|
|
14 Kasım Sihirli perde olarak da tanımlanan sinemanın Türk insanının hayatına girdiği 14 Kasım 1914ten bu yana geçen 88 yılda, Türk Sineması yaklaşık 6 bin filme imza attı. 1966 yılı, 239 filmle rekora imza atarken, 31 film çekilen 1991 yılı, sinema tarihinin durgun yılları arasında yerini aldı. |
Türk sineması 88 yaşında |
|||
SİNEMANIN TÜRKİYEYE GİRİŞİ VE İLK YILLAR Türkiyenin sinema ile tanışması, Yedinci Sanatın tarihi kadar eskidir. Yani, 1896 yılında Lumieres Kardeşlerin sinematograf adını verdikleri ilk sinema aygıtını keşfetmelerinden hemen sonra olmuştur. Bu dönemde, Lumieres Kardeşlerin dünyanın dört bir yanına belgesel çekimi için gönderdikleri ekiplerden birinin Türkiyeye uğradığı sanılıyor. Öte yandan, yine ilk film gösterimi de sözünü ettiğimiz tarihe denk düşmektedir. 1896da, Sarayda II. Abdülhamit için bir film gösterimi düzenleniyor. Ardından İstanbulda, İzmirde ve (o dönemde Osmanlı topraklarına dahil olan) Selanikte ilk sinema salonları açılmaya başlıyor. | |||||||||
|
Türkiyede, bilinen ilk film çekiminin Makedonyalı Manakis Kardeşler tarafından gerçekleştirildiği çeşitli tanıklıklarla doğrulanmıştır. Ancak, bir Türk tarafından çekilen ilk film, Birinci Dünya Savaşının başlamasının hemen sonrasında, 14 Kasım 1914 tarihinde gerçekleşmiştir. Fuat Uzkınay tarafından çekilen bu belgesel Yeşilköyde (Aya Stefanos), Osmanlı-Rus savaşının sonunda imzalanan ve ulusal onuru zedeleyen bir antlaşmanın anısına dikilen abidenin yıkılışını görüntülemiştir. Söz konusu film, Aya Stefanos Rus Abidesinin Yıkılışı adıyla bilinmektedir. Birinci Dünya Savaşı boyunca Türkiyede sinema adına sürdürülen çalışmalar, savaş koşulları nedeniyle Ordu bünyesinde yürütülmüştür. Bu dönemde, Ordu Film Dairesinin oluşturulması ile birlikte, savaşla ilgili, Başkomutanı ya da Padişahı konu alan belgeseller çekildi. İlk konulu filmin çekimi de aynı tarihlere denk düşmektedir. Ordu Film Dairesinin bir dönem yöneticiliğini yapan, Türkiyede ilk sinema salonlarının açılmasına önayak olmuş Sigmund Weinberg, Milli Operet Kumpanyasının repertuarında yer alan, Molierein ünlü Zoraki Nikah adlı oyunundan yapılan bir uyarlamayı Himmet Ağanın İzdivacı adıyla filme çekti. Bu filmi, Türk basınında yakın tarihimizin önemli simalarından Sedat Simavinin çektiği Pençe ve Casus isimli filmler izledi. Türk sinemasında ilkler 88. yıl kutlamaları I. DÜNYA SAVAŞININ ARDINDAN Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşından yenik çıkmasıyla birlikte, Orduya ait her türlü silah, mühimmat ve ekipmanın işgal kuvvetlerine devri zorunlu olunca, Ordu Film Merkezi elindeki tüm olanakları Malul Gaziler Cemiyeti adıyla kurulan, bir bakıma paravan bir kuruluşa devretti. Dolayısıyla, Türkiyede sinemanın ilk yıllarına ait faaliyetler bu cemiyetin çatısı altında sürdürülmeye başlandı. |
||||||||
Dönemin başlıca özelliği, askerî belgesellerin yanısıra, bir miktar müsamere mantığı ile de olsa ilk konulu filmlerin çekilmesi ve daha önemlisi Türk halkının sinema sanatına yabancı kalmayacağının ilk işaretlerinin oluşması.
|
Türk sinemasının yaşadığı ilk sansür olayı da bu dönemde gerçekleşti. Fuat Uzkınayın Mürebbiye isimli filmi, işgal güçlerine göndermeler içerdiği gerekçesiyle yasaklandı. Halk tarafından ilgiyle izlenen konulu filmler arasında özel bir yeri olan üç filmlik Bican Efendi dizisi de (Bican Efendi Vekilharç, Bican Efendi Mektep Hocası ve Bican Efendinin Rüyası) yine Malul Gaziler Cemiyetinin olanakları ile çekilmişti. Anadoluda Milli Mücadelenin başlamasıyla birlikte Malul Gaziler Cemiyeti elindeki ekipmanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine devretti ve bu olanakla birlikte Kurtuluş Savaşı yıllarında bazı önemli belgesellerin çekimi gerçekleştirilmiş oldu. Ele aldığımız bu dönemin başlıca özelliği, askerî belgesellerin yanısıra, bir miktar müsamere mantığı ile de olsa ilk konulu filmlerin çekilmesi ve daha önemlisi Türk halkının sinema sanatına yabancı kalmayacağının ilk işaretlerinin oluşmasıdır. Kurtuluş Savaşının zafere ulaşmasıyla birlikte sinemaya dönük faaliyetler de yeni bir ivme kazandı. 1922 yılıyla başlayıp, Türk sinema tarihinde Tiyatrocular Dönemi olarak adlandırılan; dahası neredeyse bütünüyle Muhsin Ertuğrulun damgasını taşıyan ve 1939 yılına kadar uzanan bir evre böylece başlamış oldu. TİYATROCULAR DÖNEMİ (1922-1939) Muhsin Ertuğrul, Türk sinema tarihindeki en önemli birkaç köşetaşından biridir. 17 yıl boyunca (1922-1939) Türk sinemasına yapımcı, yönetmen, senarist ve oyuncu olarak hizmet vermiş; bu özellikleriyle (sinema sanatı açısından eleştirilecek yanları olmakla birlikte) Türk sinemasının ilk harcını atmıştır demek herhalde abartılı olmaz. Sinemaya ilişkin ilk deneyimlerini Fransa ve Almanyada edinen Muhsin Ertuğrul, 1922 yılında Kemal ve Şakir Seden Kardeşlerle anlaşarak ilk film stüdyosunu kurmaya karar verir. Nitekim, Haliçte Orduya ait Defterdar Mensucat Fabrikasının bir pavyonu kiralanarak stüdyo haline getirilir. |
||||||||
Bu dönemde ilk kez kadın oyuncular kamera karşısına geçti ve 1939 yılında çıkarılan Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname sayesinde devletin sinemaya yasal düzeyde ilk müdahalesi gerçekleşti.
|
Stüdyonun kuruluşundan sonra, Muhsin Ertuğrulun ilk çektiği film İstanbulda Bir Facia-ı Aşk ya da diğer adıyla Şişli Güzeli Mediha Hanımın Facia-ı Katlidir. Bu filmi, Boğaziçi Esrarı, Ateşten Gömlek, Kız Kulesinde Bir Facia, Leblebici Horhor, Sözde Kızlar izler. Büyük çoğunluğu edebiyat uyarlamaları olan bu filmler içinde Ateşten Gömlek en dikkate değer olandır. Halide Edip Adıvarın romanından uyarlanan Ateşten Gömlek, Kurtuluş Savaşının hâlâ sıcak olan heyecanını yansıtmakta olduğu kadar akıcılığı ve sağlam oyunculuğu ile de Türk sinema tarihinin ilk önemli yapıtı olarak tanımlanabilir. Filmin bir başka özelliği de, ilk kez Türk kadın sanatçıların (Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir) bir sinema filminde rol almalarıdır. 1924-28 yılları arasında çalışmalarını tiyatro üzerinde yoğunlaştıran Muhsin Ertuğrul, 1928 yılında İpek Filmle anlaşarak yeniden sinemaya döner. O dönem için hayli büyük bir rakam olan 15 bin kişi tarafından izlendiği sanılan Ankara Postasının ardından Kaçakçılar ve İstanbul Sokaklarındayı çeker. İstanbul Sokaklarında aynı zamanda Türk sinemasının ilk sesli filmidir. 1932 yılına gelindiğinde, Muhsin Ertuğrul uzun süredir tasarladığı projeyi hayata geçirme fırsatı bulur: Türk sinemasında daha sonraki yıllarda çekilecek olan ve Kurtuluş Savaşını konu alan filmlerin bir tür prototipi sayılan Bir Millet Uyanıyor, Muhsin Ertuğrulun da başyapıtı olur. |
||||||||
Tiyatrocular Dönemi, Türk sinemasında tiyatro kökenli sanatçıların bütünüyle egemen oldukları bir dönemdi. Dolayısıyla, bu süre boyunca, sinema ile tiyatro arasındaki ayrım çizgisi oluşamadı ve tiyatroya ilişkin alışkanlıklar sonraki yıllarda da etkili olacak biçimde baskın geldi.
|
Sonraki iki yıl boyunca, Karım Beni Aldatırsa, Söz Bir Allah Bir, Milyon Avcıları, Cici Berber ve Leblebici Horhor Ağa gibi müzikal vodvillere imza atan Muhsin Ertuğrul, 1934 yılından sonra kendi hesabına çalışmaya başlar. Sırada ikinci bir başyapıt vardır: Aysel, Bataklı Damın Kızı. Bursanın Çalıköy sakinlerinin figüranlığını üstlendikleri film, aynı zamanda Türk sinemasında Cahide Sonku efsanesinin de başlangıcıdır. Muhsin Ertuğrulla birlikte Tiyatrocular Dönemi olarak anılan dönem, yine Ertuğrulun iki tiyatro uyarlaması (Aynaroz Kadısı, Bir Kavuk Devrildi) ve birkaç başarısız yeni deney ile (Allahın Bahçesi, Tosun Paşa) sona erer. Tiyatrocular Dönemi, Türk sinemasında tiyatro kökenli sanatçıların bütünüyle egemen oldukları bir dönemdi. Dolayısıyla, bu süre boyunca, sinema ile tiyatro arasındaki ayrım çizgisi oluşamadı ve tiyatroya ilişkin alışkanlıklar sonraki yıllarda da etkili olacak biçimde baskın geldi. Altyapı konusunda son derece yetersiz bir alanda, sinemanın bir biçimde sürekliliğinin sağlanması açısından olumlu yönler içeren bu evre, aynı zamanda film türlerinin hemen hepsine ait örneklerin de çekildiği bir dönemdi. Türk kadınının sinemaya geçişinin de yine bu dönemde gerçekleştiğini bir kez daha belirtmekte yarar var. Tiyatrocular Dönemini bitirirken, Türkiyede sinema sanatı açısından önemli bir gelişmeden de söz etmeliyiz. 1939 yılında çıkarılan Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname, devletin sinemaya yasal düzeyde ilk müdahalesidir; ya da başka bir ifade ile Türk sinemasının devlet kaynaklı sansür uygulaması ile ilk kez tanışmasıdır. GEÇİŞ DÖNEMİ (1939-1952) |
||||||||
Bu dönemin önde gelen sinemacılarının çoğunun özelliği, eğitimlerini yurtdışında yapan, bu esnada sinema konusunda ya da yakın alanlarda (ses mühendisliği, fotoğraf vb.) çalışma fırsatı bulan insanlar olmalarıydı.
|
Geçiş Dönemi, Muhsin Ertuğrulun yanısıra, ondan büyük ölçüde etkilenen ancak tiyatronun egemenliğinden koparak sinema sanatına yakınlaşma arayışları içinde olan bir kuşağın Türk sinemasında öne çıkmaya çalıştığı bir dönemdir. Bu dönemin önde gelen sinemacılarının çoğunun özelliği, eğitimlerini yurtdışında yapan, bu esnada sinema konusunda ya da yakın alanlarda (ses mühendisliği, fotoğraf vb.) çalışma fırsatı bulan insanlar olmalarıydı. Geçiş Döneminin hemen başında yine önemli bir Muhsin Ertuğrul filmi görüyoruz: Şehvet Kurbanı. Sinemasal açıdan çeşitli sorunlar içermekle birlikte film, Muhsin Ertuğrulun en popüler filmi olmayı başarmıştır. Kuşkusuz bunda, Cahide Sonkunun yüksek performansı ve çarpıcı kişiliğinin de rolü vardır. Sonraki birkaç yıl, Muhsin Ertuğrulun son filmlerine imza attığı yıllardır. Akasya Palas, Kahveci Güzeli, Yayla Kartalı, Kızılırmak-Karakoyun ve Halıcı Kız içinde sonuncusu ilk renkli fimlerden biri olması açısından önem taşır. Geçiş Döneminin önde gelen isimlerine göz attığımızda ilk akla gelen isim Faruk Kençtir. Taş Parçası isimli filmle, Muhsin Ertuğrulun alternatifi olabileceğinin işaretlerini vermiştir. Adı geçen film, tiyatro havası taşıyor olmasına rağmen, yeni bir mizansen anlayışının yanısıra ilk kez üç boyutlu dekorların kullanımı ile de dikkat çeker. Bu dönemde Yılmaz Ali, Günahsızlar gibi filmlere de imza atan Faruk Kençin yanısıra, melodram ağırlıklı çalışmalar yapan Baha Gelenbevi (Deniz Kızı, Yanık Kaval, Kanlı Döşek vd.); esas olarak ses mühendisliğinden gelen ve yaptığı filmlerin birçoğu sonraki yıllarda yeniden çekilen Şadan Kamil (13 Kahraman, Seven Ne Yapmaz, Dudaktan Kalbe, Kınalı Yapıncak vd.); Bir Dağ Masalı, Fato-Ya İstiklal Ya Ölüm gibi dönemin şartlarına göre büyük prodüksiyonlara imza atan Turgut Demirağ; sinema eğitimi görmediği halde genel kültürü ve sezgileriyle birkaç iyi film çeken ve Domaniç Yolcusunda ilk kez flash-back tekniğini kullanan Şakir Sırmalı; yine kendini yetiştirenlerden Çetin Karamanbey (Silik Çehreler, Çete, İstanbul Canavarı vd.); özellikle tarihî filmler konusunda hayli iyi bir performans sergileyen Aydın Arakon (İstanbulun Fethi, Vatan İçin vd.); edebiyat uyarlaması ağırlıklı filmlere yönelen ve senaryo yazımından oyunculuğa kadar her alanda faaliyet gösteren Orhon Murat Arıburnu (Yüzbaşı Tahsin, Sürgün vd.) gibi isimler Geçiş Dönemini tanımlayan sinema anlayışının temsilcileri oldular. Öte yandan bu dönemde, Muhsin Ertuğrul geleneğini olduğu gibi sürdüren Ferdi Tayfur, Talat Artemel, Sami Ayanoğlu, Süavi Tedü, Kani Kıpçak, Vedat Ar, Münir Hayri Egeli ve Şinasi Özkonuk gibi isimler de Tiyatrocular Döneminin son izleri oldular. II. DÜNYA SAVAŞININ ETKİLERİ Türk Sinemasında Geçiş Döneminin ilk yılları İkinci Dünya Savaşı yıllarına denk geldi. Bu durumun sinemamız üzerinde çeşitli etkileri oldu. Avrupa sinemasının durma noktasına gelmesi, iç pazarda Amerikan ve özellikle Mısır filmlerinin dikkate değer ölçüde artışına yol açtı. Mısır Sineması, teknik altyapısı itibarıyla Türk Sinemasından iyi olsa da, üretilen filmler, Tiyatrocular Döneminin filmlerini çağrıştıran düzeydeydi ve toplumsal beğeninin körelmesinde etkili oldu. Ya da başka bir ifadeyle, belki de o yıllarda ilk işaretleri beliren sinema dilinin önünü kesti ve geciktirdi. Herşeye rağmen Geçiş Dönemini, Türk sinema tarihi açısından yaşanması zorunlu bir kesit olarak düşünmek daha gerçekçi olacaktır. Öte yandan, Geçiş Dönemi, kendisini takip eden Sinemacılar Dönemi için bir eşik olmuş, tiyatrocu geleneğin aşılmasının koşullarını hazırlamıştır. SİNEMACILAR DÖNEMİ (1952-1963) |
||||||||
Sinemacılar Dönemi, Çok Partili Döneme geçişin siyasal ve ekonomik çalkantıları içinde güçlü bir sinema endüstrisinin oluşmasını sağlayamadıysa da, bir sinema dilinin kurulmasında önemli bir dönemeç oldu ve Yeni Türk Sinemasının temellerini attı.
|
1948 yılında, Türk sineması açısından sonraki yıllarda önemli etkiler yaratacak bir yasal düzenleme gündeme geldi. Aslında, ekonomiye ilişkin basit bir düzenleme olan Belediye Eğlence Resminde yapılan indirim, kısa süre içinde çok sayıda yeni yapım şirketinin kurulmasını ve çekilen film sayısında hızlı bir artışı beraberinde getirdi. Kuşkusuz işin bu yanı, sorunun salt sinema endüstrisinin ekonomik boyutuna ilişkin bir gelişme; ama öte yandan, savaş sonrası dünya konjonktürüne bağlı olarak Türkiyenin de içine girdiği ekonomik gelişme trendi, halkın yaşam standartlarında ve tarzında önemli bir değişim sürecini de beraberinde getirdi. Bir eğlenme biçimi olarak sinema da bu değişimden payını aldı ve kitlelerin gündelik yaşam kültürünün giderek ağırlığı artan bir parçası haline geldi. Sinemacılar Dönemi de, işte sinema endüstrisinin bu sıçrayışına paralel olarak, Türk Sinemasında yeni bir dilin, duygunun, anlayışın ve tekniğin mayalandığı dönem oldu. Sinemacılar Döneminden söz ederken, hiç kuşkusuz üzerinde öncelikle durulması gereken isim Lütfi Ömer Akaddır. Sadece ele aldığımız dönemi değil, kendinden sonraki tüm dönemleri de derinden etkileyen Akadın, Türk sinemasında gerçek anlamda sinema dilinin temellerini attığını söylemek abartı olmaz. Ermen Filmde önce muhasebecilik, ardından da prodüktörlük yaparak sinemayla ilk ilişkisini kuran Lütfi Ö. Akad, 1948 yılında ilk filmini çekti. Halide Edipin aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan Vurun Kahpeye, dönemin hakim sinema anlayışı içinde ve üstelik bir ilk film olarak hayli başarılı oldu. Merakı, titizliği, kültürü ve en önemlisi eşine az rastlanır bir sinema duygusu ile yola çıkan Akad, 1952 yılında Kanun Namına isimli filmi çekti. Bugün, sinema eleştirmenleri ve tarihçiler tarafından Sinemacılar Dönemi olarak isimlendirilen dönem, Akadın oyuncu ve çevre seçimiyle, kurgusuyla canlı bir sinema anlatımı sahip olan ve kameranın ilk kez sokağa taşındığı bu filmi ile başlatılır. Amerikan kara filmleri ile Fransız sinemasının şiirsel gerçekçilik ekolünün bir tür kaynaşması sayılabilecek filmlere imza atan Akadın bu dönemde çektiği filmler arasında öne çıkanlar, Altı Ölü Var (1953), Öldüren Şehir (1954), Beyaz Mendil (1955), Ak Altın (1957) ve Üç Tekerlekli Bisiklet (1962) oldu. Dönemin, Lütfi Ö. Akadın yanısıra diğer sürükleyici isimlerine baktığımızda, öncelikle Metin Erksan, Atıf Yılmaz Batıbeki, Osman Fahir Seden ve Memduh Ünü görüyoruz. Ayrıca, Nevzat Pesen, Orhan Elmas ve Ertem Göreç de bu dönemde Türk sinemasına yaptıkları katkılar ile anılmalılar. Sinema ile ilişkisini, önce sinema eleştirmenliği, ardından da ağabeyi Çetin Karamanbeyin asistanlığını yaparak kuran ve Türk sinemasında kendine özgü anlatımıyla tanınan Metin Erksanın ilk başarılı yapıtı 1958de çektiği Dokuz Dağın Efesi oldu. Erksanın bu döneme ait sözü edilmesi gereken bir diğer filmi de, tutarlı senaryosu, görüntüleri ve kurgusuyla Gecelerin Ötesidir (1960). Metin Erksanın 1962 yılında çektiği Yılanların Öcü ise, dönemin çalkantılı siyasal ortamı içinde gergin tartışmalara yol açmasının yanısıra, güçlü dialogları, hareketli kurgusu ve temiz görüntüleri ile o yılın en başarılı filmi seçilmişti. Atıf Yılmaz Batıbeki, Sinemacılar Döneminin önemli isimlerinden olduğu kadar, bugün de Türk sinemasının hem en uzun soluklu, hem de her zaman yeni arayışların peşinden koşan ve kendisini yenilemeyi bilen yönetmenidir. Sinemaya 1950 yılında Semih Evinin asistanı olarak başlayan Atıf Yılmaz, ilk filmini 1952 yılında çekti (Kanlı Feryat). Bir yandan Kerime Nadir, Esat Mahmut Karakurt, Orhan Hançerlioğlu gibi isimlerin romanlarını sinemalaştıran, diğer yandan da Vedat Türkali, Yaşar Kemal, Kemal Tahir gibi Türk edebiyatının ustalarında sinemasına kaynak arayan Atıf Yılmaz, bu dönemde çektiği çok sayıda filmle üretken bir kişilik de sergiledi. Bu filmler içinde, Gelinin Muradı (1957), Bir Şoförün Gizli Defteri (1958), Bu Vatanın Çocukları (1959), Karacaoğlanın Kara Sevdası (1959) özellikle öne çıkanlardı. Kemal Filmin kurucularından Kemal Sedenin oğlu olması nedeniyle çocukluk yıllarından itibaren sinemanın içinde olan Osman Fahir Seden, Kemal Filmle çalıştığı yıllarda Lütfi Ö. Akadın hem senaryo çalışmalarına katılarak, hem de asistanlığını yaparak ilk deneyimlerini edindi. Bu nedenle özellikle ilk filmlerindeki sinema dilinde Akadın izlerine rastlanan Sedenin bir başka beslenme alanı da hareketli Amerikan macera filmleri oldu. Biçimciliği, her zaman diğer sinemasal özelliklerinin önüne geçen Sedenin sözünü ettiğimiz dönemde çektiği filmler arasında dikkat çekenler, Düşman Yolları Kesti (1959), Namus Uğruna (1960), İki Aşk Arasındadır (1961). Sinemaya 1946 yılında Damga filmiyle ve oyuncu olarak başlayan Memduh Ün, yönetmenliğe sıradan melodramlarla geçti. 1958 yılında çektiği Üç Arkadaş, Ünün güçlü sinemacı kişiliğinin ilk göstergesi oldu. Ardından Ateşten Damla ve Ayşecik (1960) ile Orhan Kemalin Devlet Kuşu isimli romanından uyarlanan Avare Mustafa (1961), Memduh Ünün özenli çalışmaları olarak Türk sinemasında özel bir yer edindiler. Ünün bu dönemdeki başarılı çalışmalarından biri de 1960 yılında çektiği ve İkinci Türk Film Şenliğinde kendisine en başarılı yönetmen ve en başarılı yönetmen ödüllerini getiren; Berlin Film Festivalinde gösterilen Kırık Çanaklardır. Sinemacılar Dönemi, Çok Partili Döneme geçişin siyasal ve ekonomik çalkantıları içinde güçlü bir sinema endüstrisinin oluşmasını sağlayamadıysa da, bir sinema dilinin kurulmasında önemli bir dönemeç oldu ve Yeni Türk Sinemasının temellerini attı. | ||||||||
38. Rotterdam Film Festivali başladı | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||