Konuklar:
DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, DYP Mersin Milletvekili Ayfer Yılmaz
ve DYP İzmir Milletvekili Mehmet Ali Bayar
Mithat Bereket:
Hepinize merhaba. Seçimlere tam yirmi gün kaldı. Liderler artık tam
anlamıyla seçim havasına girdiler, herkes seçim meydanlarına çıktı. İşte
biz de bu geceden itibaren hafta içi her gece Türkiye'deki seçim meydanlarını
evinize getireceğiz. Meydanlara çıkan, mitinglerde konuşan, kalabalıklara
seslenip oy isteyen siyasi parti liderlerini konuk edip seçim meydanını
evlerinize taşıyacağız. Ancak bu Seçim Meydanı'nın bir farkı var genelde
seçim meydanlarında liderler yüksekçe bir yerden seçmenlere seslenirler,
vaadlerde bulunurlar ve sonra da giderler. Oradakilerin yani halkın lidere
doğrudan soru sormasına, görüş bildirmesine imkan yoktur. İşte bizim Seçim
Meydanı'nın farkı burada, sizler NTV'de konuğumuz olan siyasi parti liderlerine
istediğiniz soruları sorabileceksiniz. Bunun için faks numaramız 0212
335 00 22, bize internet aracılığı ile de ulaşabilirsiniz www.ntvmsnbc.com
haber portalındaki Seçim Meydanı bölümüne girerek bize sorularınızı yazabilirsiniz.
İsterseniz programımız sırasında konuğumuz olan siyasi partilerine sms
mesajı geçerek de soru sorabilirsiniz. Bunun için ise numaramız 0533 229
57 07. Sorularınızı ve görüşlerinizi bekliyoruz. Gelelim bugün kü Seçim
Meydanı'nın konuğuna. Bugün kü konuğumuz DYP Genel Başkanı Tansu Çiller;
aslında konuklarımız demek daha doğru. Çünkü Sayın Çiller bugün kü Seçim
Meydanı'na iki arkadaşını, daha doğrusu iki kurmayı ile birlikte geldi.
DYP Mersin Milletvekili Ayfer Yılmaz ve DYP İzmir Milletvekili Mehmet
Ali Bayar da burada. Hoşgeldiniz hepiniz?
Tansu Çiller: Milletvekili
yaptığınız için teşekkür ederim bu arada adaylarımızı...
Mithat Bereket:
Pek çok soru var aslında, gelen çok fazla, pek çok grup var ama hemen
nasıl gidiyor diye başlamak istiyorum size. Yani bu anketleri nasıl görüyorsunuz,
pek çok anket yayınlanıyor, baraj korkunuz var mı örneğin?
Tansu Çiller: Bence
bu konudaki en güzel araştırmayı veya manşeti bugün önemli bir gazete
attı ve dedi ki bu manşetlere inanmayın bu manşetler bunlarla beraber
gelen bir takım kamuoyu araştırmaları aslında yapay. Çünkü adeta satın
alınıyor, bununla ilgili bir takım verileri var herhalde ellerinde. Bizim
meydanlarda gördüklerimizle zaman zaman yayınlanan anketler bir birini
tutmuyor. Ben DYP'nin hiç bir dönemde baraj sıkıntısı olduğunu düşünmedim,
yoktu da. Ama bu böyle lanse edildi zaman zaman da böyle anlaşıldı. Ama
seçim Türkiye'de son hafta ve son günlerde, hatta sandıkta kazanılır.
Bazı seçimler vardır ki çok önde gittik sonuçta, arkalara düştük, tam
tersi olduğu bir takım olaylar da vardır. Birincisi bu defa anketlere
inanmamak lazım. Çünkü bu anketler anlaşılıyor ki parayla satın alınabiliyor.
Bugün kü gazetelerin maşetten verdiği bilgi de bu doğrultuda. İkincisi
en önemli anket bana göre yollardır, yani çıktığınız zaman hatta meydanlar
değildir, yollardır. Çünkü meydanlara taşıyabilirsiniz bir takım insanları.
Ama yollar ve balkonlar ve evler gerçek ankettir. Orada DYP bence açık
bir farkla önde gidiyor, birinci gidiyoruz. Bir üçüncüsü de bunu da çok
önemli görüyorum bir günde üç dört miting yapıyoruz ve hatta ilçelerde
yapıyoruz. Diğer partiler ise çok daha az sayıda bölge mitingleri yapıyorlar.
Mesela Karadeniz'de gidiyorlar sadece Trabzon'a. Biz öyle değil her ilde
zaman zaman ilçelerde devamlı birlikteyiz orada farklılığı görmek mümkün.
Mithat Bereket:
Bu anlayışla bakınca peki sizin tahminiz ne? Yani bu anlamda tecrübelisiniz,
biraz evvel siz de söylediniz nasıl kokluyorsunuz havayı?
Tansu Çiller: Bizim
yaptığımız araştırmalarda ikinci gözüküyoruz ama ben bir süprize doğru
gittiğimizi görüyorum. Türkiye bir süpriz yapacak ve sağ duyu galip gelecek.
Çünkü bizim sağımızda radikal olarak gördüğümüz bizim ve yetkisi olmayan
bir genel başkanın, başbakan seçilemeyeceği ve milletvekili olamayacak
bir genel başkanın Türkiye için bir başbakan ataması gibi bir durumla
söz konusu, karşı karşıyayız. Aslında maduriyetlere karşıyız, onu söyleyim.
Biz DYP olarak, Kırat olarak her zaman milletin yasaksız olmasını savunduk.
Yasaksız bir Türkiye, konuşan bir Türkiye. O maduriyet varsa biz onu mutlaka
göğüzleriz ve eğer varsa bunun gereğini yaparız ama Türkiye fiili olarak
da bir durumla karşı karşıya. Yetkisi olmayan bir genel başkan adayı ama
başbakan değil, milletvekili değil ve başbakan seçicek. Yani bu çok farklı
bir görüntü, demokrasiyle bağdaşmayan bir görüntü. Daha da önemlisi arkasından
Türkiye'nin çok önemli meseleleri var. Ne yapacak Türkiye sorunu için,
ne yapacak işçinin sorunu için, ne yapcak Avrupa Birliği için, ne yapacak
Irak konusu geliyor önümüze ve çok ciddi bir yangın yerine dönmüş bir
Türkiye ve bunlarla nasıl başa çıkacak? Ama "inadına" diyen
bir refleks olabilir, bu sağ duyuya dönecektir. Sağ duyuya döndüğü oranda
da bu DYP'ye doğru yönelecek.
Mithat Bereket:
Aslında bütün konulara geleceğiz, hepsine o kadar çok soru geliyor
ve gelmeye devam ediyor ki. Hemen ben girmek isityorum mesela Ali Güvenç'in
bir soru. Genelde ilk sorular daha çok genel sorular tabi gelecekle ilgili...
burada önemli bir soru var ve özellikle 4 Kasım sabahı ne olucak soruları
var, daha doğrusu hükümet ne olacak, koalisyon soruları var. Ali Güvenç'in
sorusu da böyle bir şey "Sayın Tansu Çiller kendisini CHP'ye daha
yakın bulduğunu, AKP ile koalisyon kurmak istemediğini açaka belirtti.
Buna rağmen Sayın Çiller Derviş'i seçim kampanyası süresince eleştirdi.
CHP'nin ise ekonominin başına Kemal Derviş'i tek başına getirmek istediği
açık. CHP'nin bu isteğini olumlu karşılamanız mümkün mü, CHP ile muhtemel
bir koalisyon pazarlığında Kemal Derviş'e yaklaşımınız ne olacak?"
diye soruyor Ali Güvenç.
Tansu Çiller: Aslında
karar vercek millettir. Yani millet verir, bizim efendimiz ve bizim herşeyin
üzerinde olan millettir ve biz milletin sağ duyusuna güveniyoruz ve tek
başına iktidarı istiyoruz. Yani seçenekler açık, sağda biraz önce ifade
ettiğim yetkisel bir genel başkan Türkiye nasıl halledecek, kimi aklayacak
böyle bir şey olamaz. Yani almış yedi milyonla bir kişinin yetkisiz olmasına
rağmen birinin bir programları çıkarması mümkün değil. Öbür tarafta da
milletin çok tepkili olduğu ve özellikle son bir buçuk, iki yıla damgasını
vurmuş, fakirliğe hem Türkiye'nin en borçlu olduğu, en hızlı fakirleştiği,
en fazla işsiz kaldığı, işçinin en fazla madur olduğu; özellikle işçiyi
söylüyorum. Memurun, emeklinin perişan olduğu bir programın altına imza
atmış bir Derviş var ve Sayın Ecevit'in iki bakanı, biri Baykan, biri
Sayın Derviş. Bunlara da millet çok tepkili, çünkü güven eğer güven olsa
bunları ortaya koyar. Bu hükümetin dördüncü ortağı, dört ortağı birlikte
adeta sefalete damga vurdular, Türkiye'nin adeta bir savaş haline gelmiş
fakirleşmesine damga vurdular, yoksullaşmasına damga vurdular millet buna
da tepkili. Şimdi biz bu iki tepki diyoruz ki bu işin bir de doğru yolu
var, merkezi var, ortadan giden bir şeyi var ve biz farklıyız. Bakın herkesi
aynı kefeye koyuyorlar ama bizi koymasınlar, millet koymasın.
Mithat Bereket:
Ne fark var?
Tansu Çiller: Neden?
Çünkü çok önemli bir fark var, birincisi beş yıldır biz yokuz. DYP olmayınca
Türkiye bu hale geliyor, Kırat olmayınca Türkiye bu hale geliyor. Ne zaman
Kırat olmasa bu oldu. Yani ne zaman sol iktidarlar gelse, işte ilk önce
"yoksullukla mücadele edeceğiz, yolsuzlukla mücadele edeceğiz"
dediler. Ama Türkiye'yi bunların hepsinde şampiyon yaptılar ve beş yıldır
olmayan bir ekip. Yani Türkiye DYP olmadığı için böyle oldu. Efendim bu
geriden işte o zaman Abdulhamit'e kadar götürelim bu meseleyi ve ordan
itibaren bütün sorunlar geldi birikti diyelim. Bu böyle değil, biliyoruz
ki yüzde sekiz büyüyen bir Türkiye bıraktık, biliyoruz ki Avrupa Birliği'ne
girmiş rekabet eden bir Türkiye bıraktık. Yüzde sekiz üç yıl OECD birincisi
olmuş büyümede. İşsizlikte Avrupa Birliği tam üyelerinin gerisinde olan
yani Fransa'nın, Almanya'nın, İspanya'nın hepsinin gerisinde olan. Bunlar
bizim rakamlarımız değil, bunlar OECD rakamları. Sonra bir bakıyoruz ki
Türkiye bir anda dünyanın en borçlu ülkesi olmuş. Ben hemen gösteririm,
şu rakam hazine müsteşarlığının, yani bizzat Sayın Derviş'in başında olduğu
müsteşarlığın rakkamı, eğer ekrana yansıtabilirsek görülüyor ki Türkiye
birden iç ve dış borucunu nerdeyse milli gelire olan oranla üçe katlamış
burada da Derviş var. Netice itibariyle görülen fark bu. Bizim dönemimizde;
bakın! biz de 5 Nisan kararları uyguladık, bir dolar alınmadan altı ayda
Türkiye aştı bunu. Ama bunun yanında bu hükümetin yine Hazine Müsteşarlığı'nın
rakamı, bizim değil kendi rakamları Türkiye'nin geldiği dünyanın en borçlu
IMF ülkesi. Ve bu borç milletin sırtında ama bunla yatırım olmamış, burdan
esnafa bir şey gitmemiş, buradan hatta sanayice gitmemiş, buradan gecekondulara
bir şey gitmemiş, buradan gençlere bir şey gitmemiş, kadınlara hiç bir
şey gitmemiş ve böyle bir ortamda diyoruz ki tek başına iktidar.
Mithat Bereket:
Özellikle sizin döneminizle ilgili, 1993 - 1997 arasında dönemde ilgili
mesela bir soru var, Murat Çelik soruyor, bir esnaf. İsterseniz gelin
önce onun sorusuna kulak verelim çünkü kameralarımıza bu soruyu yöneltmiş
sizin özellikle döneminizle ilgili, daha doğrusu halkın nasıl gördüğünün
bir örneği olabilir. Bakalım o ne diyecek, izleyelim Murat Çelik'in sorusunu:
"Sayın Çiller daha önce kendi döneminde de başbakanlık yaptığınız
dönemlerde neden ekonomiyi daha iyi yapamadınız, neden düzeltmediniz?"
Bu sorular çok geliyor. Niye siz o zaman yapmadınız, şimdi neye dayanarak
bir daha size oy verelim, yani çok kritik bir soru gerçekten.
Tansu Çiller: Benim
iki buçuk yıllık başbakanlık dönemimde karşıma bir terör mücadelesi çıktı.
Bu terörde unutmamak lazım ki milyarlarca doları gitti Türkiye'nin ve
o dönemde oradaki çocuklarımız eğtim görmemişlerdi, yıllarca görmemişlerdi.
Yani yıllar, beş yılı aşkın bir süre okula gitmemişler, Türkçe konuşamıyorlar,
okuma yazma bilmiyorlar, tren yolları işlemiyor. Zamanın Başbakanı Mesut
Yılmaz orada bir meydan mitingine gidememiş, iptal etmiş ve okulların
kapalı olmasının yanında üniversteler kapalı demokrasi yok. Neden yok?
Sizler yoksunuz orada, yani basın mensupları yok, basın biroları kapalı,
gazeteler kapalı, gazeteler kapalı ve partiler kapalı. Öyle bir Türkiye
yer aldık ve ilk işimiz onunla meşgul olmak oldu. Bütün bunu yaparken
bıraktığımız zaman orada bütün yolların açık, üniverstelerin açık hatta
turistlerin oraya gittiği, hatta bütün çocukların okula yeniden başladığı,
yeniden futbol sahalarının açıldığı, yeniden sporun açıldığı, partilerin
yeniden gittiği, demokrasinin oraya yeniden götürüldüğü bir ortamda bıraktık.
Bu birincisi, bu çok önemli bir olaydı. İkincisi ben gelir gelmez başbakan
olarak hemen bir istikrar programı uyguladım çünkü Türkiye'ye bir kriz
geliyordu. Benim ortağım Sayın İnönü'ydü o zaman SHP'nin Genel Başkanı
dedi ki "ben istikrar programı uygulayamam, üç ay sonra çekiliyorum,
yeni geleni bekleyin" peki Sayın Karayalçın'ı bekledik, Sayın Karayalçın
dedi ki biz mahali seçimler olmadan bu istikrar programını uygulayamayız;
hazır, herşeyimiz hazır. Dolayısıyla Mart sonunda mahali seçimler oldu
ve 5 Nisan'ı açıkladık. 5 Nisan'ı açıkladığımız zaman biz de IMF'ye gittik,
Dünya Bankası'na gittik aynı programlar önümüze konuldu. Ama ben dedim
ki "bu programlar bize uymaz, bu programlarda çok büyük yoksulluk
ve işsizlik olur." bize para verceklerdi, istemem bir dolar almadım,
elimi açmadım, kimsenin önünde eğilmedim ama onların desteğini istedim.
Yeşil ışık yak, sadece yeşil ışık yakın bizi destekleyen ve milletime
döndüm bir fedakarlık istedim altı ay içinde Türkiye'yi bir düzlüğe çıkarmak,
tekrar yüzde sekiz büyümeyi eksi altı buçuktan yüzde sekiz büyümeye. Yüzde
yüzde yüz kırk dokuz bir enflasyondan yüzde altmış beşe düşürmeye başardık
ve üç yıl üst üste Türkiye OECD birincisi oldu, büyümede OECD birincisi
oldu ve o ortamda Türkiye'yi Gümrük Birliği'ne soktuk. Dediler ki "Gümrük
Birliği'nde göçersiniz, çökersiniz, ekonominiz yok olur, mahfoluruznuz..."
Mithat Bereket:
Diş politika malzemesi yaptığınıza dağir di o dönemde ve hala bu kritikler
geliyor, sorular da var Gümrük Birliği konusunda...
Tansu Çiller: Hiç
kimse o konuda bu hükümetle yarışamaz çünkü biz sonuca vardık. Bu hükümet
de Kopenhag Kriterlerini kendi aralarındaki mücadeleden ve çekişmeden
dolayı çıkaramamalarına rağmen yani adeta çope atılmış bir proje haline
getirmiş olmalarına rağmen ve bizim bütün isteğimize rağmen bunu bir çerçeve
yasa halinde çıkaralım, meclisi kapatmayalım dediğimiz günlerde "biz
kapatacağız bu meclisi" neden kapatacaksınız? "Çünkü biz hükümeti
Avrupa Birliği'nden daha önemli görüyoruz." Avrupa Birliği'nden mesul
Başbakan Yardımcısı'nın kendi laflarıdır, bizim heyetimiz önünde kapatmalarına
rağmen sonuç itibariyle Gümrük Birliği'ne ben sokmuştum, biz sokmuştuk,
Avrupa Birliği'ne de mutlaka Türkiye girmeli diye o projeyi mecliste biz
destekledik, o yasayı biz çıkardık. Ama pazarların yapılmadığını görüyoruz.
Oysa bize şunu söylemişlerdi, biz bu işin pazarlığını yaptık çünkü dış
politika deneyim meselesidir, pazarlık meselesidir aynı zamanda da bir
sanattır, bir artı bir daima iki etmeyebiliyor, bazen sıfır da edebiliyor.
Öyle gözüküyor ki bu sanatı icra edemeyen, bilmeyen, deneyimi olmayan
ve bu meseleyi sadece iç politikada kullanan ama dışarıda yapmamış bir
ekiple Türkiye yönetildi beş yıl boyunca.
Mithat Bereket:
Bir başka soru yine koalisyonla ilgili. Yani ekonomiye nasıl geçmişle
ilgili sorular geliyor. Bir başka soru bu sefer koalisyon ortağı Refah
Partisi zamanıyla ilgili. Eyüp Kasay'ın bir sorusu var: "Bir zamanlar
Refah Partisi ile kesinlikle koalisyonu kurmayacağınızı söylüyorsunuz
fakat partinizin çıkarları için, size oy verenlere rağmen Refah Partisi
koalisyonu kurdunuz. Şimdi aynı şeyi AKP için söylüyorsunuz, seçmen buna
bir kez daha neden inansın?"
Tansu Çiller: Hayır
aynı şeyi AKP için söylemiyorum. Millet AKP'yi istemiyor ve meydanlar
yine Derviş dönemini istemiyor ve dolayısıyla da ben istemiyorum. Demokraside
karar veren millet oluyor dolayısıyla ben o dönemde tıpkı benden önceki
liderlerin olduğu gibi yani hiç kimse Sayın Ecevit'in laik cumhuriyet
konusundaki hasasiyetinden şüphe etmez, çok belki sıkıntıları oldu ama
etmez, Sayın Demirel'in etmez, Sayın Özal malesef yine bu demokrasinin
sıkışıklığından ve sıkıştırılmasından; unutmamak lazım ki İzmir Erbakan'ın
adayıydı. Sayın Ecevit koalisyon kurdu, Sayın Demirel koalisyon kuruldu.
Ben on milletvekilim fazla olmasına rağmen belki de talihin ve tarihin
bir altın tepsi içinde sunduğu başbakanlığı götürdüm Sayın Yılmaz'a verdim
ona rağmen olmadı, sonra seçim istedi, onu da meclis kabul etmedi, dörtlü
koalisyon istedim onu da kabul etmedi. O dönemin Sayın Mesut Yılmaz'ı
Avrupa Birliği bir kenara Gümrük Birliği'nden çıkmayı düşünüyordu ve keza
aynı şekilde Erbakan. Biz yapmasaydık ertesi gün yapıyorlardı, sabahleyin
yapıyorlardı ve benim en önemli projem olan, hayalim olan ve idealim olan,
siyasete girmekteki nedenlerimden en büyüğü olan Avrupa'da ne varsa dünyada
ne varsa benim ülkemin her yerinde olsun, kadınların mutfağına kadar o
girsin. Onun için Türkiye medeni dünyanın bir parçası olsun dediğim projem
o gün bir işbirliği içinde, Sayın Yılmaz'la Sayın Erbakan'ın işbirliği
içinde tamamen yok olma durumundaydı ve büyük bir direnç gösterdim, bedelini
ödedim ve Erbakan'ın istifa etmesini kabul ettirdim ama o dönemde Türkiye
Avrupa Birliği'ne etmeyecekti Sayın Erbakan'a rağmen. Faizleri kullanmayacaktı,
kullandık, tamamen özelleştirme gidecekti, özelleştirmede çok daha iyi
bir performans gösterdik. Ortadoğu politikası sil baştan değişecekti,
İsrail ile o dönemde yapılması gerekli olan ama sonra takip edilmeyen
serbest ticaret bölgesi ve aynı zamanda çok önemli savunma işbirliği projesini
imzaladık, bunların hepsine Sayın Erbakan dahil oldu ama sonunda Sayın
Erbakan'ın istifasını istedik. Kolay bir olay değildi, ubunu başardık
ve meclis çoğunluğunu arkamıza aldık noterden imzalı arkamıza alarak üç
aylık daha başbakan olmak istedim. Neden? Türkiye'yi Amsterdam Zirvesinde
olduğu gibi, kabul edildiği gibi ilk beş veya ilk sekiz üye ile birlikte
müzakere tarihini aldıracaktık, bu mümkün olmadı. Şimdi bugün millete
dönüyorum ve diyorum ki: Bakın! yine karar verecek olan sizsiniz. Ben
hiç kimse ile koalisyon istemiyorum bu imkanı verin bana. Sekiz yıl Özal'a
verdiğinizin iki yılını bizim ekibimize verseniz biz Türkiye'yi şahlandırırız.
Mithat Bereket:
Geçmişe dönüş var örneğin o kadar çok şey var ki özellikle Refah -
Yol ile koalisyon ortaklığınız döneminde sizdeki değişiklikler mesela
söyleniyor, tesbihle fotoğraflar gündeme geliyor hatta başörtülü fotoğraflar
gündeme geliyor. Yani o zaman onu yaptınız, şimdi nasıl inanalım, hep
bu var.
Tansu Çiller: O
günlerde çıkan resimler benim başbakanlığım döneminde yani başbakanlığım
döneminde İsrail'e ilk başbakan olarak gittiğim zaman Mescid-i Aksa'da
namaz kıldığımda fotoğraflarımdır, çok ilginç. Ben her zaman hayatım boyunca
dua okurken, daima baş örtüsü kullandım, daima camiye giderken kullandım.
Dün de kullandım, bugün de kullanıyorum, yarın da kullanacağım. O resimler,
sanki o günün resimleri olarak çıkan resimler benim için son derece ulvi
olan ve bence İslam dünyası için son derece ulvi olan bir başbakanın ilk
defa İsrail'e gidip Mescid-i Aksa'da namaz kıldığı ortamdan çıkarken ki
resimleridir. Çok ilginçtir o sıralarda yayınlandı. O bir olaydı, DYP
ve Kırat zaman zaman bu tip dönemlerden geçmiştir ve biz bu dönemleri
Demokrat Parti'de yaşadık, biz bu dönemleri Adalet Partisi'nde yaşadık.
Ama ilginçtir her bu yaşanandan sonra Kırat şahlanmıştır şimdi yine o
döneme girdik Kırat şahlanıyor.
Mithat Bereket:
Ben hemen İhsan Denizel'in sorusuna geçmek istiyorum e-mail ile, internet
aracığılığı ile gelen bir soru aslında çok kısa ve öz "seçimlerde
barajı geçemezseniz siyaseti bırakacak mısınız?"
Tansu Çiller: Böyle
bir ihtimal yok. Ama bir genel başkan ne yapacağını önceden söylemez gereğini
yapar. Ama biz başa güreşiyoruz, biz birinciliğe güreşiyoruz ve millet
görecektir ki Kırat hakikaten çok büyük bir süprizle çıkacak. Aslında
siyasetten anlayan böyle söylemeye başladı. Son hafta ve son günlerde
çok iyi bir atak ve çok ciddi bir süpriz bekliyorum.
Mithat Bereket:
Peki ben soruyorum ne olursa siyaseti bırakırsınız? Sizce bir genel
başkan ne olursa siyaseti bırakmalı Türkiye'de?
Tansu Çiller: Eğer
hizmet edemeyeceğine karar verirse, eğer bütün azınlığını ortaya koymuş
olmasına rağmen o hizmeti aktaramayacağını, böyle ileriye yönelik bir
tıkanma görürsem o zaman bırakırım.
Mithat Bereket:
Bir başka soru, kameramıza gelen bir soru İlker Kara'dan serbest meslek
sahibi İlker Kara onu izleyelim beraber "Sayın Çiller iki anahtar
sözünüz vardı bu seçimlerde bu sözünüzü tutacak mısınız?" Sık sık
geliyor anahtar sözünüz vardı ve arkasından mavi kart ile ilgili.
Tansu Çiller: O
kadar memnun oluyorum geldiği zaman, hiç böyle şeylerden endişe etmeyin.
Bu bir vizyondu, bir Avrupa Birliği vizyonuydu. Dünyada ne varsa herkesin
bir arabası, bir evi var. Benim ülkemde de olmalı, bu vizyon buydu. Ama
çok ilginç bizim dönemimizde alınan arabaların anahtarlarıyla birer birer
satıldı, en fazla arabalar bizim dönemimizde alındı, en fazla anahar yine
traktörler bizim dönemimizde alındı, en fazla yine keza ev sahibi ortalama
bizim dönemimizde oldu. Ancak o dönemde alınan arabalar anahtarları da
satıldı bugün, o dönemde alınan traktörler satıldı bugün. Dolayısıyla
her şeyi biliyor, millet her şey içerisinde. Tabi o iki anahtar şu değildi
işte Nisan 1994 diyelim ki sabah saat dört "Hatice gel iki anahtar
senin buyur" ben yirmi beş yıl üniverste hocalığı yapmış bir kişiyim
böyle bir olay yok, dünyanın hiç bir yerinde yok. Bu bir vizyondu ve o
vizyona da büyümeyle eriştik biz yüzde sekiz büyüme üç yıl üst üste dünya
rekorudur, Türkiye rekorudur aynı zamanda. Çok araba alındı anahtarıyla,
çok traktör alındı anahtarıyla. Malesef o zamanlar hasattan sonra satılır
bir de bir araba alınırdı veya bir traktör alınırdı. Şimdi onların hepsi
hasattan sonra hem evini satıyor, hem de traktörünü satıyor bu anahtarlar
gidiyor. Şimdi bunun hesabını sorma zamanı, asıl bunun hesabını sorma
zamanı.
Mithat Bereket:
Aslında bununla beraber gündeme gelen mavi kart soruları var. Mesela
Helin Toprak'ın bir sorusunu örnek olarak seçiyorum pek çok soru var çünkü.
"Sayın Çiller herkese mavi kart vaadi veriyorlar. Sağlık harcamaları
bu kadar pahalıyken bu vaad edilen kartlardan nasıl yararlanacağız ve
finansmanı nereden sağlanacak?" Bununla beraber başka sorular da
var. Özellikle her mahaleye bir trilyon vaad ediyorsunuz. Günümüz ekonomik
koşullarında bu parayı nerden bulacaksınız diye herkes bilmek istiyor,
merak ediyor.
Tansu Çiller: Oktay
Ekşi'nin kulakları çınlasın bu yanlışı düzelteceğini ifade etmişti telefonda
ben de bekliyorum. O tabi keşke olsa dediğim bir şey. Bizim birileri milyoner
değil bizim geçmişimizde Adnan Menderes herkese bir milyon vaad... keşke
herses olsa. Önemli olan bugün herkesin işini ve aşının olmasıdır. Bizim
çıkardığımız sloganımız çok gerçektçi biz diyoruz ki ekmeğini geri istiyorsun
ve ekmeği büyüteceğiz, yani söylenen şey bu. Bununla çıktı Türkiye, yani
ortadireği sallandırmaya, yoksuluğu gerçek olarak ayaklandırmaya, Türkiye'yi
huzuru getirmeye, herkesin işinin olduğu bir Türkiye'yi getirmeye ve herkesin
de...
Mithat Bereket:
Herkesin söylediği şeyler de çok somut olarak nerden?
Tansu Çiller: O
zaman ilk önce şu mavi kartı anlatayım. Mavi kart aslında son derece geniş
bir sağlık reformuyla DYP'nin hazırlamış olduğu önemli bir programdır,
aşağı yukarı yedi yılda hazırlanmıştır. Böyle bir olay dünyanın her yerinde
var, Amerika'da var özel sağlık sigortacılık sistemidir. Bugün Türkiye'de
bakıldığı zaman 1998 yılında dokuz milyar dolar bir sağlık haracaması
oldu bu 2001 yılında on bir milyar civarı olduğu düşünülüyor. Yüz yetmiş
sekiz dolar kişi başına harcanıyor. Çok büyük ölçüde devlet sahibi, yani
hastanelerin sahibi devlet bir biçimde bunları işlediyor. Fakat bu işletmelerde
çok ciddi bir takım istismarlar yanında mesela her hastanede temografi
makinasından tutun da her edevada kadar var ve teknoloji değiştiriliyor,
bir daha alınıyor. Çok büyük bir kaynak israfı var. Bizim yaptığımız araştırmalarda
sağlık sigortacılığına baktığımız zaman sağlık sigortacılığında bir takım
şirketlerin mesela Koç'un, Yapı Kredi'nin, Anadolu Hayat'ın üç yüz altmış
beş dolara kadar, dört yüz yirmi dolara kadar ortalama primleri olduğu
gösteriliyor. Halbu ki bunu bir kitle için pazarlıkla yapabilirsiniz yüz
yirmi iki dolara kadar düşürebiliyorsunuz. Dolayısıyla birincisi Türkiye'nin
mesela İtalya'da sadece bir şehirde olan ve bazı hastanelerde özelleştiriniz
kimisi böbrek üzerine, kimisi kalp üzerine. Onlar özelleştirmeyi, olan
ihtisaslaşmayı Türkiye'ye bütün devlet hastanelerinde yaygınlaştırarak
bir büyük israfın içine hatta zaman zaman belki de yolsuzluğun içine girmiş.
Delvet hastaneleri devletin hastanesi olmaktan çıkıp özerkleştiriliyor
daha sonra da imkan bulunursa özelleştiriyor. Ama herkese bu arada bir
mavi kart veriliyor. Bu mavi kartın primini ödeyebilen ödüyor. Hatta şimdi
hem devlette emekli sandığında olup bu primi emekli sandığına ödeyip bir
yandan da Anadolu Hayat'da kendi özel sigortasını... Türkiye'nin büyük
bölümünde yasak yok, Allah vatandaşımıza da sağlık versin, hastalık göstermesin
diğer yarısında da her iki yataktan nerdeyse biri, yüzde kırkı altın kapasite
olarak duruyor, yani kullanılmıyor. Dolayısıyla bu bir pilot uygulamayla
ilk önce üç ilden başlanarak beş yıl içinde seksen bir ile kadar varan
bir uygulamayı herkese bir mavi kart vererek ve primini ödeyebilenin kendisinin
ödediği, ödeyemeyin devlet tarafından ödendiği ve bunu yaparken de fazla
harcama değil, etkin harcama yaptığı bir ortamla Türkiye karşı karşıya
kalıyor. Hatta bu çok geniştir, bunu tartışmayı çok isterim, çok ciddi
veriler var ama bütün bunun en ilginç noktası biz beş yıl için yapacağımız
harcamaları hesap ettik, yapacağımız blokuna koyduk öbür tarfta da kaynaklarımızı
bulduk. Kaynaklarla harcamalarımızı dengeledikten sonra milletin huzuruna
ilk yıl yüzde yedi buçuk artış ve onunla birlikte aynı zamanda dört yılda
yüzde dörde inen bir enflasyon hedefiyle karşı karşıya bırakıyoruz milletimizi.
Mithat Bereket:
Bu kaynak konusuna gelirsek, herkesin somut olarak bilmek istediği
ve çok soru da var bu konuda. Mesela iki yüz yirmi beş milyar dolardan
bahsediyor Sayın Çiller diyorlar. Nereden bulunacak bu para?
Tansu Çiller: Bu
işin esası, bu işi ehline vereceksiniz derken biz bunu söylüyoruz. Yani
biz bunu beş yıldır hesapladık, modellerimizi biliyoruz ve hep haklı çıktık.
Sayın Bereket en önemlisi o yıl 1999 burdan IMF programına Türkiye'nin
Kurtuluş Savaşı diye ortaya attığınız meselelerde biz dedik ki hayır,
Türkiye dokuz ay içinde ciddi bir krize gidiyor ve 2.8 milyar dolar cari
işleme açığı olacak derken IMF'nin hedefi biz on milyar dolar olacak dedik
9.8 milylar dolar çıktı. Dolayısıyla söylediğimiz herşeyin doğru çıktığı,
haklı çıktığını, muhalefette denendiğimiz ve bundan öğrendiğimiz, çok
şey öğrendiğimiz bir geçmişle geliyoruz. Biz hep haklı çıktık ve hatalarımızdan
da ders aldığımız için haklı çıkmaya devam ediyoruz. Yani biz artık tecrübeliyiz,
biz artık bu işi biliyoruz. Kamunun ek gelir sağlayan kaynakları var her
biri hesaplı. İlk önce vergi oranlarını düşürmeyi ön görüyoruz, ne kadar
düşüreceğimiz belli ama her zaman bu her kötülüğün içinde iyiliğin olduğu
sorunu vardır. O kadar çok üretim düşmesi yaşadı ki Türkiye üretim artışına
geçtiği zaman vergi oranlarını düşürseniz daha orada görüleceği gibi toplanan
vergi artışları, rahatlaması gündeme geliyor. Ama hiç bir şey toplamayacağız,
açıktır çünkü ilk yıl bu operasyonu yaptığınız zaman hiç bir şey görmez,
bu ortadadır. Yine mesela kayıt dışı çalışan dört buçuk milyon insan var.
Bugün SSK primleri OECD primlerinin yüzde elli üstündedir, Türkiye Avrupa
Birliği normlarına girmelidir, OECD normlarına girmelidir. Bunu yaptığınız
zaman ve bununla birlikte üç yıl hiç bir stopaj, istihdam almadığınız
zaman aşağı yukarı dört buçuk, beş buçuk milyon insan kayıt dışı bunların
kayıt içine girmesiyle 1.2 milyar dolar bir kazancınız olacak... her yılın
ayrı ayrı toplamları var. Netice itibariyle telekomunda olduğu bir özelleştirme.
Bunu Mithat Bey hatırlarsınız benim 1993'den itibaren ortaya attığım Türk
Telekom'u özelleştirelim; kırk milyar dolardı o zaman Türkiye'nin o yıl
ilk baktığım zaman o iki milyar dolardı iç borcu, sonra on altı milyar
dolar oldu, kırk milyar doları vermek üzere hazırlandılar, bekliyor bizim
kararımızı ortağımız SHP'ye de kabul ettirdik fakat Sayın Ecevit dönemin
yine muhalefeti olan diğer liderleri Sayın Özkan da buna dahildir, Sayın
Yılmaz çok ilginç bir liberal parti nasıl bunu yapar, MHP "Türkiye'nin
bağımsızlığını yok ediyorsunuz, bağımsızlığını tahrip ediyorsunuz"
diye bunu iki defa Anayasa Mahkemesi'ne götürerek iptal ettirmişlerdir.
Üç milyar dolar toptan bekliyoruz, bir milyar dolarıdır sadece. Yani kırk
milyar dolar beklenen Türk Telekom bugün bir milyar dolara inmiştir. Türkiye
sadece bunu yapabilmiş olsaydı bu bizim vizyonumuzdu bugün Türkiye'de
ne enflasyon, ne borcu, hiç bir şeyi tartışıyor olmazdık. Bu ilk gelir
artışları aynı zamanda çok ciddi bir yeni borçlanma enstromanıyla geliyoruz,
GAP senetlerinin beş yıl vadeli, kar garantili, gelir garantili satılmaları.
Bunun ötesinde tabi daha önemli olan harcama tasarruflarının yapıldığı
ve devletin top yekün yeniden yapılanmasından ortaya çıkabilecek komu
ortak hesabı var, burada devletin borçlarının aşağı yukarı kırkı... biz
bu işi çok zor yaparız. Biz gerçekten bu konuda ekip olarak deneyimliyiz,
bunlardan sağlanacak olanlar var. BDDK'da şuanda duran bankalardan sadece
1.8 milyar dolar bekliyoruz. Bedelli askerlik uygulamasına sağlayacak
bir gelir var ve bütün bunlarla birlikte ilk yıl kırk yedi milyar dolarlık
bir kaynak, ikinci yıl otuz dört milyar, üçüncü yıl kırk milyar, dördüncü
yıl kırk sekiz milyar, beşinci yıl da elli üç milyar. Şimdi bunun içinde
olmayanlar var, ne var? Mesela Türkiye'nin iki trilyon dolarlık maden
kaynağı var, boru mesela Chrysler kullanmaya başladı Amerika'da ama bu
zaman alacak ve iki yüz elli milyon dolarlık yatırım yaptığınız zaman
ilk yıl beş yüz milyon dolarlık bir ihracat yapabiliyorsunuz. Bunları
biz bunu işe koymadık daha bunlar ekstralar. Mesela gecekondu islahı ve
bütün imarın islahı. Mesela deprem bölgesi özellikle İstanbul'da Kuzey'e
kaydırmak lazım bu İTÜ'nin projesi aynı zamanda. Orada hazine arazileri
var, orada kat karşılığı hazine arazileriyle yapmak ve bunu gece kondu
sahiplerine vermek ve gecekondunun deprem bölgesi olan bölgelerinde özellikle
Japonya'da olduğu gibi oynak zemine göre hesaplanarak inşa edilen ve aynı
zamanda şehirdeki imar islahını getirecek bir takım uygulamalardan geçirilecek
olan kaynaklar yok. Aynı zamanda mesela kaçakçılık var. Mesela biz diyoruz
ki petrol şuanda üretimimiz kırk milyar dolarlık petrol ürünü satıyoruz
ama aslında yirmi dört milyar dolarlık bir ithalat gözüküyor. Demek ki
bir kaçak var ve bunların hiç birisi de içinde yok ve dolayısıyla çok
hazırlıklı bir kaynakla geliyoruz.
Mithat Bereket:
BDDK'ya devredilen bankalardan bahsettiniz ve çok fazla soru var,
yani herkes aynı şeyden şikayet ediyor. Siz gelirseniz iktidara bu hortumlanan
paraları nasıl geri getireceksiniz, ne kadarını geri getireceksiniz, bu
konuda tahütleriniz yada vadleriniz?
Tansu Çiller: İlk
önce milletten şunu isterim bu hortumlanan paraların hesabını ilk önce
sandıkta sorsunlar. Yani biz hiç bir kimseye al gülüm, ver gülüm hesabıyla
banka açtırmadık. Kardeşlere dahil, kardeşlerinin ortak olduğu bankalar
dahil hiybe ettiler bankaları sonra murakıp raporları masalarda haftalarca
değil aylarca beklendi. Bugün bir tuşa basıyorsunuz bir yerden bir yere
dünyanın öbür tarafına para aktarmak mümkün. Böyle bir ortamda dokuz ay
murakıp raporları bekletildi. İlk önce bunun hesabını bunlardan sormak
lazım, böyle bir ortamda bunlar hortamlandı, bitti gitti. Biz hesap soracak
mıyız? Soracağız. Burada bazı maduriyetler var mı? Var. Bir iki tane banka
var ki bunlar devlete inandılar. Mesela Tariş tamamen bunun içinde, biz
buna geri vereceğiz haklarnı, böyle olanlarda var. Yani herşeyini yapmış,
devlete inanmış, hazineden tahvilini almış kaynak aktarmamış ve bununla
ilgili bir iki banka var ki çok büyük bir maduriyetli. Dışarı para aktardığı
yok, devlete inanmış devletin tahvilini almış ve ucuz faizle almış faizler
düşüyor diye. O düşük faizlerden sonra yüzde bine çıkmış faizler ondan
sonra bankasına koymuş. Bunları kenara ayırıyorum ama öbürleri ciddi bir
hortumlama süreci içinde ve bundan bu hükümetin bizzati kendisinin ortaklığı
vardır bu suçta. Neden? Dokuz aylık murakıp raporunu bekletirsen suç ortağı
olursun. Eğer BDDK'ya hayır Derviş benim adamım gelecek diye diretiyorsa
ve siyaseten aylarca bunu çekişmesini yapıyorlarsa siyasi ortaklık var,
al gülüm ver gülüm var. ilk önce bunun hesabını soracağız. Bunun hesabı
için Talat Şalp İzmir'de; sadece bunun için değil top yekün hesap sormak
için. Çünkü Türkiye hiç bir dönemde yolsuzlukta dünya dördüncüsü ilan
edilmişti. Deniliyor ki toplanan verginin yüzde otuzaltısı bu hükümet
döneminde yolsuzluğa gitti diyor, bunun hesabını elbette soracağız. Yanlız
bir şey yapmayacağız, bunu mecliste sormayacağız çünkü mecliste eğer parmakla
suçlanıyorsanız parmakla aklanıyorsunuz. Ben bir şey yaptım, bağımsız
yargıya gittim dolayısıyla herkesin bağımsız yargıya gitmesini isteme
hakkı var. Onun için bunu mecliste yapmayalım. Mecliste parmaklar kalktı
biçim için de ama ilk önce yargı kararını aldık, ondan sonra. Dolayısıyla
herkes bundan böyle bağımsız yargıya gitmeli ve dokunulmazlıklarda ciddi
olarak Avrupa Birliği normlarında kısıtlanmalı. Biz bunu İzmir'den başlattık
bütün seksen bir ilde kampanya olarak yapıyoruz ve bunun hesabını soracağız
ve bunun hesabını bağımsız mahkemelerde soracağız. Çünkü siyasetçi olarak
biz yanlı olabiliriz, kindar olabiliriz ama mutlaka bunun hesabını sormalı
ve millet bize bunun gücünü vermeli, millet de bunun hesabını sormalı.
Mithat Bereket:
Bir soru var bu hesap sormayla ilgili dokunulmazlıklarla ilgili bir
soru Reklamcı Selçuk Tunç'un sorusu. Selçuk Tunç'un ilginç bir sorusu
var ve bu soruyu hep birlikte ekranlara getiriyoruz. "Sayın Çiller
milletvekili adaylarının sicil kontrol etme durumuna nasıl bakıyor? Çünkü
bazı partiler milletvekili dokunulmazlıkların kaldırarak meclise girmeyi
düşünyorsa Sayın Çiller bu duruma nasıl bakıyor? Sicil durumları konusunda,
dokunulmazlık konularında bakış açılarını bize söyleyebilir mi?"
Tansu Çiller: Bunu
artık meclis yapmamalı, çünkü meclis siyasi karar alıyor, meclis yargıyı
yapmamalı. Bunu bağımsız yargılara göndermeliyiz ve biz dokunulmazlığı
Avrupa Birliği normlarında kısıtlanmasını ve sadece kürsü ile kısıtlı
olmasını ön görüyoruz. Sadece bunu ön görmüyoruz aynı zamanda bu kampanyayı
bizim adayımız Talat Şalp biliyorsunuz bu konuda ve bir çok konuda Mavi
Akım dahil çok ciddi birikimi olan ve bilgisi olan bir arkadaşımızdır.
Onunla İzmir'de başlattık ve seksen bir ilde buna devam ediyoruz.
Mithat Bereket:
Ben hemen dönüp işsizlik konusundaki sorulara yönelmek istiyorum.
Tek bir soru aslında her şeyi anlatıyor. Çok ilginç bir soru, çok net
aslında. Aladdin Dağdeviren'in bir işsizin sorusu, görüntülü sorusu. Aladdin
Dağdeviren direk size özellikle nasıl bir soru yönlendirmiş onu beraber
izleyelim. "Sayın Çiller şuanda ben işsizim iktidara geldiğiniz zaman
işsizliğe ne gibi bir çözüm bulacaksınız?" Gerçekten rakamlara göre
beş milyona yakın işsiz var şuanda Türkiye'de. Ne yapacaksınız, nasıl
bir çözüm bulacaksınız? Çok kısa not olarak.
Tanscu Çiller:
Rakamlara göre aslında son iki yılın özellikle Derviş ile birlikte
çok ciddi artan işsizlik yarı işsizliği de ele alırsanız dört ile beş
arasında bir rakamı buluyor. Her yüzde birlik bir artış büyümede altmış
beş bin kişiyi eşit olur. Dolayısıyla beş yıl içinde ki biz yedi buçuk,
sekiz büyüme ile başlıyoruz, hatta daha yukarılara çıkma imkanımız var.
Bu Türkiye'deki işsizlik sorununu top bitirmek demektir. Aşağı yukarı
üç milyon yeni insana iş bulmak demektir, bu ortalamada giderseniz eğer.
Bunun dışında yabancı sermaye patlaması olabilir, bunun dışında turizmde
çok ciddi bir büyümeyle birlikte biliyorsunuz bunlar çok emek sektörler.
Bunun dışında Amerika'da bugüne kadar yapılmış olması gerekli olan aslında
gidip de el açmak, bu fakir milleti büsbütün fakirleştirip üstüne de borç
yükünü kambur bırakmak değildi. Sekiz milyar dolarlık bir kapasite vardı
tekstilde, işsizlik asıl oradaydı. Gidip bunun müzakeresini yapıp, sadece
burada eğer biz "biz sizden borç istemiyoruz ama bizim biraz daha
size ihraç etmemize imkan verin, başka hiç bir şey istemiyoruz" deseydik
iki milyon sadece orada iş meselesini halletmek imkanı vardı. Gıda sanayi
bizim için çok önemli. Hesabıyla, kitabıyla buradadır. Zaten bizim önümüze
çıkamamalarının nedeni, herkesin kaçmasının nedeni bizim hesabımız kitabımız
var, bizim kaynağımız var. Tekrar ediyorum biz farklıyız, beş yıldır yokuz
ve hatalarımızdan ders aldık. Yani bilerek geliyoruz ve herşeyi düşünerek
geliyoruz ve onun için hiç kimse karşımıza çıkamıyor. Ama bu işsizlik
konusunda son derece iddialıyız, bunun panzehiri büyümedir ve bu büyümeyi
biz sağlarız. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ne yapacağımızı çok iyi biliyoruz,
kaynaklarımızla geliyoruz ve ilk önce işçi, memur, onları rahatlatıp,
emekliyi rahatlatarak talebi yukarıya çıkaracağız. İki türlü denge var.
Biri sefalette denge. İndirirsiniz talebi, nasıl indirirsiniz? Vermezsiniz
emekliye, vermezsiniz memura, vermesiniz işçiye, tasviye edersiniz çiftçiyi,
esnafa kepenk kapattırırsınız ve hiç kimse kalmaz ortada talebi olan talep
düşer, talep düştüğü zaman enflasyon da onunla birlikte düşer, üretim
de onun üstüne kapatır, dünyanın en hızlı fakirleşen ülkesi olursunuz.
Bundan da eğer memnusunuz; siz memnun olabilirsiniz ama sürdürülebilir
olay değildir, millet de perişan olur. Bir başka denge daha var biz o
dengeyi arıyoruz. Üretimde denge, üretim artışında denge. Üretimi artırırsınız,
üretimi artırmak için mutlaka talebi de önemli ölçüde onunla birlikte
artırmanız lazım ve arz talebin biraz daha altta kalması lazım. Ama üretim
artışıyla birlikte üretimin mütlaka çok artması lazım. O nedenle emekliye
vereceksin, çiftçiye verceksin ama çiftçiye verirken haklı rekabet çerçevesinde,
liberal ekonomi. Yani benim çiftçim veya esnaf eğer SSK primini OECD'nin
yüzde elli üstünde ödüyorsa, reel faiz Avrupa'da yüzde bir benim esnafımda,
kobi için yüzde elliyse ve yüzde yetmiş vergi alıyorsam petrolden dünyanın
en fazla petrol fiyatı yüksek ülkesiyse bütün bunları Avrupa Birliği normlarına
indireceksiniz ilk önce. Yani üretmek içni bunları yapacaksınız, ihracat
bunları yapacaksınız. Başka türlü ne demek? Bizim Ahmet'e, ihracatçı Ahmet'e
elli kilo demiri bağlıyorsun ayağına öbürü Hans'a da diyorsun senin hiç
bir şeyin yok, senin primlerin yüzde elli daha aşağıda, vergi oranların
daha aşağıda, sen enerjiyi on bir sente benim Ahmet alacak ama sen beş
altı sente alacaksın. Sonunda ekleyeceksin hadi hep beraber koşun. Bu
haklı rekabet değil, haklı rekabete getireceksiniz. IMF ile de konuşuyoruz,
Dünya Bankası ile de konuşuruz ve bu revizyonu, milletin hakını araya,
araya yaparız. Ve biz onlara yaptık daha önce yapmadık. Düşünebiliyor
musunuz IMF'ye en borçlu ülke ama o borcu alan bir aileyi düşünün borcu
aldığı aylarda olmazsa rahat eder değil mi. Hayır, bizimkiler borcu aylarda
daha da sefil oldular. Böyle bozuk bir yönetim; bence ekonomik krizin
asıl sözü yönetim krizidir, siyasi krizdir.
Mithat Bereket:
Tabi ekonomi kadar güncel hale gelen bir başka konu var Irak, daha
doğrusu Amerika'nın olası bir Irak Operasyonu ve özellikle de Kuzey Irak
konusu. Çok soru var ama Kuzey Irak'la ilgili Başbakanın ciddi açıklamaları
oldu, ciddi bir durum var ortada. Yani Türk ordusunun Kuzey Irak'a girişi
için sanki bir zemin hazırlanıyor ve yorumlar yapılıyor, çok ciddi bir
biçimde abartılar şeklinde açıklamalar geldi Sayın Başbakandan ve içine
çekiliyor Türkiye bu savaşın dedi. Şimdi bununla ilgili bir soru var diyor
ki "Tansu Çiller'in savaşa karşı olup olmadığını öğrenmek istiyorum.
Şayet savaşa karşıysa ve olası bir savaşta taraf olmayacaksa anamız ve
bacımız olarak bunu bu ekrandan herkese söylemelidir." Diyor Şenol
Ekener.
Tansu Çiller: Hangi
başbakan adayı talip olur? Böyle bir şey yok. Hangi başbakan afet ister,
hangi başbakan deprem ister? Bunların hiç bir tanesini istemezsiniz. Ama
deprem eğer geliyorsa hazırlıklı olmak mecburiyetindesiniz. Deprem sen
gelme demekle olmaz, buna hazırlanacaksınız. Şimdi Amerika gözüküyor ki
bu savaşa gidiyor, hatta Birleşmiş Milletler kararı olsun olmasın gidiyor.
Şimdi biz ne yapacağız? Hazırlanacağız. Bu hazırlık illa askeri oraya
göndermek anlamına gelmeyebilir ama masanın bu tarafında Amerika bizim
dostumuz ve müttefikimiz ama öbür tarafında da biri komşumuz. Orada İsrail
var, o da bizim müttefikimiz, orada Filistin var o da bizim müttefikimiz.
Dolayısıyla bu bizi ilgilendirir. Burada yapılması gerekli olan şey, vahim
olan şey iktidarla olanları ben dehşetle izliyorum. Gitmişler kürsülerden
böyle yapılmalı, şöyle yapılmalı, bu da fazla oldu, bu da bilmem ne oldu.
Peki sen ne yapıyorsun? Yani iktidar olarak üç buçuk yıldır orada bayrağı
var diyoruz "abartıyorsun" diyorlar. Mecilse getirelim tartışalım
diyoruz "hayır" diyorlar. Hem bayrağı ve ordusu olduğu vize
istiyor, orada bir devlet kuruluyor diyoruz hiç kimse oralı değil. Bıraktığımız
Ankara anlaşmasında Albright Amerika Dışişleri Bakanı Türkiye geldi, o
zaman da Barzani, Talabani vardı. Biz onları da çağırdık, Türmenler vardı
onları çağırdık, İngilizler gönderdi temsilcilerini Ankara'da bizim kumandamızda
bir ortam yaratıldı ve oradaki savaş kesildi. Şimdi oradaki Kürtler bizim
vatandaşlarımızın uzantıları. Orada Türkmenler var onlar da bizim vatandaşlarımızın
uzantıları, akrabaları. Ne yapmak lazım? Bir sosyal bütünleşme, hepsinin
hakkının eşit olduğu, hepsinin hakkının korunduğu, orada başta asuriler
var, araplar var orada hepsinin haklarının korunduğu yerel ve eşitlik
çerçevesinde. Ama Irak'ın toprak bütünlüğünü kattiyen bozulmadan orada
hakların aranmasında Türkiye dostu Amerika ile birlikte bu hazırlığı yapıp
yarın öbür gün yapacağı müdühülede bir büyük yanlış yapıp oraya bir atom
bombası koyup bütün etnik düzeydeki ayrışmalara yol açan bir yaklaşımı
önlemek lazım. Hiç kimse Kerkük'ü başkent ilan etmeye kalkmasın, buna
kattiyen müsade edilir bir olay değildir, buna ben müsade etmem. Bunun
için ne gerekliyse yapılır. Ama başta ilk önce müttefikimiz Amerika ile
otururuz bu meseleyi konuşuruz, müzakere ederiz, anlaşırız. Yani iş buradan
başlar ve hesap hesap nereye kadar giderse gider ama ordan başlar. Şimdi
dolayısıyla ben bu konuda çok nitelikli kadroyuz, çok iyi hazırlanmış
ciddi bir ekibiz. Farkımız burda zaten, hem ekonomide bir kadroyuz yedi
yıldır hazırlanan bir kadroyuz, beş yıldır beraberiz. Hem de yepyeni yüzlerle
yepyeni bir vizyonla geliyoruz. Ben Sayın Bayar'a sözü vermek istiyorum
burada, buna eklenecek şeyleri eklesin...
Mithat Bereket:
Şuanda gelen bir soru var. Yani özellikle siz "savaş istemiyor,
kim ister?" için...
Tansu Çiller: Ama
gereğini Türkiye yapar. Toprak bütünlüğünü mutlaka sağlamaktır, orada
etnik kökene dayalı bir ayrışma yerine sosyal bir bütünleşme. Ama herkesin
demokratik haklarını aradığı. Türkiye hiç bir teröristin yanında olmaz,
hiç kimse olmaz. Teröre karşıdır, demokrasinin yanındadır.
Mithat Bereket:
Bununla ilgili mesela Yasemin Ardınç şuan da Ekranda da sorusu görülüyor
yani "Sayın Çiller savaşa karşıyım diyor ama Irak Savaşı'nda başbakan
olmak istediğini söyledi"
Tansu Çiller: Doğrusu
benden başka kimse olmamalı. Çünkü kırk milyar dolar geçen sefer ki Irak
Operasyonunda Türkiye kaybetti. Şu hale gelmemizin önemli nedenlerinden
bir tanesi odur. Bir tanesi nerden buldun yasasıysa Sayın Yılmaz'ın zamanında
çıkan ki ben liberal bir parti olarak çok büyük tepki gösteriyorum, ondan
dolayı gösteriyorum. Yani bir sol parti yapabilir ama bir diğer nedeni
kırk milyar dolar Türkiye zarara girdi. Bunun için müracatı biz yaptık
Birleşmiş Milletler'e. Takip edilmedi, bunlar alınmadı, bunların yerine
borçlar alındı, yani Türkiye bu kadar kötü idare edilebilir. Bunların
peşine mutlaka düşmek lazım. Türkiye hakkını aramak mecburiyetinde burada.
Başka türlü buradan çıkması mümkün değil.
Mithat Bereket:
Ben Mehmet Ali Bayar'a ben döneceğim. Siz kriz zamanlarında Bakü'de
bulundunuz sonra Washington'da da bulundunuz. Şimdi yeni bir hava var,
yani Sayın Başbakan mesela "Savaşa sürükleniyoruz, iş çığrından çıktı"
diyor. Tam kendi sözleriyle biraz evvel anlatmaya çalıştım. Ne yapılmaya
çalışıyor, neler oluyor nasıl okumak lazım?
Mehmet Ali Bayar:
Birincisi Sayın Başbakanın veya hükümetin bu konuda verdikleri beyanları
ben fazlasıyla zamansız, panik olarak değerlendiriyorum. Türkiye dünyanın
en güçlü ülkelerinden bir tanesi, sadece bölgenin değil. Sayın Başbakan
veya Dışişleri Bakanı veya hükümetin diğer yetkilileri sonda söylenecek
sözleri başta söylüyorlar. Diplomaside temel kural karşınızdakilere, muhataplarınıza
veya karşınızda olanlara ne yapacağınız konusunda bir şüphe bırakmak kafalarında,
bir soru işareti bırakmaktır. Sonunda söylenecek lafı başta söylediğiniz
zaman kendi hareket kabiliyetinizi ve alanınızı da daraltıyorsunuz demektir.
Birincisi Sayın Çiller ifade ettiler Türkiye aslında çok enteresan bir
şekilde Irak'ın toprak bütünlüğünü koruyan ülkedir. 1995 senesinde teröre
karşı PKK üstlenmişti Kuzey Irak'da orada Körfez Krizi'nde meydana gelen
boşluğu değerlendirerek, oradaki çalkantıları da değerlendirip oraya yerleşti
ve bize karşı dolaylı savaşı Suriye, PKK da doğrudan savaşını Kuzey Irak
üzerinden yüretti. 1995 senesinde Türkiye Kuzey Irak'a müdahale etti,
girdi ve Kuzey Irak'da 1995'den bu yana kendisi için bir güvenlik zemini
oluşturdu. Şimdi Türkiye Irak'daki tek aslında yabancı ordu şuanda 1995'den
bu yana. Türkiye'nin kendine güvenmesi için her türlü sebebi var. Kuzey
Irak'da bizim irademiz dışında, bizim arzumuz dışında bir gelişme meydana
geliyorsa buna mani olacak yine biziz, Sayın Çiller söyledi "orada
Kerkük başkent yaptırılır, ne orada bizim arzumunuzun dışında bir oluşuma
izin verilir." Ancak sizin içeride güçlü olmanız, hükümetinizin güçlü
olması, diplomosinizin güçlü olması demektir. Bakın bütün bu gelişmelerin
Türkiye hükümetinin en zayıf olduğu ve en zaaf içinde olduğu ve ekonomisinin
içinde de iflas içinde olduğu ve borç batağına sürüklendiği bir dönemde
meydana gelmesi ordaki grupların ki bizim dostlarımızdur o gruplar KDP,
KYP de bizim bir birileriyle barıştırdığımız, Ankara süreciyle aralarındaki
iç savaşı önlediğimiz gruplardır. Onalrın birden bire cesaret almalarının
sebebi Türkiye'deki hükümetin zayıflaması ve zaaf içine girmesidir, bu
görüntüyü vermesidir. Şimdi Kuzey Irak'da Sayın Başbakanın "iş çığrından
çıktı" demeye yoktur. Çünkü idare edenler, hükümet şikayet etmez.
Eğer bir şey çığrından çıktıysa sizin gözünüzün önünde çıkmış demektir.
O zaman bugüne kadar o meselenin bu çığrından çıkmasına müdahele etmesi
gerekirdi hükümetin. Sakin kafayla gitmek lazım, eskilerin tabileriyle
tehemmi ile, sağ duyuyla hareket etmek lazım. Eğer paniğe kapılmazsak
oradaki gelişmeleri kontrol edebiliriz. Ankara süreci devam ettirilmediği
içni zaafa düşmüştür Kuzey Irak politikası Türkiye'nin. Oradaki Kürtler
bizim kardeşimiz, oradaki Türkmenler bizim kardeşimiz. Biz onları bir
araya getiren ve Irak'ın toprak bütünlüğünü sağlayan ülkeyiz bizim oradaki
varlığımızla.
Mithat Bereket:
Burada bir soru Sayın Çiller'e ve tabi size de sormak istiyorum. 22
Ekim'de MGK toplanıyor, bu tip sorular da geliyor bu ara. Sonrasında mehfi
olağan üstü toplanacağından söz ediliyor. Şimdi seçimlerin ertelenmesi
veya iptalini mümkün görüyor musunuz tecrübeli bir siyasetçi olarak. Yani
78. madde işletebilir mi?
Tansu Çiller: Türkiye'de
bu oyunları oynadılar, bu oyunları çeşitli şekillerde oynadılar. İlk önce
altın tepsi içinde başbakanlıklar sundular, daha sonra korkuttular, bir
takım yalancı anketler bugün manşetlerdeydi, yapıldı, parayla yapıldı.
Siz barajın altında kalırsınız vs. diyenler... sonra o yetmedi seçim yasalarını
değiştirin dediler. Seçim yasalarının aslında ben değiştirilmesini istedim
ve aslında bir korku var bakın hala bir takım vatandaşlardan sual geliyor
kiminle, kim yapacak? Aslında bu sualin muhatabı CHP. Mesela AKP ile kim
yapacak denildiği zaman hep CHP ile birlikte gösteriliyor. Sorunun muhatabı
CHP. Ama bunu sistematik olarak düzeltmek, kurumsal olarak düzeltmek mümkündür.
İki turlu seçimdi, bu daraltmış bölgeyle. Bunların hiç bir tanesini yapmadılar
son dakikada seçim yasalarını tecrih sistemi mi istemiştiniz, acaba bunu
koyarsak destekler misiniz, bunu destekleseniz ne olur? Ne olur Yüksek
Seçim Kurulu söyledi seçim ertelemesi demek. Amerika yapıyor bütün bunları,
Amerika kendi seçimlerini iptal etmiyor ama Türkiye böyle bir hükümetle
devam etme pahasına seçimleri erteletmek için böyle bir şeyin içine girmez,
girerse ne olur? Bu hale getirmiş olan bu hükümete bumu meseleyi de teslim
etmiş olursunuz. Bu bir dehşet tablosu. Dolayısıyla ben bu konuda endişeli
değilim. Çünkü bir an öcne bu hükümetten kurtulup idaresi olan, ekonomiyi
yineden aya kaldıracak olan. Bakın unutmayın ekonomi hakikaten çok caydırıcı
bir olaydır. Yani ekonomisi güçlü olan bir ülke çok farklıdır. Biz ekonomide
istikrar programını altı ayda çıktıktan sonra biraz önce Sayın Bayar'ın
söylediği 1995 operasyonunu Irak'a bizzat askerleri göndererek ve gönderdiğimiz
yerler de petrol bölgeleri onun üzerinden dünya ayağa kaltı. Ben bir gecede
saat ikilerde, üçlerde sekiz, on tane devlet başkanıyla konuşuyordum ve
hemen Avrupa'ya çıktım ve arkasından onlar geldiler. Bunun orada kalıcı
değil, kendi teröre karşı yapılan bir mücadele olduğunu ikna ettik ve
Avrupa Parlementosunun o dönemde Türkiye için Cumhuriyet tarihindeki ilk
olumlu kararını çıkardık. Yani söylemek istediğim şey ekonomisiyle, idaresiyle,
siyasi kadrosuyla bir siyasi iradeyi ortaya koyan sağ duyusuyla ama çok
kararlı, çok bilinçli. Yani ben Kardak'da kırk sekiz saat uyumadım ama
bir panik yoktu. Çıktım millete bir tek şey söyledim "o bayrak inecek,
o asker de gidecek oradan" dedim ve gitti. Ama panik yoktu, hiç kimse
hiç bir şey bilmedi. Bu işin konuşmaları oldu, her şey oldu. Diploması
budur, sanattır. Biz teröre karşıyız, biz demokrasinin yanındayız, biz
teröristlerin yanında da olamayız, Amerika da bizim müttefikimizdir ama
orada Filistin de, Irak da bizim komşularımızdır, Filistin de müttefikimizdir,
İsrail de müttefikimizdir. Türkiye dolayısıyla denge unsurudur, bir büyük
devlettir. Oradaki çözümün ne olacağı konusunda mutlaka olmalıdır. Ben
Bosna'daki olayda bizzat indim Bosna'ya indim, havaalanına ateş içinde
indim, bombalar içinde indim ama büyük bir devlet gibi girdik oraya. Beş
altı tane ülke masanın bu tarafındaydı, çözüm ne olmalı diye konuşulduğu
zaman Avrupa'nın ortasında olan bir meselede o çözümün ne olması gereği,
planı içinde Türkiye vardı. Bu defa yanı başımızda bizi en fazla ilgilendiren
mesele ama planlamanın içinde Türkiye yok ve sadece "gelmeyin, yapmayın
savaş olmasın" diyor.
Mithat Bereket:
Hemen Mehmet Ali Bayar'a dönüyorum. Bu aslında seçimlerin iptal edilip,
edilemeyeceği sorusuna bağlantılı bir soru. Yani böyle bir acil durum,
vahim durum var mı gerçekten size göre. Yani bununla beraber tabi bu 78.
madde ile olağan üstü toplantı ve ardından 3 Kasım seçimlerinin yapılmaması
gibi durumla karşı karşıya kalabilir miyiz?
Mehmet Ali Bayar:
İnşallah bu bir bahane olarak kullanılmaz seçimi erteletmek için.
Ama her zaman elinizde olmayan, kontrol edemediğimiz gelişmeler var. Eğer
orada bir savaş ceryan ederse Amerikan kuvvetleri vs. müttefik kuvetleriyle.
Bu savaşta biz niye yer alalım? Bir defa onun şartlarına bakmak lazım.
Türkiye kendi, kendine hiç bir zaman doğrudan savaşa saldırgan niyetiyle
girmez. Türkiye daima kendi haklarını, çıkarlarını ve güvenliğini korumak
için müdahalede bulunur eğer bulunması gerekiyorsa. Son Körfez Savaşı'na
girmedi Türkiye. Ama uluslararası bir meşruyiet var. Bakın ülkenizde uluslararası
yükümlülükleriniz altında olan bazı üstler var, NATO üstleri var. Bunların
kullandırılması konusunda TBMM ülkeye kuvvet çağırılması konusunda bir
karar aldı, 1. Körfez Savaşı'nda. Aynı durum söz konusu olabilir, Türkiye'nin
eğer Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları varsa, yani uluslararası
meşruyet sağlanmışsa, tamamlanmışsa Türkiye müttefiki olan ABD ve stratejik
ortağı olan ABD bu tür düzenlemelere girebilir. Yani üstlerin kullandırılması,
diğer imkanların kullandırılması. Kaldı ki biliyorsunuz bugün Afganistan'a
yönelik bir harekat var, Afganistan'a yönelik harekata Türkiye katılıyor,
NATO kararları zemininde katılıyor, hem de Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi kararı zemininde katılıyor. Bizim bütün havaalanlarımız kullanılıyor,
bizim bütün radar veya diğer istihbari imkanlarımız kullanılıyor teröre
karşı savaş çerçevesinde. Demek ki bu tür taraflarda olabiliyorsunuz.
Beni geçen gece veya dün gece zannedersem Sayın Başbakanın bir kanalda
uzun bir söleşisi vardı Sayın Ecevit'in bir sözü son derece hayrete düşürüdü
"ABD ile stratejik ortaklık lafının ne demek olduğunu hala anlayabilmiş
değilim" dedi Sayın Başbakan naklen yayında. Eğer Türkiye kendi güvenliği
ve teröre karşı en azından bulunduğu coğrafyada ABD ile yaptığı işbirliğinin
önemini Sayın Başbakana anlatamamışsak o da vahim bir durumdur. Gayet
önemli bir ortaklıktır, teröre karşı bize son derece önemli bir destek
vermiştir ABD. Bir şey daha söyleyim 1995'den beri Kuzey Irak'a yürüttüğümüz
güvenlik operasyonları ki bugün Kuzey Irak'da varız, bütün askeri varlığımızla
varız. Üstlerimizle varız, kuvvetlerimizle varız niye varız? Kendi güvenliğimiz
için varız, teröre karşı mücadelemizde. İkincisi oradaki halkların bir
birileri aralarında iç savaşa düşmelerine mani olmak için varız, üçüncüsü
Irak'ın toprak bütünlüğünü sağlamak için varız. Bütün bunları yaparken
Birleşmiş Milletler'den aleyhimize 95'den bu yana bir tane bile ne açıklama
çıkmıştır, ne de karar çıkmıştır ve bunda da Amerika'nın çok önemli bir
rolü oldu desteğinde. O yüzden acil bir tehlike doğabilir ve o acil tehlikenin
sizi doğrudan nasıl etkileyeceğine bakmak lazımdır. Türkiye bir saldırıya
maruz kalacak mı, Türkiye Bağdat rejiminin veya başka bir rejimin saldırısına
maruz kalacak mı? Bütün bunların şartlarını görmek lazım. Yanlız ortada
daha fiili durum yokken, Amerika'da Amerikan Başkanı düğmeye basmamışken,
ortada daha bir tane bile kurşun sıkılmamışken seçimi erteletme lobisinin
harekete geçmesi çok şaşırtıcı değil. Çünkü her şeyi denediler biliyorsunuz.
Seçime şurada yirmi gün var ve yirmi gün sonra o sandık Türkiye'nin önüne
gelecektir, hiç kimsenin o sandıkla oynamaması gerekir şartlar ne olursa
olsun.
Mithat Bereket:
Size gelen sorulardan bir kaç tanesi var özellikle sizlere "YTP'yi
neden bıraktınız, Çiller'e altarnatif olmak için geldiniz ama bir nevi
onun yardımcısı hatta tırnak içinde yedeği oldunuz" diyenler var.
Sizin bütün bunlara yanıtınız ne?
Mehmet Ali Bayar:
Birincisi maddi hatayla DTP'yi bırakmadım DTP DYP'nin seçim işbirliği
ve ittifakına cevap vererek, güç birliği çağrısına cevap vererek seçilmiş
kurulları bir güç birliği kararı aldı. Ben onun çerçevesinde bu kararın
alınmasına da etkin rol oynadım, onu da söyleyim. Bu Türkiye'de yapılmış
en doğru adımlardan biri olduğuna inanıyorum. Türkiye bölünerek merkez
sağda dağılarak, küçülerek aşırı siyasetlerin gelip merkeze oturmasına
neden olduk hepimiz. Şimdi geçmişi bir tarafa bırakarak geleceğe bakmak
gerekiyor. Sayın Çiller her zaman söylüyor "bu bir kader ortaklığıdır"
bu bir koalisyondur, bu bir iktidar koalisyonudur, bu bir muhalefet koalisyonudur.
Bakın miting meydanları adam almıyor, insanlar Türkiye dağılmadan, bölünmeden
her zaman şikayet etti. Biz şikayet edenlerin yerine geldik bu güç birliğini
koyduk ve bu güç birliği sayesinde liberal, demokrat, muhafazakar bir
çizgi Türkiye'de yeniden güçlü şekilde iktidar ortağı alternatifi, tek
başına iktidar alternatifi haline gelmiştir, ben bunun doğruluğuna inanıyorum.
İkincisi ben kimseye alternatif veya kimsenin yerine geçmek için falan
gelmedim. Ben Türk siyasetine yeni nesil bir siyasetçinin yeni ideallerle,
yeni heycanlarla gelebilmesinin yolunu açabilmek için yaptım. Önüne imkan
çıktı onu değerlendirdim. Siyasetçi olmak devlet adamı olmaya aday olmak
demektir. Büyük kararlar almak zorundasınız, büyük kararları her zaman
kendi şahsi çıkarlarınız için alamazsınız, kendi partinizin çıkarları
için de alamazsınız. Ben o noktada Türkiye'nin ihtiyacının ne olduğunu
gördüm. DYP ile işbirliği bugün Türkiye'nin aradığı en önemli cevaptı,
en doğru cevaptı. Onun için aşırı sağdaki siyaset şuanda korkmaktadır
DYP'nin güçlenmesidir, CHP de korkmaktadır DYP'nin güçlenmesidir. Çünkü
işte bellidir Sayın Çiller ile oturmuyor televizyon ekranlarına Sayın
Baykal. Şimdi bir başka bir şey daha söyleyim seçimler Türkiye'nin geleceği
ile ilgili seçimler. 21. yüzyılın ilk seçimidir bu seçimler 3 Kasım seçimleri.
Türkiye geleceği ile geçmişi arasında bir tercih yapacaktır. Geleceğe
bakıyoruz. Geçmişin sorunlarıyla veya geçmişin kısır çekişmeleriyle ilgili
değiliz, onların hepsinin hesabı görüldü, halk konuştu, meydanlar konuştu,
seçimler oldu. Şimdi geleceğe bakıyoruz. İşte programlar, işte Türkiye'nin
önüne koyduğumuz vaadler ve iddialar. Türkiye şimdi bunlara cevap verecektir.
Mithat Bereket:
Bu geçiş sırasında Sayın Süleyman Beyin de etkisi de oldu mu? Çünkü
sizin siyasete etkili olduğu söylendi, hatta DYP'ye geçişinizde bizzat
devreye girdiği, ne kadar etkili oldu, yani Baba'nın rolü neydi?
Mehmet Ali Bayar:
Valla artık magazinsel hale getirmişler. Şunu söyleyim bu masanın
etrafındaki herkes ve bizim partimizin üyesi olan herkesin Sayın Demirel'e
gayet sonsuz saygısı var, herkesin burda masanın etrafında oturan insanların
siyasete girmesinde de yönlendirici manevi rolü olmuştur ekibimiz açısından.
Sayın Demirel her zaman hayırlı olacak her şeye Türkiye'nin istikrarı
için, Türkiye'nin iyliği için nerde olursa, siyasi yelpazenin neresinde
gelişme varsa hayırlı olsun demiştir. Burada parti liderleri olarak sorumluğu
aldık, bu sorumluluk bize aittir. Bunun başarısının meyvasını da Türk
milleti toplayacaktır. Çünkü Türkiye demokratik istikrarı sağlamak zorundadır,
Türkiye'nin merkez sağa ihtiyacı vardır, merkez sağın iktidar ortağı olabilecek,
iktidara gelebileceke, tek başına iktidar olacak tek partisi DYP'dir.
Mithat Bereket:
Avrupa Birliği'ne gelelim hemen. Avrupa Birliği konusunda siz bu hükümetin
yaptıklarını, performansını nasıl görüyorsunuz, daha neler yapılması gerekiyor
ve daha da önemlisi Avrupa Birliği'ne nasıl bakıyorsunuz? Yani ne pahasına
olursa olsun Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişimi yoksa pazarlıklar
mı, yoksa dikkat etmek mi gerekiyor? Nasıl bakıyorsunuz Avrupa Birliği'ne?
Tansu Çiller: 1995
yılında daha doğrusu Gümrük Birliği'ne girdiğimiz dönemde Türkiye'nin
artık yolunun artık kesin Avrupa Birliği'ne döndüğü tescil oldu. Çünkü
o dönemde de özellikle Balkan ülkeleri girmek istiyordu tek müslüman ülke
olmasına rağmen Türkiye girdi. Çünkü çok güçlü bir ekonomiye geçti yani
krizden geçtik ve ekonomideki bütün gerekleri yerine getirdik ve iyi bir
pazarlık yaptık. Bu pazarlık top yekün bir pazarlıktır, milletle yapılır.
Biz sivil toplum örgütlerinin hepsini seferber ettik, bütün hükümet seferber
oldu ve ben Başbakan olarak haftada bir iki defa Avrupa Birliği'ne gittim
ve bir kaç defa de onları davet etme durumunda olduk veya kendileri geldiler.
Bu hükümet bu meseleyi daha çok iç politika malzemesi yapmıştır, yani
süreç olarak yapmıştır. Başından itibaren Mart ayında bitirilmesi gerekli
olan hiç bir şey bitirilmemiş, hükümet mi Avrupa Birliği mi denildiği
zaman Avrupa Birliği değil hükümet seçilmiş. Meclisi açık tutalım, uygulamaları
görmek isteyecekler denildiği zaman bunlara oralı olmayan cevap vermişler,
uzunca bir süre idam meselesi üzerinde yoğunlaşılmış o kadar ki ben bunu
red ettikten sonra Avrupa'nın vekilleri bana gelerek benim çok haklı olduğumu
ve sadece idam meselesinin kaldırılmasıyla Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne
girmesinin mümkün olmayacağını, bunun paket olarak ele alınmasını ben
savunuyorum ve bunun çok doğru ifade etmişlerdi. Netice itibariyle de
bu hükümetin yapamadığını, kendi aralarında kavga nedeniyle bir yerde
kenara attıkları bir projeyi biz hakikaten adeta kuyudan çıkararak hükümetin
eline bir imkan daha verdik. Bunu verirken de "bunun pazarlığını
yaptınız mı" dedik. "Yaptık" dediler. Bundan sonra Türkiye
kozlarını veriyor, her şey olabilir dedik bu süreç başlayacak "evet"
dediler. Biz de şartsız destek verdik. Şimdi gelinen noktada artık bütün
gelişmeler öyle gösteriyor ki Türkiye vermiş olduğu kozlara rağmen birokratlar
mesul bazı şeylerden ama siyasi irade üst düzeyde bu meseleye bir türlü
giremiyor. Ayfer Yılmaz'a söz vereceğim devamlı günlük olarak takip eden
Avrupa'da bu meseleyi takip eden arkadaşımızdır keza Sayın Bayar da böyledir
ama bu gelişmelerdeki işin ne kadar vahim olduğunu Kıbrıs boyutuyla....
Mithat Bereket:
Sayın Yılmaz madem izliyorsunuz ne olacak? Yani sene sonuna kadar
bir tarih veya bir takvim verileceğini düşünüyor musunuz? Neler yapmak
gerekiyordu yada neler yapmak gerekiyor?
Ayfer Yılmaz: Herşeyden
önce Avrupa Birliği projesini nasıl gördüğümüze bir bakalım. Avrupa Birliği
projesi bir medeniyet projesi, bir yaşam biçimi. Demokrasi, insan hakları
ve serbest piyasa ekonomisi üzerine kurulmuş barışçı bir refah devleti
projesi. Demek ki Avrupa Birliği'nden söz ederken saf bir birliğin içine
girmek değil, Türkiye katılır büyük devlet perspektifiyle. Kendisinin
bütün insanlarına, Avrupa Birliği'nde bütün vatandaşlarının yaşadığı değerleri
yaşanır kılmaktır. Bu nedenle DYP olarak Avrupa Birliği porjesi denildiği
zaman bir toplumsal dönüşüm projesini anlatıyoruz ve insanlarımızın her
bir bireyin bölgesel gelişmişlik farklılığı ortadan kaldırılarak, gelir
dağılımı adeletsizliği ortadan kaldırılarak bu demokrasiden, insan haklarından,
refahtan payını almasını amaçlıyor. Bir kere projeyi öyle ortaya koymak
lazım. İkincisi ne yapıldı? Gerek Helsinki'de, Helsinki'den sonra çıkan
katılım ortaklığı belgesiyle ve ona bağlı ulusal programımızı yapılması
gereken hususlar, meclise getirilmeden bildiğiniz gibi özellikle ulusal
programda bir ülkemizin... kısa ve orta vadeli ölçekteki yapacaklarımıza
ilgin ülkenin tahahütü haline getirildi, kısa ve orta vadeli ölçekteki
yapacaklarımıza ilgin ülkenin tahahütü haline getirildi. Bu tahütün altında
bu hükümetin üç ortağının da imzası var. Ve biz birinci yılı dolduğu zaman
bugün Kopenhag'dan her hangi bir şey beklememiz için 19 Mart'a kadar yapmamız
gerekiyordu. Bunlar öyle söylenildiği gibi iç politika malzemesi yapılacak
üç konudan ibaret değildi. Verilen tahahütlerin listesi oldukça uzundu
ve bu demokratik hakların, özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılmasına,
top yekün kaldırılmasına yönelikti. Bu konuda yapılan çalışmaların hazır
olmadığını, özellikle Haziran ayında TBMM kapanmadan önce Başbakan Yardımcısı
ile yaptığımız toplantıda anlamış durumdayız. Çünkü o gün için tren kaçıyordu,
o gün için tren oldukça tren yaz tatiline girmişti ama Temmuz sonuna geldiği
zaman birden bire erken seçim çerçevesinde bu tren hızlandı. Aslında hızlanmış
olması gerekiyordu...
Mithat Bereket:
Kopenhag'da ne olacağız?
Ayfer Yılmaz: Kopenhag'a
giderken işte bir şeyi unuttuk, 1995 Madrit kriteri var. Madrit kirteri
neler? Uygulama, sadece Türkiye için çıkmış bir husus değil. Bu Türkiye'den
beklentilerin bir uzantısıydı. Ama sadece bu kriterler değil aynı zamanda
Kopenhag'da Türkiye'yi bekleyen ve bizim sürekli olarak koyduğumuz bir
kriter değil. Ama siyasi diyalog altında olan Kıbrıs aynı dönemde gündeme
gelecekti ve Kopenhag'da Türkiye'nin önünde ilerleme raporunda çok iyi
bilindiği gibi Türkiye'de işleyen bir piyasa ekonomisi olmadığından, özgürlüklerin
tam yaşanmadığını, uygulamanın olmadığına dair bir çok eleştiri çıktı.
Haklı olan ve haksız olanları bir tarafa bırakıyorum ama Kopenhag'a kadar
yapılması gerekenler var, özellikle bu ilerleme raporunda maddi hatalar
var. Yani Türkiye tarafından yapılmış ama yapılmadı gösterilenler var.
3 Kasım seçimlerinin özellikle yapılıp Türkiye'de demokrasinin tekrar
çalışıldığını gösterilmesi ve yeni kurulacak hükümetle birlikte bu uygulama
kararlılığını göstermesi ve Kıbrıs konusunda hiç vakit geçirilmeden diyalog
için ki bugün görünüyor ki Kuzey Irak geliyor, bir politika olarak kullanılmaya
çalışılıyor hükümet tarafından. Belki bir seçim ertelemesi olarak. Ama
Kıbrıs konusu Türkiye için son derece önemli bir konu. Kıbrıs'ın Kuzey
Kıbrıs ayrımı olmadan bir Kıbrıs olarak kapsama alınması Türkiye'nin bu
bölgedeki yaşamsal önemi için çok önemli bir konu ve şuanda Kopenhag'ı
ne bekliyoruz deyince iki şeyi beklememiz lazım. Türkiye için farklı bir
gündem, yeni bir öneri paketinden bahsediliyor. Bunun yerini Türkiye için
önünü açacak bir perspektif verilmesini bekliyoruz, bunu beklemek için
de 3 Kasım'da bu seçimleri yerine getirmemiz lazım. Ama her şeyden öncesi
bugün den itibaren Kıbrıs konusunu masanın altında değil masanın üstüne
çıkarak Kopenhag'ı beklemeden, özellikle Kopenhag'ı beklemeye gerek yok
çünkü hepimizin bildiği gibi 24, 25 Ekim'de yapılacak mini başkanlar zirvesiyle,
zaten bakanlar zirvesyile o konun temelleri atılacaktır.
Tansu Çiller: Bunu
söylemek durumundayım, hemen ilave etmek durumundayım. 12 Aralık'da Kopenhag'da
belki bir sonuç çıkacak ama bu nihayi değil. Herkes bilmelidir ki bizim
ekibimiz ve biz kararlıyız ve Kıbrıs konusu dahil olmak üzere hem iradeyi,
hem pazarlığı ortaya koyarak 2003 yılında müzakere tarihini alabilmek
için belki hiç bir iktidar döneminde yapılmadığı kadar yapılacak ve sonuca
varılacaktır.
Mithat Bereket:
Hemen size bir gazetecinin sorusu var. "Mal varlığınızla ilgi
bugüne kadar çok tartışmlarar yaşandı. Yanlış hatırlamıyorsam bu tartışmalar
karşısında Amerika'daki mallarınızı satıp elde ettiğiniz geliri Mehmetçik
Vakfı'na bağışlayacağınızı açıkladınız. Bu vadinizi yerinize getirdiniz
mi, yoksa fikrinizden vaz mı geçtiniz?" Ben de eklemek istiyorum
sık, sık gündeme geliyor hatta yakınlarda sizin vaz geçtiğinizi "hayır,
getirmeyeceğim, orada kalacak" dediğinizi yazdı bazı gezeteler. Neydi
bunun gerçeği, nedir bu son durum?
Tansu Çiller: Ben
getireceğim demedim, getirmeyi düşünüyorum dedim. Ben Türkiye'nin ilk
kadın başbakanıyım ama eşim netice itibariyle her hangi birisi değildir
ve çok yıllarca Amerika'da büyümüş, orada işini ve orada devam etmesini
yarar gördüğümüz bir ortamdır. Çünkü bakın bir sürü şey ortaya çıktı,
beş yıldır mercek altındayız, muhalefetteyiz, söylenmeyen hiç bir şey
kalmadı. Ama benim bir takım nüfuzumdan faydalanması yerine, hiç bir nüfuzumun
olmadığı bir bölgede işini devam ettirmesi hatta oradan aldığı bir takım
imkanları Türkiye'ye ihracat yapar gibi getirmesi çok daha doğru olarak
değerlendirdim, sonuç itibariyle bu noktaya vardım. Benim bir takım şeyleri
hiybe edip, etmem tabi benim şahsi meselemem ama bunu çok fazla siyasileştirmeyi
sevem. Ama vakıf dahil olmak üzere, deprem dahil olmak üzere, bir takım
meslek okulları dahil olmak üzere yaptığım bir çok hiybe vardır. Bunları
hiç gündeme getirmedim ama bir tanesini yakında açacağız, deprem bölgesinde
aşağı yukarı iki, iki buçuk yıl kadar önce bir meslek okulu o dönemde
yaptım ve hiybe ettim. Mesele bu değil, mesele şu: Türkiye artık bizim
artık kadar elekten geçirilerek, bizim kadar dürüstlüğü ortaya çıkarılmış
belkide hiç bir siyasitiçi bunlar karşı karşıya değil. Neden? Devletiyle,
maliyesiyle, her şeyiyle elekten geçirildik. Ben başım dik milletimin
önündeyim ve bugün hizmete talibim, hazırlıklıyım, geçmişten aldığım derslerle
hazırlıklıyım ve bu hükümetin Türkiye'yi getirdiği noktadan ciddi olarak
bir atılımla çıkarmaya hazırım. Mesele budur, mesele geriye bakmaktır.
Çünkü geçimişin hesabı verilmiştir şimdi bu hükümetin hesabını verme zamanı.
Mithat Bereket:
Bir açıklık getirmek istiyorum hukuki açı dışından. Amerika'daki mal
varlığınız sizin adınıza olan mı, kocanız olan mı? Yani onun işlerinden
bahsettiniz.
Tansu Çiller: Şirkettir,
eşimin insiyatif aldığı bir olaydır ve karıda olduğu oranda Türkiye'ye
getirilmekti. Böyle aman birileri ihracat yapsın, bir şeyler yapsın da
Türkiye'ye getirsin diye bakıyoruz. Evet, nüfuzumun kullanılmadığı bir
alanda bu işimin olması, bankaların kredi verilmesi vs. şu bu gibi bir
takım istismarların içinde olmayacağı bir ortamda kullanılması daha doğru
olmuştur. Ama ben bunun hesabını verdim, yıllardır veriyorum şimdi hesap
verme zamanı hükümettedir. Millet bu hesabı bu defa sandıkta bu hükümetten
sormalıdır.
Mithat Bereket:
Çok ilginç Aslı Çetin'in çok kısa bir sorusu var. "Sayın Çiller
ekmeğin fiyatını biliyor mu?"
Tansu Çiller: Niye
bilmeyeyim? Çok farklı yerler var iki yüz bin liraya var, yüz elli bin
liraya da var. Bir yerde çok nadiren gördüm yüz bin liraya satıyorlardı
dehşet verici bir tabloydu, insanlar üst üsteydiler. Tabi ki biliyorum.
Aynı zamanda bir şey daha biliyorum bu hükümetin yüzde kırk buğday fiyatlarını
artırırken yüzde, yüz yirmi ekmek fiyatlarını artırarak beceriksizlik
tablosu ortaya koyduklarını da biliyorum. Düşünebiliyor musunuz bir buğdayın
fiyatını yüzde kırk artırırsınız. Niye? Ekmek fiyatı ucuzlasın diye. Hem
üreticiyi madur edip, hem tüketiciyi madur etmeye imkan sağlayabilen bir
becereksizliği sadece bu hükümet ortaya koymuştur.
Mithat Bereket:
Bir başka ilginç, belki kişisel soru ama sormak istiyorum. Buket Kara
bir örenci soruyor "Sayın Çiller'in doğum yılını öğrenmek istiyorum"
diyor.
Tansu Çiller: 1946
Mithat Bereket:
Geriye dönüp baktığınızda bütün o tecrübe biraz evvel bahsettiniz
hani pek çok elekten ve eşinizden bahsettiniz. Neler hissediyorsunuz?
Yani pişmanlık var mı bir öz eleştiri yaptığınızda yada yorgun hissetiğiniz
oluyor mu?
Tansu Çiller: Hayır,
ben kolay yorulan birisi değilim. Yani sabah dört buçuk, beşte kalkarım,
zaman zaman milletvekillerini beş, beş buçukta ararım genelde de ilk önce
eşlerinle konuşurum ve bu tempo devam eder. Yorulmadım, çünkü vermek istediğim
şeyler var, onları verene kadar da onları verene kadar da yorulmama kararlılığı
içindeyim. Ama evet, hatalar yaptım. Ekonomide değil, yönetimde değil,
dış politikada değil ama siyasette yaptım. Yani siyaseti yeterince bilmiyordum,
daha üstte kalabilmeliydim, daha çok kucaklayıcı olabilirdim. Ama bunlardan
bir ders alarak bir bütünleşme çabası içindeyiz, biz farklıyız diyorum,
hakikaten farklıyız. Biz farklılığımızı eskiden aldığımız derslerden kaynaklanıyor,
tecrübeden kaynaklanıyor. Bugün merkez bir merkez sağda uzlaşarak, kucaklaşmadan
kaynaklanıyor, çok hazırlıklı olamadan kaynaklanıyor ve beş yıldır iktidarda
olmadığımızdan kaynaklanıyor. Dolayısıyla bugün kü hataların ortağı biz
değiliz.
Mithat Bereket:
Son olarak bir kaç cümle ile toparlamak gerekirse ne tür mesajlarla
çıkacaksınız seçimenin karşısına çıkıyorsunuz, oy istiorsunuz? Bütün bu
çıkardığınız dersleri açabilir misiniz, yani ne dür dersler çıkardı Tansu
Çiller bütün bu yaşadıklarından? Türk halkının işine gemzir şayet iktidara
gelir veya iktirar ordağı olursa.
Tansu Çiller: Bir
kere çok hazırlıklıyız. Çıkardığımız derslerden ilk önce insanı, orta
direği, yoksulu, işsizi öne çıkarmak kararlılığı içindeyiz. Ne olursa
olsun bu öncelikli. Yani her meselenin önceliği var ama ilk önce yangı
yeri, bir savaş alanı Türkiye, sanki savaştan çıkmış gibi. Çiftçisi tasviye
edilmiş, işçisi bugün bizim bıraktığımız Türkiye'nin aşağı yukarı dolar
düzeyinde yarı ücretini alıyor, işsizlik Avrupa Birliği'nde en az işsizliği
olan ülkeyken en fazla işsizliği olan ülke haline gelmişiz. Bir yıldız,Türkiye
bütün bunları yapmışken, terör mücadelesini başarıyla bitirmiş bir ülkeyken
11 Eylül'de Türkiye'nin Başbaknın olmadığı hatta IMF'nin yolladığı, dışarıdan
ithal edilmiş bakana el açtığı bir onursuzluğu yaşayan bir Türkiye'de
yeni baştan başlatma iradesini çok güzel bir kadroyla, uyum içindeki kadroyla.
Ekonomide bizim karşımıza çıkacak bir ekip yok. O ekip eğer Türkiye'ye
hizmet verirse Türkiye için üzülürüm, bizim için değil. Siyasi ekibimiz
dış politikasyıla, her şeyi ile uzlaşmasıyla, merkez sağda bütünleşmesiye
çok farklı bir noktaya gelmiş bir program, bir hoş görü, bir bütünleşmeyle
çıkıyoruz. Bunlar da salmadan olmadı, bunlar geçmişteki hatalardan ders
almadan olmadı. Dolayısıyla bu Türkiye'nin şansıdır, bunu iyi kullanacaklarını
umud ediyorum. Çünkü bir tarafta sağımıza baktığımız zaman bir macera
var. Biz hiç bir zaman yasakları savunmadık, maduriyetleri hep karşısında
olan bir ekip olarak gördünüz. Ama madurlukla karşı karşıyayız. Bir madurun
hakkını, bir yasaklının hakkını koruyacağız derken bir yetkisiz kişi gelecek
bir başbakan atayacak, Türkiye'yi bu halden çıkaracak. Çiftçi için ne
yapacak, o işsiz için ne yapacak, Türkiye'nin üretimini artırmak içni
ne yapacak? Bütün bunların olmadığı bir ortamda bu mesuliyeti biz üstümüzde
hissediyoruz. Öbür tarafta sola bakıyoruz denedi Türkiye, işte bir Derviş
ekonomisini denedi harap olmuş durumda. Yani meydanlar inliyor "Devriş
devam etsin mi" dediğim zaman. O zaman bu mesuliyeti üstümüzde hissediyoruz
ve bu hizmeti yapmaya talibiz. Özal'a verilen sekiz yılın o tek başına
iktidarının bir kaç yılını bize verse millet görecek ki Türkiye şahlanacak.
Mithat Bereket:
Tansu Çiller, Mehmet Ali Bayar ve Ayfer Yılmaz çok, çok teşekkürler
katıldığınız için. Böylelikle bu geceki Seçim Meydanı'nın sonuna geldik.
Yarın Seçim Meydanı'nı Ankara'da kuruyoruz çünkü yarın Seçim Meydanı'nın
konuğu Başbakan Bülent Ecevit. Bunun için sorularınızı bekliyoruz, yarın
yine aynı saatte 21:05'de karşınızda olacağız. Ama hemen hatırlatalım
ondan önceki randevumuz saat 17:05'de Anahtar'la olacak yine Ankara'da
en önemli konulardan biri olan Kuzey Irak'ı ele alacağız Anahtar'da. Yarın
görüşüncüye dek şimdilik İstanbul stüdyolarımızdan iyi geceler.
|