|
Avrupa ekonomilerinde büyümenin birbiri ardında hız kesmesi, işsizlik oranlarının tırmanması, Maastrichtte belirlenen bütçe açığı kriterlerinin aşılacağı işaretlerine karşılık; iş dünyasıyla daha yakın ilişkilere sahip merkez sağ partilerin seçim kazanamaması, Avrupa ülkelerinin radikal değişikliklere karşı olduğu şeklinde yorumlanıyor.
Seçmenlerin endişe ettiği ekonomik koşulları, rakamlarla ortaya koymak gerekirse, karşılaşılan tablo şöyle: AB İstatistik Örgütü Eurostatın tahminlerine göre, Avrupa Birliği ortak para birimi Euronun kullanıldığı 12 ülkede (Euro Bölgesi) büyüme hızının bu yıl yüzde 1in altında gerçekleşmesi bekleniyor. 1993 yılındaki durgunluktan bu tarafa büyümenin bu derece zayıfladığı gözlenmezken; işsizlik oranı Temmuz itibariyle yüzde 8.3e ulaşarak, son iki yılın en yüksek düzeyinde seyrediyor. Avrupanın önde gelen şirketlerinden Fransız telekom şirketi Alcatel, Almanyadan Deutsche Telekom ve Siemens, İtalyadan otomotiv devi Fiat yaklaşık 250 bin çalışanının işine son veren dev şirketlerden sadece bazıları. Bu rakamın, yıl sonuna kadar daha da katlanarak, 2001 yılında Avrupa şirketlerinden çıkarılan 500 bin kişi düzeyine çıkması dahi söz konusu olabilecek.
RÜZGAR TERSİNE DÖNDÜ MÜ?
Beş ay önce, Fransa, Hollanda ve Portekizde sosyal demokratları seçimde mağlup ederek iktidara gelen merkez sağ partiler, daha önce sadece Avusturyada Jorg Haider ve Fransada Jean Marie Le Pen gibi isimlerin bayraktarlığını yaptığı göçmenlere karşı politikaları sıklıkla dile getirmeye başladılar. Özellikle Le Pen, seçmenlerin yasadışı göçmenlere yönelik duyarlılığı ve işsiz kalma korkularını öne sürerek, kampanyasını güçlendirmişti.
Fransız seçmenler Sosyalist Başbakan Lionel Jospinin hükümetine son vererek, muhafazakar Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve aynı çizgideki Başbakan Jean-Pierre Raffarine şans tanımıştı.
Hollandada da Mayıs ayındaki seçimlerde benzer bir gelişme yaşanırken, iktidardaki sosyalist PvdA yerine göçmen karşıtı politikalara prim veren Pim Fortuynin listesi seçimlerde büyük başarı yakaladı.
SCHRÖDER VE PERSSON NASIL KAZANDI?
Avrupa genelinde merkez sağ partilerin rüzgarı güçlenirken, Almanyada Gerhard Schröder ve İsveçte Persson, sosyal politikaları koruyacaklarının işaretlerini vererek, seçmenlerini korumaya çalıştı.
Hristiyan Demokrat Parti lideri Edmund Stoiberin sayıları 4.1 milyon kişiye ulaşan işsizlere iş vaatleri, mucize ilaç niteliğinde bir çözüm görmeyen seçmenler nezninde itibar bulmadı.
Hatta Stoiberin liderliğini yürüttüğü Bavyera Eyaletinde kamu fonlarını ekonomiyi canlandırmak üzere kullanmaya yönelik girişimleri, serbest pazar ekonomisi görüşlerini sekteye uğratan etmen oldu.
Schrödere seçim kazandıran ise, kampanyasının ilk gününden son gününe kadar sosyal güvenliğe yönelik politikaların korunacağına yönelik sözleri ve 1960lardan itibaren ülkeye kabul edilen göçmenlere -bu göçmenlerin yaklaşık 3 milyonu Türk vatandaşı- ılımlı yaklaşımı oldu.
Schröder, Orta Avrupanın tamamını etkisi altına alan, bu arada Almanyanın doğusunda büyük hasara uğrayan bölgede sel kurbanlarına ekonomik güvence sağlanması yanında; France Telecomun çekilmesiyle iflasla karşılaşan Alman GSM şebekesi Mobilcomu batmaktan kurtararak 5.500 çalışanın işini garantiye alması; hanesine eklenen olumlu puanlar oldu. Schröder hükümeti, Mobilcomu iflastan kurtarmak üzere 400 milyon Euroluk destek verdi.
Ayrıca, dış politika alanında da Almanyanın Afganistandaki BM gücüne destek vermesine karşılık; ABDnin Iraka karşı askeri operasyonuna dahil olmayacağına yönelik yaklaşım da Schrödere destek veren bir başka etmen oldu.
Sonuç olarak, 10 gün önce Schröderin liderliğini yaptığı Sosyal Demokrat Parti, Stoiberin Hristiyan Demokrat Partisiyle yüzde 39.5-38.5 farkıyla seçimleri önde bitirdi. Bu aşamada, koalisyon ortağı Yeşiller Partisinin oyunu yüzde 8.5e çıkarması da etkili oldu.
Vergi indirimi ve sosyal desteklerin azaltılmasına programlarına dahil eden Serbest Demokratların oy oranı ise sadece yüzde 7.4te kaldı.
Siyasi analistler, Avrupada oyların ABDde olduğu gibi merkezde odaklandığına dikkat çekerken, sol veya sağ partilerin eskisi kadar güçlü ilgi toplamadığını kaydediyorlar.
Bu aşamada, Schröderin mali reformlara ağırlık vereceğini belirterek muhafazakar bir çizgi belirlemesi; ya da Hollandada Mayıs ayında seçilen Başbakan Jan Peter Balkenendenin sağlık hizmetlerini geliştirmek üzere vergileri artırması; farkların azaldığının bir başka göstergesi olarak öne çıkıyor.
ŞİRKETLERE DESTEK NASIL?
İki kanattan da siyasetçiler, bir süre sonra sosyal imkanların indirimi yerine vergi indirimlerine ağırlık verecek görünüyor. Parlamentonun ister sol ister sağ kanadına mensup olsunlar; partiler, şirketlere yardım etmenin onların batması halinde yaratacağı olumsuz etkiler göz önüne alındığında, şirketlerin desteklenmesi konusunda aynı görüşleri paylaşıyorlar.
Bu noktada, Fransa örneğine bakmak oldukça yeterli. Raffarin liderliğindeki hükümet Avrupanın ikinci büyük telekom şirketi niteliğindeki devlete ait France Telecomun 70 milyar Euroya ulaşan borçlarını temizleyerek, şirketi düzlüğe çıkarmaya çalışıyor. Bu aşamada, Avrupa rekabet hukukuna karşı olmasına rağmen kamu payının artırılması da göndeme gelebilecek.
Avrupa Birliğinin Lizbonda belirlediği kriterler itibariyle, ABnin 2010 yılı itibariyle dünyanın rekabete en açık bölge olması hedefleniyor. Ekonomistler, her dönem için son derece iddialı olan bu hedefin yakalanması için, hız kesen ülke ekonomilerinin engel olacağını öngörüyorlar.
Önceki Jospin hükümetinin maliye bakanı Dominique Strauss- Kahn, Fransada sosyal demokrasinin ölüp, gömüldüğünü söyleyenler; değerlendirmelerinde oldukça acele ettiler derken; ekonomistler, zor zamanlarda seçmenlerin yüzünü dev şirketlere değil, devlete dönmesi gerektiği mesajının verildiğine inanıyorlar.
İsveçte de benzer şekilde Persson liderliğindeki Sosyal Demokratlar üçüncü dönem için seçimleri kazanırken; seçim kazandıran politikalar arasında vergi indirimleri ve sosyal hakların artırılmasına yönelik yaklaşımlar etkili oldu.
İsveçte toplam hane halkı gelirinin yüzde 59u vergi, sosyal güvenlik ve sağlık sigortası primlerine giderken; Avrupa Birliğinde bu rakam ortalama yüzde 46; ABDde ise yüzde 32 düzeyinde bulunuyor. | |