Home page
Haber Menüsü


Güncelleme: 10:26 TS 22 Eki., 2002
NTV
Programın tam metni

Mithat Bereket: Hepinize, merhaba. Yeni bir Seçim Meydanı ile yine sizlerle birlikteyiz. Haftanın bu ilk Seçim Meydanı’nı Ankara’ya kurduk. Şunada NTV’nin Ankara’daki stüdyolarnıda canlı yayındayız. Bugün Ankara’dayız çünkü Seçim Meydanı’nın bu akşam ki konuğu ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz. Şimdi sizinle sohbete geçmeden önce bizim Seçim Meydanı’mızın farkını bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Seçim meydanı normallerin nutuklar attığı, vaadlerde bulunduğu seçim meydanlarından farklı. Çünkü bu Seçim Meydanı’nda sizlerle konuğumuz olan parti genel başkanını sorularınızı yönlendirebileceksiniz. Onun için bize isterseniz bize faks geçebilirsiniz. Faks numarımız 0212 335 00 22 yada isterseniz cep telefonunuzu kullanabilirsiniz Sayın Mesut Yılmaz’a sorularınızı iletmek için. Bunun için de sms mesajı yollamanız için telefon numaramızı verilim: 0533 229 57 07 ve ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz’a internet aracılığı da gönderebilirsiniz. Bunun için de www.ntvmsnbc.com Seçim Meydanı bölümüne girerek oraya görüşlerinizi yazıp sorularınızı yollayabilirsiniz. Ve tabi bunu bitirdikten sonra hemen Seçim Meydanı’nın konuğu Sayın Mesut Yılmaz’ı dinleyelim. Hoşgeldiniz.
       
       Mesut Yılmaz: Hoşbulduk.
       
       Mithat Bereket: Pek çok soru geldi bugün duyumlar başlar, başlamaz. Nasıl gidiyor herşeyden önce? Yani seçimlere iki haftadan az bir süre kala sizin seçim çalışmalarınız nasıl gidiyor? Mitingler, seyahetler, seçim çalışmalarınız ne durumda, siz nasıl bakıyorsunuz Türkiye seçimlere giderken bu atmosferde?
       
       Mesut Yılmaz: Evvela bu programa beni davet ettiğiniz için teşekkür ediyorum, NTV izleyicilerine de iyi akşamlar diliyorum. Seçim çalışmalarımız çok iyi gidiyor. Belki siz de gözlemişsinizdir seçim kampanyasına ilk başladığımız zaman henüz daha memlekette bir seçim havası olduğu pek fark edilmiyordu. Duyduğum kadarıyla hava giderek ısınmaya başladı. Ben şahsen bizim çalışmamızdan çok memnunum, yaptığım açıklama toplantılarında fevkalade büyük katılımlar oldu. Ama ben isterdim ki 3 Kasım seçimlerinde Türkiye’nin yönetimine talip olan sayın liderlerle sizin yaptığınız gibi programlarda bir araya gelip listeleri tartışma imkanımız olsaydı. Bazı televizyonların böyle girişimleri oldu mesela ben Cumartesi ATV’ye çıktım zannediyorum altı parti başkanına davet yapmışlar benden başka hiç biri gelmedi. Oysa meydanlarda duyuyorum hodri meydanlar yapılıyor, televizyonda açık oturumlara çağırılıyor. Ama iş fiiliyata gelince malesef orada yanlız kaldım. Bu açık oturumların veya bu tartışmaların, seçim öncesi yapılan tartışmaların şu faydası olacağını düşünüyorum bugün kü seçimlere damgasını vuran zannediyorum yaşadığımız ekonomik kriz. Türkiye biliyorsunuz en son 2001Şubat’ında olmak üzere ard arda iki tane ağır ekonomik kriz yaşadı. Şimdi vatandaş bu krizin nasıl doğduğunu, bu krize Türkiye’nin nasıl geldiğini, bu krizin doğmasında kimlerin dahil olduğu konusunda anladığım kadarıyla tam bir görüşe sahip değil. Daha çok tepkiler iktidar partilerine yöneliyor, tasadüfen bu kriz bizim dönemimizde patlak verdiği için şuanki koalisyon partileri daha çok bundan nasibini alıyorlar. Ama bu tartışma ortamı yaratılabilse bu krizin daha sağlıklı bir analizini yapmak mümkün olacak. O zaman biz de bu konudaki düşüncelerimizi, iddialarımızı dile getireceğiz, bunları tartışma imkanı bulacağız.
       
       Mithat Bereket: Bu tartışma ortamıyla ilgili tabi size meydanlardan çağrıda bulunan tabi akla Sayın Tansu Çiller geliyor. Biz soru var hemen onunla başlamak istiyorum. Ali Güvenç’in bir sorusu çok ilginç ve başka bir noktayı belki çıkaracak ortaya. Diyor ki Ali Güvenç: “Bu seçim kampanyası boyunca Sayın Çiller ile bir polamiğe girmemeniz, keza onun da sizinle girmemesi. Seçim sonrası uzlaşmayı kapılarınızın açık tutulması olarak değerlendirilebilir mi?” Yani seçim sonrasında manzarada böyle bir uzlaşma böyle bi içerik olabilir mi?
       
       Mesut Yılmaz: Seçim sonrasına ilişkin şuana kadar hiç bir yerde her hangi bir ön görüde, bizi bağlayıcı her hangi her bir öngörüde bulundumadı. Müsade ederseniz bu tavrımı değiştirmeyeceğim. Ama Cumartesi akşamı o programa Sayın Çiller’in bilgisayarı geldi, kendisi gelmedi. Ben isterdim ki orada bu meseleleri yani miting meydanlarında konuşulan malesef bana göre seçmeni yanlış yönlendirilmesine yol açılan iddiaları karşılıklı görüşme imkanımız olsaydı netice itibariyle devletin arşivleri belli, devletin istatistikleri belli. Hiç olmazsa seçmen de bu konuda daha sağlıklı bir karar verme imkanına kavuşurdu, gerçekleri öğrenme imkanına kavuşurdu.
       
       Mithat Bereket: Sizin seçim tahminiz şu aşamada ne? Siz de muhakak araştırmalar yaptırıyorsunuzdur nedir tahmininiz?
       
       Mesut Yılmaz: ANAP için zannediyorum son on beş günde en yüksek artış kaydeden parti. Baştanlangıçta çok az şans verildi, çok küçük gösterildi kamuoyu araştırmalarılya son zamanlarda bizi barajın da üstünde göstermeye başladılar. En son aldığım şeyler 10.9 bizim oylarımız. Ama ben seçime kadar bu tempo ile gideceğimiz takdirde bunun herhalükarda geçen seçimde aldığımız neticenin daha iyi orana geleceğini sanıyorum hatta %18 civarında çıkacağını düşünüyoruz. Genelde tahminimi sorarsanız ben bu seçimden dört veya beş partinin meclise girebileceğini, barajı aşabileceğini hissediyorum. Herhalükarda bu seçimin Türkiye’de yeni bir koalisyon zorunluluğu getireceğine inanıyoruz. Şuanki araştırmalara bakarsanız iki parti ancak barajı geçebiliyor. Çünkü ben bu araştırmaların bir yöntem yanlışı yapıldığı kanatindeyim. Bu araştırmalarda da, bizim yaptığımız araştırmalarda da bizim gözlerimizde ortaya çıkan seçmenlerin hala seçimden iki haftadan az bir süre kala şuanda dahi yarısı kararsız, yarısı hala kararını vermemiş. Şimdi araştırma kuruluşları bugün tespit ediyorlar seçmenin çok önemli bir kesminin kararsız olduğunu kestiriyorlar ve ondan sonra kararsız seçmeni kendi usullerine göre partilere dağıtıyorlar. Ben diyorum ki bu yöntem yanlış, çünkü kararsız olan seçmen aslında kararsız değil; kararlı ama daha kesin tercihini yapmış yani belli partilere oy vermemekte kararlı. Tepki partileri olarak görülebilecek partiler ki bunların arasında en başta AKP var seçimin favorisi gösterilen parti. O parti aslında bu kararsız kitleden bir şey alamayacak, yani bu kitlenin ona yönelmesi söz konusu değil. Bu kite hiç şüphesiz yaşanan şartlardan sıkıntı çeken ama tercihini ertelerken bir yandan da sağ duyusunun sesini dinleme ihtiyacını duyan bir kişi. Bu kişilerin en sonunda yöneleceği partiler hiç şüpheniz olmasın ki sistem partileri olacak, merkez partileri olacak, ılımlı partiler olacak. Çünkü bu seçmen kitlesi Türkiye’nin sağ duyusunu temsil eden bir seçmen ve bana göre de seçimin sonucunu belirleyecek olan bu seçmen.
       
       Mithat Bereket: AKP ile ilgili özellikle marjinal sağa kayan oylarla ilgili Ali Ketenci’nin bir sorusu var: “son seçimlerde seçmenin marjinal sağa kayması neden, bunda sorumluğunuz olduğunuzu düşünüyor musunuz?”
       
       Mesut Yılmaz: Bu bir vaka bunu inkar edemeyiz. Türkiye’de uç partilerin her ne kadar söylemlerini istisnadiye kamerelarını değiştirselerde uç olma niteliğini hala devam eden partilerin siyaseten ağırlıklarını artıkları gerçek, bu gerçeği inkar etmek mümkün değil. Ama zannediyorum ki burada gözden kaçırılan husus partilerin dahilinden yani bizim şu veya bu davranışımızın bu sürece etkisinden ziyade Türkiye’nin istediği değişim sürecidir. Bu gözden kaçırılıyor. Türkiye o kadar köklü bir değişimden geçiyor ki bu değişim hem sosyal, hem siyasal, hem de ekonomik olarak o kadar çarpıcı bir şekilde yaşanıyor ki böyle geçiş dönemlerinde toplumun belli uç partilere daha savrulması bir yerde kaçınılmazdı. Bu sadece Türkiye’ye has bir gelişme de değil. Bugün kü gelişmiş ülkelere bakarsanız, İtalya’ya bakarsanız; geçmişte Kominist Parti İtalya’da birinci partiydi. Bugün ne kominizim kaldı, ne kominist parti kaldı ama bugün artık İtalyanlar Avrupa Birliği içerisinde belli bir refah seviyesini yakaladıktan sonra şimdi artık merkez partilerden şaşmıyorlar ya solda, yada sağda ama hep ortalarda merkezde.
       
       Mithat Bereket: Türkiye’de bu olacak mı?
       
       Mesut Yılmaz: Türkiye bugün iki bin küsür dolarlık fert başına gelirden yarın altı, yedi bin dolar seviyesine geldiği zaman uç partiler Türk siyasetinden eleniyor olacaklar. Kendilerinden tasviye olmazlarsa eğer o zaman bir anlamda kendilerini bu değişime uymaya zorunlu hissedecekler, yani nitelik değiştirecekler.
       
       Mithat Bereket: Bir başka soru seçimlerin soncuyla ilgili, o kadar fazla soru var ki çünkü aynı soru ve bir tanesini seçtim Mehmet Gazioğlu’nun sorusu şöyle: “ANAP neden yüzde otuzlardan yüzde beşlere geriledi? Bunun sebepleri araştırılıp gereği yapılıyor mu? ANAP barajın altında kalırsa istifa etmeyi düşünüyor musunuz?”
       
       Mesut Yılmaz: ANAP’ın 1987’den bu yana bir gerileme, bir zayıflama süreci yaşadığı doğru. Biliyorsunuz 1987’den sonra 89 mali seçimleri yapıldı biz orada yüzde yirmi bir oy almıştık. 91’de ben ilk defa genel başkan olarak aday olduğumda yirmi dört oy oranını yakaladık. Benim genel başkanlığımda yaşadığımız seçimlerde 91, 95, 99 seçimlerinde yüzde yirmi dörtten yüzde on üçlere geldik. Biraz önce söylediğim gibi çeşitli ortaklık hükümetlerindeki icratında veya anamuhalefet partisi olarak muhalefet performansından ziyade Türkiye’nin yaşadığı dönemin konjektürün özelliklerine bağlıyorum. Çünkü aslında ANAP’ın oylarının gerilediği bu dönemde diğer partilere bakarsınız ANAP’ın rakibi konumunda olan, ANAP ile aynı kulvarda yarışan partiler de dahil olmak üzere hiç bir parti istikrarlı bir gelişme yakalayamamış. Türkiye 1991’de DYP’yi birinci yapmış, 95’de Refah Partisi’ni birinci yapmış, 99’da DSP’yi birinci yapmış. 99’da bakıyorsunuz birinci parti olan DSP 1991 seçimlerinde yüzde on barajını geçememiş 95 seçimlerinde de çok zorla, çok az bir oyla geçmiş. Bu seçime geldiğimiz zaman muhtemelen bu seçimden çıkacak olan tablo bundan önceki seçimden yine çok farklı bir tablo olacak. Bütün bunlar bize bir şey gösteriyor ki Türk seçmeni aslında bir arayış içerisinde. Türk seçmeni her seçimde başka bir partiye yönelmek suretiyle aslında kendine umutlarına, kendi beklentilerine cevap verecek partiyi arıyor. Ama seçmenimiz böyle bir arayışla devam ettirmek yerine, her sefer bir partiyi denemek yerine oturup ileriye doğru bir değerlendirme yapsın. Bu değerlendirmede aşağı yukarı vatandaşlardan oy isteyen bütün partilerin belli bir iktidar tecrübesi olmuş, ya koalisyon olarak olmuş, ya tek başına olmuş, kimisi başbakan tain etmiş, kimisi başbakan yardımcısı olmuş. Bütün bu geçmişe bakıldığı zaman görülecek ki Türkiye’de iki gerçek ortaya çıkyor. Birincisi: bir kere tek parti iktidarlarının performansı her zaman koalisyon hükümetlerinden çok daha iyi olmuş. Yani ANAP’ın 83, 91 performansına bir bakın, 91’den bugüne kadar olana bakın. Türkiye’de 83, 91 arasında sekiz senelik ANAP iktidarında fert başına ikiye katladı, üç bin dolara yaklaştı. Malesef 91’den bu yana fert başına artmak yerine geriye gitti. Bugün hala iki bin dolarlı seviyelere düştü. Bir kere tek parti iktidarlarının ülkenin geleceği bakımından tercihe şayen olduğunu seçmen tespit etmesi lazım. İkinci bir husus da fertler arası bir değerlendirme yaptığınız zaman, kıyaslama yaptığınız zaman hiç bir partinin icratı koalisyon hükümetleri içerisine hiç bir partinin icratı ANAP’ı geçmişteki icrat düzeyini yakalayamamış. Buna isterseniz yatırımlar açısından bakın, isterseniz ihracat artışı, isterseniz fert başına gelir artışı, isterseniz hak ve özgürlüklerin gelişmesi. Hangi alanda bakarsanız bakın bu gerçek ortada. Ama buna rağmen ANAP geçmişteki bu parlak icratine rağmen bugün seçmen tarafından niye tartışmasız birinci parti değil, niye seçmenin tevecühünü kazanamıyor diye sorarsanız ANAP’ın bu artılarının yanında ANAP’a yönelik adeta bizim dışımızdaki bütün partilerin oluşturdukları ortak bir cevphe var. Bu cephenin bize yöneltiği hakikaten ağır, kabuledilemez suçlamalar var, eleştiriler var. Bunları ben bir örnek vermek gerekirse ANAP’ın hizmet anlayışıyla yarışamayanlar, ANAP’ın gerçekleştirdiği icratlarle yarışamayanlar ANAP’ın gerçekleştirdiği icratları gölgeyebilmek için partiye çeşitli suçlamalarda gördüğümüz için vatandaşın bunlara itibar etmeyeceğini düşünüyorum. Ama şimdi görüyorum ki Türkiye’de aslında çok etkin olan bir kısıntı gazetesi var, dedikodu gazetesi var. Malesef medyamızda bu fısıltı gazetesinden alıntılar yaparak bu şüpheyi büyütüyor. Aslında geçen gün başka bir televizyon kanalında da söyledim, açıkça herkese çağrıda bulunuyorum. ANAP ile ilgili, benimle ilgili bu iddiaları sürenlerin elinde ne belge varsa, ne dayanakları varsa gelsinler ortaya koysunlar. Her halde siz medya olarak bunlara kayıtsız olarak kalamazsınız. Ben bu iddiaları mecliste dile getiren kişileri mahkemeye verdim resmen tazminat kazandım. Ben gün belki Türkiye’de belki en çok tazminat kazanmış olan siyasetçiyim. Ama benim tazminat kazanmam kazanmam geçersiz olduğunu topluma duyurmaya yetmiyor. Yani bu iddialarda bulunlanlar ANAP’ı yıpratmak için bu iddiaları dile getirenler bana göre Türk siyasetinin iki hastalığından birisine tutulmuştur. Türk siyasetinin iki tane hastalığı var birisi din tacirliğidir, dini istismar etmektir, halkımızın din duygularını, inançlarını istismar etmektir. İkincisi de yolsuzluk konusunda istismar etmektir. Yolsuzluk konusunda istismar eden ne kadar politikacı varsa bu konuda hep etafına suçlama yapan politikacı varsa bakın gösterebilecekleri hiç bir icratları yoktur. Çünkü onlar icrat yapmadıkları için, hizmet yapmadıkları için bu meseleyi devamlı gündeme getirmek suretiyle kendi icratsızlıklarını, kendi hizmet eksiklerini kapatmaya çalışıyor.
       
       Mithat Bereket: Yolsuzlukla mücadele konusunda yani halkın nasıl gördüğü; hani dediğiniz ya medyada yer alan haberlerden... mesela çok fazla soru var bununla ilgili ama Özer Alkılıç’ın bir sorusu var “Mesut Yılmaz bir konuşmasında yolsuzlukla mücadelede başı çektiklerini söylüyor ama yolsuzluk ile en çok mücadele edenlerden biri olan Sadettin Tantan’ı partisinden ihraç etti. Buna net bir cevap bekliyorum Sayın Yılmaz’dan.”
       
       Mesut Yılmaz: Evvela öğrenci arkadaşımı aydınlatayım, biz Sayın Tantan’ı ihraç etmedik, Sayın Tantan bizden istifa etti. Biz sadece bakanlar kurulunda bir görev değişikliği yaptık. Kendisini İçişleri Bakanlığı’ndan alıp Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanlığı’na getirdik o da bunun üzerine hep bakanlıktan hem de partiden istifa etti, yani biz ihraç etmedik. Ama Sayın Tantan ile ilgili meselede Sayın Tantan’ın eskiden yolsuzluk konusunun üzerine giden, yolsuzluklarla savaşan ve toplumda dürüst imajı olan bir kimse olduğunu her halde herkes biliyor. Bizim onu İçişleri Bakanlığı gibi bir bakanlık verdik. Nerdeyse alanı itibariyle Bakanlar Kurulu’nun en önemli bakanlığına onu getirmemiş olmamız dahi yolsuzlukların üzerine gitme konusundaki kararlığımızın, cesaretimizin bir işaretidir. Biz bu kolduğu emanet ettiğimiz zaman yolsuzluk mücadelesini artık sadece lafla yapılan bir mücadele çıkarıp bu mücadelenin nihayi neticelerine ulaşmasını bekliyorduk. Yani şunu demek istiyorum İçişleri Bakanlığının görevi sadece hakkında yolsuzluk iddiası olan kişileri yakalamak, göz altına almak, onlara kelepçe vurmak, onları gözaltında tutmak falan değil. Emniyetin asıl görevi yargıya bu konuda yardımcı olacak olan donelere, verilere ulaşmak. Sayın Tantan’ın döneminde bir sürü operasyonlar yapıldı, hayvan isimleri kullanıyorlar, balina operasyonu falan. Hepsi yargıda merak ediyorlar. Halbuki Sayın Tantan’dan önce benim başbakanlığım döneminde biz mafyaya karşı mücadele başlatmıştık ve ben o mücadeleyi başbakan olarak bizzat kendim devamlı takip ettim hatta özel ekipler oluşturdum. O mücadele sonunda yakalanan mafya mensuplarının hepsi yargıda mahkum oldular, bugün hepsi de cezaevindeler. Yani burada polise düşen görev gazeteye manşet olmak için, bu işin kahramanlığına soyunmak değil. Burada polise düşen görev yargıya onun karar vermesini sağlayacak kesin doneleri yargıya teslim etmektir. Malesef bu konuda Tantan’ın dönemi hiç de parlak olmayan bir dönem oldu. Tam da tersine bir takım suçsuz insanların, masun insanların madur edildiği bunun da medya yoluyla topluma afişe edildiği bir dönem olmuştur. Yolsuzlukla mücadelede biz malesef onun bakanlığı döneminde mesafe almadık tam tersine yolsuzlukla mücadele o dönemde zarar gördü.
       
       Mithat Bereket: İç politikayı biraz toparladıktan sonra aslında çok fazla soru var ama ben hızlı geçmek istiyorum Avrupa Birliği konusuna gelmek istiyorum. Siz çünkü bayraktarlığını yapıyorsunuz Avrupa Birliği’nin. Herşeyden önce son durum ne? Siz sürekli olarak Brüksel’e gidip, geliyorsunuz. Kopenhag Zirvesi’nde gerçekten bir takvim veya bir tarih verebilecek mi, sizin görüşünüz ne bu konuda?
       
       Mesut Yılmaz: Ben bugün öylenleyin Danimarka’nın büyükleçsinin bir öğlen yemeyi davetinde Ankara’daki bütün Avrupa Birliği büyükelçileriyle bir araya geldim. Onların söylediğini söyleyim, sizin sorunuza cevap olarak ne söyledini. Onlar şunu söylediler: “Şuanda hiç kimse Kopenhag’da Türkiye ile ilgili alınacak kararı bilmiyor. Esasen hiç kimsenin de tek başına bu kararı şekillendirmeye yetkisi yok, böyle bir gücü yok. Bu karar muhtemelen Kasım ayı içerisinde Türkiye’nin bu konuda göstereceği performans da dikkate alınmak suretiyle Kopenhag’da çok çetin müzakereler sonunda şekillenecek.” Yani bana ne böyle bir müzakere tarihi verileceği konusunda her hangi bir işaret verdiler, ne de aksine verilmeyeceği konusunda işaret verildi. Benim çıktıktan sonra basına söylediklerim yanlış yorumlanmış, onları düzeltmek istiyorum. Bana dediler ki “bu kararı kimse bilmiyor şuanda. Ama siz Türkiye olarak kendinizi tam üyelik müzakereleri için çok angaje ettiniz. Olabilir ki bunun dışında söz konusu olabilir” yani size tarih verilmez ama Türkiye’in arkası sıvazlanır, Türkiye teşvik edilir denilir ki Türkiye çok önemli işler yapmıştır. “Bu ihtimal bir yerde sıkıntıyı sokmaz mı veya Türkiye’de Avrupa Birliği fikrini destekleyenler için bir düş kırıklığı yaratmaz?” Ben de onlara şunu söyledim: “Bize daha önce Nice Zirvesi’nde de Laken Zirvesi’nde de Seville Zirvesi’nde de zaten arkamızı sıvazladınız. Helsinki’den sonra yapılan zirvelerde siz hep Türkiye’nin ilerleme yaptığın söylediniz, Türkiye böyle giderse tam üyelik müzakerelerine yaklaşmaktadır dediniz ama siz bunu söyledikten sonra sizin hiç tahmin etmediğiniz en kapsamlı değişikliği yaptık 3 Ağustos’da meclisten çıkardık. Helsinki’de sadece adaylıkta süre vermediniz, siz bize başka bir güvence verdiniz, tahüt verdiniz. Neydi bu tahüt? Bize diğer aday ülkelerle eşit muamelede bulunma tahüdü verdiniz. Şimdi tahüdünü yerine getirmeniz lazım. Çünkü biz iddia ediyoruz ki bizim bugün siyasi kriterler açısından geldiğimiz geldiğimiz nokta diğer aday ülkelerin Lüksenburg’da 97’de geldiği noktadan daha ileridedir.” Bulgaristan hakkında açın, bakan dedim, gösterdim de elimdeydi. İlerleme raporu 97’de veya Slovakya ile ilgili ilerleme raporlarında bizim hakkımızda yayınlanan raporda olduğu gibi eksiklikler var ama buna rağmen siz onlara tam üyelik müzakeresinin tarihini verdiniz.
       
       Mithat Bereket: Onlar ne dediler?
       
       Mesut Yılmaz: Onlar not alıyorlar. “Siz onlara verdiniz bu tarihi, niçin verdiniz? Bu süreci teşvik etmek için verdiniz” söylediler de o zaman bunu ve dediler ki “eksikler var ama bu eksiklerin giderilmesini istediğimiz için, iyi niyetimiz olduğu için biz bu süreci teşvik etmek, daha ileri gitsinler, bu eksiklere rağmen müzakerelere başlıyoruz” dediler. “Şimdi siz bu yaptığımız reformalara rağmen, attığımız devam adımlara rağmen bize müzakere tarihi vermezseniz diğer aday ülkelerle Türkiye’ye eşit muamele tahüdünüzü çiğnemiş oluyorsunuz. Türk toplumu artık bundan sonra samimiyetine, iyi niyetine ve tutarlığına inanmalısınız” sanıyorum bundan etkilendiler, sanıyorum bunu Kopenhag’da liderler de dikkate almak zorunda kalacak.
       
       Mithat Bereket: Bir soru var Avrupa Birliği ile ilgili bir öğrenci Yılmaz Yavuz bir soru soruyor, kameralarımıza soruyor onu izleyelim isterseniz: “Sayın Yılmaz Avrupa Birliği sadece seçim olarak kullandığınız gösterge mi yoksa ciddi misiniz bu konuda? Bundan sonra eğer meclise giremezseniz Avrupa Birliği hakkındaki düşünceleriniz değişir mi, değişmez mi?”
       
       Mesut Yılmaz: Bir kere genç arkadaşımın sorusuna meydanlarda daha önce cevap verdiğimi düşünüyorum. Aşağı yukarı katıldığım bütün mitinglerde söyledim, ben Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasını, bunu sağlamayı, buna katkıda bulunmayı on defa başbakanlığa tercih ederim. Yani bugün benim siyasi rakipler içerisinde başbakan olmak için çok hevesli olanlar var, bunu çok içten arzulayanlar var onları anlıyorum. Benim durumum bunlardan biraz farklı. Ben üç defa başbakanlık yaptım, benim için en önemli hedef, hayatımda en önemli hedef Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği yolunda bilhassa önümüzdeki Kopenhag’daki eşiğin atlanmasıdır. Çünkü biliyorum ki o eşik atlandıktan sonra artık bu yolun geri dönüşü yok. Bundan sonraki mesele bir zamanlama meselesidir, kaç senede bu mesafeyi alacağımız meselesi. Avrupa Birliği meselesini bir seçim malzemesi olarak kullanmayı hiç bir zaman düşünmedik. Bana siyasi rakiplerimden de suçlamalar geldi, onlara da çok basit bir şey söyledim, dedim ki “bu Türkiye’nin ortak davası. Siz eğer bu meselenin benim tarafımdan, seçim malzemesi olarak kullanıldığını düşünüyorsanız ve bundan rahatsızsanız ben ne yapıyorsam, siz de onu yapın, aynı ölçüde çıkın. O zaman Avrupa Birliği hedefini tercihinde bir unsur olarak düşünen seçmen ya size oy verir, ya bana oy verir yada destekleyen diğer partiye oy verir. “Eğer bunun hakikaten bir seçim kozu olacağını düşünüyorsanız buyrun siz de benim kadar bu işe sahip çıkın” dedim. Ben bundan gocunmam, tersine memnun olurum. Ne kadar çok parti bu işe sahip çıkarsak o kadar memnun olurum. Eğer bu tür iddialar varsa bu endişeleri gidermenin yolu bence buradan geçer. Bütün siyasi partiler, Avrupa Birliği üyeliğini destekleyen siyasi partiler bu işte hakikaten kararlı olduklarını, bu işte ısrarlı olduklarını ve bu iş için gerekli her şeyi yapacaklarını kamuoyuna göstermeleri lazım. Ben geçenlerde bir teklifte bulundum. Dedim ki “Avrupa Birliği’nin eline biz bir koz verdik, yani erken seçim tarihini Kopenhag Zirvesi’nden öne almakla aslında kozlara verdik. Şimdi onlar diyorlar ki biz hele bir seçimleri görelim, Türkiye’de kim iş başına gelecek, yeni hükümet eğer bilmediğimiz biriyse o zaman da diyecekler, ‘bir bekleyelim, görelim bu hükümet Avrupa’yı istiyor mu?’ Bu kozu onlara verdik, bu kozu geri almak için Avrupa Birliği’ni destekleyen bütün siyasi partiler olarak bir açıklama yapalım, bir deklarasyon yapalım, diyelim ki ‘biz iktidara gelirsek tek başımıza veya koalisyon olarak mecliste çıkardığımız bu kanunların uygulamaya geçmesi için gerekli adımları atacağız, eksikleri tamamlamak için şunları tamamlayacağız, biz siyasi partiler olarak Avrupa Birliği konusunda aynı iradeyi paylaşıyoruz, aynı kararlılığa sahipiz” hiç bir siyasi partiden yanıt gelmedi, böyle şey olur mu?
       
       Mithat Bereket: Hemen bir başka konu tabi gündemde Irak var. Genel halk olarak hiç kimse savaşa istemiyor yada seçimlere göre baktığınızda ve halkın nabzını tuttuğunuzda sizin bu konuda izlediğiniz politika nedir? Tabi bununla beraber Sayın Başbakan “bu iş bizi içine sürüklüyor” dedi. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Türkiye olarak ne yapmalıyız, ne yapıyoruz? Vatandaşlar bilmek istiyor, çok fazla Irak konusunda gelen soru var çünkü.
       
       Mesut Yılmaz: Sayın Başbakan zannediyorum o ifadesini zannediyorum sonra açıklık getirdi. Türkiye hiç bir zaman kendi iradesi dışında bir olaya sürüklenmez. Türkiye eğer kendi menfati gerektiriyorsa savaşa da girer. Ama Türkiye’nin dış politikadaki birinci önceliği savaşa mecbur kalmamaktır. Yani Atatürk bize vasiyetidir “Yurtta sulh! Cihanda sulh!” yani birinci önceliği savaşa mecbur kalmamaktır, Atatürk’ün bize vasiyetidir, bütün ihtiyatları barışçı yollarla çözümüdür. Türkiye yine Sayın Ecevit’in başbakan olduğu dönemde 1974’de Kıbrıs’a askeri müdahaleye zorunlu kaldı. Çünkü yıllardan beri orada izlediği baskı politası orada istenilen sonucu sağlamadı Türkiye oradaki soydaşlarını kurtarmak için bir askeri müdahaleye mecbur kaldı. Benzer bir durumla Irak’da karşılaşabiliriz. Yani biz hiç savaş istemediğimiz halde, savaş bizim düşündüğümüz on çare olduğu halde orada bizim irademiz dışında öyle gelişmeler ortaya çıkabilir ki biz Kıbrıs örneğinde olduğu gibi orada Türkiye’nin hayati menfatlerine aykırı bir takım gelişmeleri önlemek için müdahale etmek zorunda kalabiliriz. Bu orada etnik esaslı bir bağımsız devletin kurulması olabilir, bu Kerkük’ün o yapı içerisine dahil edilmesi olabilir, bu oradaki Türkmenlerin can güvenliğini sağlamak olabilir. Ama bazı gelişmeleri önleyebilmek için de Türkiye’nin çeşitli sertlikler alması gündeme gelebilir. Nedir bu 91 Körfez Savaşı’nda yaşadığımız durumdu, yani orada Saddam’ın baskıdan kaçan gruplar, Kürtler, Türkmenler büyük göç dalgaları halinde bizim sınırımıza gelebilirler. Bu sefer 91’den farklı olarak Irak’ın kuzeyinde Irak’ın hükümetinin her hangi bir otoritesi yok, yani orada bir kuvvet boşluğu var. Bu kuvvet boşluğundan yararlanarak biz orada sınırımızın ötesinde, Kuzey Irak’da böyle bir göç dalgasına karşı bazı tedbirler almak zorunda da kalabiliriz. Dolayısıyla Türkiye’nin önünde bu ihtimaller var, Türkiye bu ihtimalleri değerlendirirken Türkiye bunu kendi önceliklerine göre değerlendirmek zorunda. Yoksa bizim hiç bir irademiz yok, biz kendi irademiz dışında sürükleniyoruz anlayışı yanlıştır. Türkiye önceliklerini gayet net ortaya koymuştur. Yıllardan beri de iktidarlar değişmiş, bu önceliklerde her hangi bir değişiklik olmamış. Türkiye’nin Kuzey Irak ile ilgili gelişmelerle ilgili öncelikleri bellidir, oradaki gelişmelere ilişkin kabul edemeyeceği hususlar hiç teredüte meğal bırakmayacak şekilde dile getirilmiştir. Şimdi gelişmeler bizi bu sözümüzün arkasında durma durumuna getirebilir.
       
       Mithat Bereket: MGK ile ilgili sorular var, yarın MGK toplanıyor gündeminde ne var? Size bilgi notu gelmiştir, neler konuşalacak ve daha da önemlisi diyelim ki MGK’dan meclisin olağan üstü toplantıya çağırılması konusunda bir anlayış çıkabilir mi?
       
       Mesut Yılmaz: MGK’dan ne çıkacağını bilmioyrum ama MGK’da neyin görüşüleceğini biliyorum. Biliyorsunuz bir kere MGK’nin her ay toplantısından yeni bir iç güvenlik ve dış güvenlik durumu değerlendirilir ve bu her toplantıda mutat bir bölümdür. Bunun dışında yarın özellikle Kuzey Irak’daki gelişmeler değerlendirilecek bir de Avrupa Birliği konusunun ilerleme raporu değerlendirilecek.
       
       Mithat Bereket: Yine MGK ile ilgili harhangi bir operasyon olması durumunda olağan üstü hal bölgesinin yönetiminin de olacağı tartışması da açılacak yönde, haberler geliyor. 30 Kasım’da çünkü Diyarbakır ve Şırnak’da OHAL kalkacak bu konuda bir gündem maddesi var mı?
       
       Mesut Yılmaz: İç güvenlikle ilgili bu konunun da ele alınacağını zannediyorum.
       
       Mithat Bereket: Tabi aynı konuyla, Amerika’nın Ortadoğu ve Afganistan’daki kuvvetlerin komutanı ve hatta olası Irak Valisi ileride Saddam devrildikten sonra denilen Orgeneral Tommy Franks’in ziyareti vardı. Size de bilgi notu gelmiştir neler konuşuldu, ne istediler?
       
       Mesut Yılmaz: Kendisi açıklama yaptı Türkiye’den hiç bir talepte bulunmadılar. Türkiye Irak’ın sınır komşusu olduğuna göre Türkiye daha önceki Körfez Savaşı’nda da koalisyon ülkeler içerisinde yer aldığına göre Irak ile ilgili planlarını, düşüncelerinden bizi bilgilendirmeleri gerekirdi, yapılan sadece otur.
       
       Mithat Bereket: Bir soru var mesela bir kaç tane bu yolda var “sade bir vatandaş olsaydınız ve paritler arasında ANAP olmasaydı oyunuzu kime verirdiniz?”
       
       Mesut Yılmaz: Bu çok ustaca bir soru ama buna cevap vermem Allahtan ANAP var.
       
       Mithat Bereket: Bir soru daha var “seçim kararı alındığından beri neden Galatasaray maçlarına gitmiyorsunuz?”
       
       Mesut Yılmaz: Cevabı içinde var, seçim dolayısıyla gidemiyorum, seçim çalışmaları dolayısıyla gidemiyorum. Su seçim bitsin inşallah gideceğim.
       
       Mithat Bereket: Peki izlemeye devam ediyorsunuz her halde?
       
       Mesut Yılmaz: Ona da fırsat bulamıyorum, yani televizyondan daha izleyemiyorum.
       
       Mithat Bereket: Kıbrıs politikasıyla ilgili sormadan da edemeyeceğim. Çünkü sizin Avrupa Birliği’nde çok fazla da karışnıza çıkıyor. Ne durumdayız Kıbrıs’da, çözümünde ne aşamadayız? Haberler çıkmaya başladı Türkiye - Kıbrıs - Avrupa Birliği üçgeninde yaşananları siz nasıl görüyorsunuz? Yani bu sene sonuna kadar en azından bir çerçeve çözüm çıkar mı?
       
       Mesut Yılmaz: O konuda çok umutlu değilim. Yani gelişmeler bizi umutlu kılmamızı gerektirmiyor, umutlu kılma imkanını bize vermiyor. Ben Sayın Denktaş’ın yaptığı iki açılıma da Rum tarafının gerektiği şekilde karşılık vermediğini düşünüyorum. Bugün büyükelçiler de aynı soruları sordular bana. Kıbrıs’a çok genel bakarsanız meseleye bizim açımızdan iki tane öncelik söz konusudur. Bir tanesi Kıbrıs Türk toplumunun güvenliği meselesidir, Türkiye’nin etkin güvencesi garanti meselesidir. Orada oldukça mesafe aldığımızı kabul etmemiz lazım. Ama diğer yandan yani ikinci önceliğimiz olan kurulacak olan devlette Türk toplumunun temsili meselesinde ve Türk tarafının Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit haklara sahip kurucu ortağı olması meselesinde malesef Rumlarla görüş ayrılıkları devam ediyor, Rumlar hala Türk tarafını bir anlamda bir azınlık gibi, kendi özerk bölgesinde yaşayan bir azınlık gibi görmek eğlimindeler. Bu kafayla bir sonuca varmak mümkün değil. Bence buraya gelinmesinde de Avrupa Birliği’nin Kıbrıs konusundaki yanlış politikaları malesef.
       
       Mithat Bereket: Son ilerleme raporundan sonraki bizim çıkışlarımız o süreçte. Yani Kopenhag Zirvesi’ne gelindiğinde nasıl bir havayla geliyor Avrupa Birliği’nin diğer üyeleri?
       
       Mesut Yılmaz: Avrupa Birliği bu konunun hasasietini biliyor, ne kadar kritik bir konu olduğunu biliyor. Zannediyorum hem Kıbrıs’ı tam üye yapma kararlığında hem de Türkiye ile ilgili müzakere verip, vermeme kararında her ikisinde de bütün tarafların kabul edeceği bir koardinasyon var. Yani Güney Kıbrıs’ı alırken KKTC’nin durumu ne olacak, adadaki fiili durumla aldıkları karar arasındaki ilişki nasıl olacak. Türkiye’yi alırken veya Türkiye ile tam üyelik meselesine karar alırken bunu farklı bir şekilde de yapabilirler, veya doğrudan doğruya bir takvimle kabul edebilirler, hiç takvimden de bahsetmeyebilirler. Ben gün kendilerine hiç takvimden bahsetmeyen bir kararın Kopenhag zirve sonucunun Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin bir belirsizliğe sürükleyeceğini ve bunu Türkiye’nin çok büyük tepkisi doğacağını söyledim. Kıbrıs meselesinde bizim kabul edemeyeceğimiz bir karar alabilirsin, zaten tepkiler ne olacağı daha önce açıkça ortaya koymuştuk.
       
       Mithat Bereket: Özellikle bu dokunulmazlıkların kaldırılması yada sınırlandırılmasıyla ilgili çok fazla talep var vatandaşlardan. Mesela Ali Güvenç diyor ki “partinizin yolsuzluk iddiaları sebebiyle çok yıprandığı söyleniyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması yada sınırlandırılması konusunda açık bir tavır koyarak bunu engelleyemez miydiniz? Eğer bir şekilde hükümetin içinde olursanız dokunulmazlıklar konusundaki tavrınız ne olacak?”
       
       Mesut Yılmaz: Burada bir kere yanlış bir bilgi var. Zannediliyor ki dokunulmazlık kesin bir zırh gibidir, kim dokunulmazlığa sahipse, dokunulmazlık ayrıcalığına sahipse onun hakında hiç bir soruşturma yapılamaz, onunla ilgili hiç bir husus soruşturulamaz. Tam tersine bizimle ilgili olarak geçmişte soruşturma komisyonları kurulmuştur, soruşturma komisyonları herşeyi soruşturdular, ben onlara her zaman istedikleri bilgileri verdim, istedikleri kişilerin ifadesine baş vurdular. Ayrıca bu yolsuzluk iddialarıyla ilgili mahkemelere intikal etmiş olan çeşitli davalar var, o davalar ile ilgili istendiği zaman yargı meclise başvurur, Adalet Bakanlığı, Başbakanlık Aracığılı ile TBMM’ye baş vurup her hangi bir dokunulmazlığa sahip kişi hakkında bu dokunulmazlığın kaldırılmasını talep edebilir. Bu da normal prosedürle gündeme gelir ve karar bağlanır. Dolayısıyla dokunulmazlık zannedildiği gibi kişiye mutlak bir koruma sağlayan bir kalkan değil. Dokunulmazlık daha çok asıl varoluş itibariyle milletvekillerinin hiç bir baskı altında kalmadan görüşlerini serbestçe dile getirebilmelerini sağlamak için konulmuş. Kabul ediyorum dünyadaki örnekleri de bize aynı şeyi söylüyor ki kürsü dokunulmazlığının Türkiye’de bu kadar geniş kapsamda, sadece kürsü dokunulmazlığı ile sınırlı olması gereken dokunulmazlığın bu kadar geniş kapsamda tutulması kamuoyunda haklı bir tepki doğurmaktadır. Biz ne yaptık buna karşı? Biz bundan önceki meclis döneminde anayasa değişikliği teklifini bütün milletvekillerimizin imzasıyla meclis başkanlığına getirdik, genel kurula indirdik. Malesef orada yapılan oylamada yeterli çoğunluğu sağlayamadık. Dolayısıyla sadece bizim isteğimizle bu meselenin çözülmesi mümkün değil. Ama ben burada açıkça söylüyorum bana göre milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılması lazımdır, kaldırılması yanlıştır, kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırılması lazımdır. Milletvekilleri de yanlış eylemlerinden dolayı dokunulabilmelidir.
       
       Mithat Bereket: ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz çok, çok teşekkürler.
       
       Mesut Yılmaz: Ben size teşekkür ederim bu imkanı verdiğiniz için.
       
       Mithat Bereket: Böylelikle bu geceki Seçim Meydanı’nın sonuna geldik. Önümüzdeki günlerde Seçim Meydanları devam edecek. Yanlız ondan önce yarın sizlerle 17:05’de Anahtar programında Ankara’dan birlikte olacağız. Yarın 17:05’de Anahtar’da yeni bir konuyla, yeni bir mekanda sizlerle olmak üzere şimdilik hepinize Ankara’dan iyi geceler.

 

 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları