|
Bozcaada, Süreyya ve Reklamlar... Tayfun Öneş'in tüm yazıları -4- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -3- Tayfun Öneş'in tüm yazıları -2- Tayfun Öneş'in tüm yazıları |
|||
Üstelik de Lokomotif Moskova, Malatyadan daha güçlü bir takımdı. Sanırım hâlâ da öyle... H Grubu ikinci maçını çıplak/soyunuk/canlı (doğru tabiri, bir bilen söyleyiversin) gözlerle izlemek için Ali Sami Yene doğru yola koyulduğumda, işte o olumlu hava esiyordu içimde. Hem Galatasaray eski (burada eskiden kasıt, Lucescu dönemidir) Galatasaray değildi, hem de Barcelona eski, daha eski günlerdeki Barcelona değildi. Kadroda yapılan başlıca değişikliklere gelince: İspanya Ulusal Takımına yedekten zar zor giren Mendieta eklenmiş ama, hiçbir ulusal-yerel takımda, hiçbir hocanın yedeğe çekemeyeceği Rivaldo İtalyaya gitmişti. Galatasarayda giden/kalan ya da gitmese de, yedek kalan/yeni gelen terazisinde kimler vardı, bakacak olursak : Sergen/Felippe, Emre A./Almaguer, Ümit K./Christian, Hakan Ü./Victoria, Ümit D./Perez değişikliklerini hemencecik sayıveriyorum. Caponeu atladığımı sanmayın ama bu kadar yeter, değişiklikleri saymak bile yoruyor kafamı. Maç başladı, sen misin Barcelona eski Barcelona değil diye ümitlenen, doğru, adamlar eskisi gibi değiller, çok daha güçlü gözüküyorlar. Meğer bunu Fatih Terim de daha maç oynanmadan söylemiş, durmuş... Maç sonrasındaki basın toplantısında da dememiş miydime getirdi. İlk 15 dakika, sertliğe müsade edecek görünüm çizen bir hakem nezaretinde, çalımlarıyla kalabalık ve presli Barcelona orta sahasını çözecek inceci Felippenin bir-iki çalımı ve Galatasarayın atacaksak, hemen atalım der gibi saldırmaları (daha doğrusu saldırma çabaları), bir 3 puan daha ümidime cila çekiyordu sanki. Ne var ki, koskoca Barcelonaya, hele kura sonunda en ciddi rakibimiz GS ve en ürkütücü deplasman İstanbul diyen bir rakibe topu topu her topu Felippeye kazandırarak oynanan bir oyunla üstün gelmek fazla hayâl olurdu. Belki iki gün önce bir antrenmanda 18 ortadan 14ünü gole çevirdiği söylenen Christianın, bir uzun ortaya yükselip vuracağı kafa işi çözebilirdi. Uzunu bırakın kısa orta bile koca maç boyunca bir elin parmaklarını geçmeyince Barcelona başladı bizimle bir güzel oynamaya. Ben sahada topu seyreden Christianı seyrettikçe, birkaç hafta önce Lorantı, gelir gelmez Steviçi hem de önemli Avrupa maçında direkt oynattı diye yerden yere vuran kalemleri düşündüm. Bakalım aynı kalemler, kalabalık bir defansı inatçı, çevik, yırtıcı tarzıyla delme ihtimali, en azından hataya zorlama ihtimali daha yüksek olan Ümit Karan yerine, Christian tercihi yapan Fatih Hoca için kaç okka mürekkep akıtabilecekti? Geçen sezon Avrupa maçlarında İngilizleri, İtalyanları şaşkına çeviren Ümit Karan bu maçta saha kenarında oturacak adam mıydı, diye durmaksızın sorasım geliyor. Lakin futbolda bir dolu maç, bir dolu hoca tarafından ya tutarsa diye çalınan mayalara malzeme olmuştu; bir tanecik maç da eski gol kralını yeni reddetmiş bir İmparator için feda olsundu! Christianın Barcelona gibi bir takıma, ilk sınavında atacağı bir gol, çok büyük sükse yapardı ama olmadı. Umarım buna benzer bir hayıflanmaya, henüz eski günlerinden çok uzak olan Hakan Ünsal ısrarı için de örneğin 1 hafta sonraki Brugge maçı sonrasında maruz kalmayız. Ayhan gibi, tam da bu maçlık bir adamın sakat olması, Hasanın hâlâ havalı World Cup formasını üzerinden atamayışı gibi gerekçeler bu maçın Galatasaray hanesine hem futbol hem de sonuç bakımından sıfır olarak yazılmasına yeterli gelmez, biliyorum. Onlar olsa da Barcelona bu maçı daha fazla hak eden taraf olurdu diye düşünüyorum; çünkü Barcelona Rivaldosuz kalınca güç kaybetmiş gibi gözükse de hız kazanmış olduğu bir gerçek. En çok kimi beğendin, derseniz, defanslarındaki Puyolu büyük bir hayranlıkla ilk sıraya yazarım. Başlangıçta bir kere Felippeyi kaçırdı, bir daha hiçbir pozisyonda hiçbir sarı-kırmızılı oyuncuya geçit vermedi. Ondan sonra kimi sayarsın, derseniz, koca takımın tümünü birden sayarım. Bir tek kalecilerinden emin değilim; garibim, test edilemedi çünkü. Barcelona takımı, Ali Sami Yen cehenemmini(!) sahiplerine cehennem eden, boğucu bir pres ve çok ve sık pas resitali sundu. Aylardır, her nevi maçta golü olan Arif Erdemi dahi kendi sahasında pozisyona sokmayan bir takımın performasını, maçı seyredemeyenler bile takdir eder diye düşünüyorum. Birkaç cümle de yenilen goller hakkında sarf edeyim sonra her imparatorsever gibi yapıp önümüzdeki maçlara bakmak üzere bu maçı geçeyim! İlk golde iki savunma oyuncumuz can siparene savunma yaparken top, Kluivertın önüne düştü ve o, ustaca dönüp vurdu. Mondragonun o topa yatarak plonjon yapacak zamanı yoktu yine de plonjon yaptı, refleksine yenik düştü. İkinci golde de, öne çıkmadığı için hatalı olduğu söyleniyor. Gole sebep olan ortanın geldiği korner nasıl doğmuştu ki? Rakibe yarım dakika önce, aynı şekilde vurdurulan kafayı son anda kornere çelen o değil miydi? Defans aynı hatayı üstüste yapma hakkına sahip de, Mondragon hep üstün performans sergilemekle mi mükellef? Ya da Emre Aşık o kalabalıkta yer almış olsaydı, o kafaları vurdurur muydu? sorusunu sormak, Mondragonu hatalarından biraz daha muaf tutmaz mı? Dönüyorum ilk maçların sonuçlarına: Sen Lokomotife kendi sahasında 2 gol atıyorsun, Brugge da Barcelonaya kendi sahasında iki gol. Senin yendiğin Lokomotif, Bruggedan deplasmanda, gol yemeden puan alıyor, sen kendi sahasında 2 gol yemiş Barcelonaya karşı, onun cehennemî deplasmanında gol pozsiyonuna dahi giremiyorsun. Bu nasıl iş? Yok, her maç ayrı telden tıngırdar der, kafamızı bu hesaplara yormak istemezsek şu özet yorumu yapıp çıkabiliriz işin içinden: Maç öncesinde biz onlardan, onlar bizden korkuyordu; neticede rakibini daha iyi etüt eden ve daha gerçekçi oynayan taraf kazandı. Eh! Geçmiş olsun o zaman. | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||