batılılar eleştirdi, son verin dedi, kampanyalar açtı... Yanıbaşımızdaki bir ülkede insanlar ölürken biz bir şey yapmadık, demedik... Gündüz Aktan da, 1991de Amerika Bağdatı alsaydı, bugün birçok sakıncaları olan bu harekata gerek kalmayacaktı diyor. Kullandığı terime dikkatinizi çekerim, Amerika Bağdatı alsaydı... E, peki o zaman ABDnin gerekçesi neydi Iraka saldırmak için? Saddamın Kuveyti almasıydı. Durumun tuhaflığını ortaya koyan bir noktaya daha işaret edeyim: Erdal Güvenin dediği gibi, Elbette en sağlıklısı, ülkelerde değişimi iç dinamikler yönlendirmeli. Ancak, iç dinamikler bir noktada tıkanabiliyor. Değiştirmek deyince, doğru, bir şey dışarıdan değiştirilebilir. Ama bazı şeyleri dışarıdan uzanan bir el yapamaz, iç dinamik gerekir. Dahası, yaşamak, hatta dönüşüm ancak içselleştirmekle mümkündür. İnsanlar söyleşir, söyleştirilmez mesela; sevişir, seviştirilmez... Demokratikleşme de böyledir. Bir düşünün, demokratikleşme deriz, demokratikleştirme demeyiz. Ama Gündüz Aktan demokratikleştirme diyor. Irakın demokratikleşmesinden bahsetmiyor, demokratikleştirilmesinden bahsediyor. | ||||
İsrail hücum botu Gazze kıyısını vurdu | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||