|
![]()
![]() | ![]() ![]() | ![]() | ![]() | |||||||
|
22 Eylül Son olarak Mission Imposible ve Mission to Mars filmleriyle izlediğimiz usta yönetmen, gerilim ve şiddeti görsel şölene dönüştürme yeteneği ile tanınıyor. Tabii bir de Hitchcock hayranlığı ile... |
![]() ![]() |
![]() |
|||||||
|
|||||||
![]() |
Babası ile birlikte | ![]() Önceleri fiziğe meraklı olan De Palma, konunun eğitimini almak üzere Columbia Üniversitesine başladı. Kısa süre sonra fikrini değiştiren sanatçı, önce tiyatro, ardından da sinema okudu. 1960da çektiği ilk orta metrajlı filmi Ikarusdan sonra 6601224, The Story of an IBM Card ve kendisine çeşitli ödüller getiren Wotans Wake geldi. İLK UZUN METRAJ DENEYİMİ Brian De Palma ilk uzun metrajlı filmi olan The Wedding Partyyi Sarah Lawrence Üniversitesinde okurken çekti. Yarı doğaçlama olan bu komedi yapıt aynı zamanda Robert De Niro ve Jill Clayburghün ilk filmleri olma özeliğini taşıyor. Bu ilk filmin ardından, De Palma pek çok belgesel ve The Responsive Eye gibi kısa filmlere imza atmanın yanı sıra, New York Modern Sanatlar Müzesinde bir sergi açtı. Sanatçı ikinci uzun metraj filmi Murder A la Modu 1967de çekti. Bu film kaliteli bir gerilimdi ve Hitchcocka gönderme yapıyordu. 60lı yıllarda hüküm süren yerleşik kurumlar karşıtı tavır, De Palmayı hiciv tarzı filmer yapmaya itti. Bunlardan Greetings Berlin Film Festivalinde Gümüş Ayı Ödülü kazandı; Hi Mom ise Amerikalı genç yönetmenler arasında üst sıralara yerleşmesini sağladı. HOLLYWOODDAN VİZE |
||||||||
Ünlü Hollywood yönetmenleriyle birlikte. (Soldan sağa: Steven Spielberg, Martin Scorsese, Brian De Palma, George Lucas ve Francis Ford Coppola) | ![]() Bundan sonra De Palma büyük Hollywood stüdyolarının dikkatini çekti. Yine de kendisine ilk büyük başarısını getiren çalışma, mütevazı ve bağımsız bir yapım olan Sisters oldu. Önceki filmlerindeki yarı doğaçlama tarzı geride bırakan sanatçı, yazım yapılandırma, görüntü planlama ve ritim gibi unsurlardaki yeteneğini ortaya koyarak en iyi Hollywood yönetmenleriyle eşdeğerde olduğunu kanıtladı. De Palma bu başarısından iki yıl sonra müzikal gerilim tarzındaki Phantom of the Paradiseı çekti ve 1975 Avoriaz Film Festivalinde Büyük Ödüle layık görüldü. 1976da Paul Schraderla birlikte yazıp yönettiği ve başrollerini Cliff Robertson ile Genevieve Bujoldun paylaştığı romantik gerilim Obsessionı, Sissy Spacek ile Piper Laurieye Oscar adaylığı getiren ve dünya çapında bir başarıya imza atan Carrie izledi. | ||||||||
|
Nancy Allen, John Travolta ve Amy Irvingin de rol aldığı bu film, hâlen en iyi Stephen King uyarlamalarından biridir. Gerek son sahnesi, gerekse diğer sahneleri yıllar boyunca pek çok kez taklit edildi. HITCHCOCKA SAYGI De Palma organizasyon karşıtı filmlerin modasının yakında geçeceğini görecek kadar ileri görüşlü bir insandı. Bu yüzden Sisters filminde Grand Prix ve The Boston Strangler gibi 60ların filmlerinde popüler olan split-screen tekniğini kullanarak, Alfred Hitchcocku taklit etmeye başladı. De Palma Sistersda Hitchcocktan esinlendiğini kabul etmekle kalmadı, aynı zamanda Hitchcockun müzik yönetmeni Bernard Herrmanla çalışarak Hitchcocka olan saygısının altını çizdi. Obsession da De Palmanın Hitchcockun Vertigosunu taklit ettiği birkaç filmden biriydi ve bu film yönetmenin 360 derece kamera panlara merakını ortaya koyuyordu. De Palmanın o zamana kadarki en başarılı filmi Carriede, split-screen tekniğine geri dönüş görüldü. Öykü De Palmanın özelliklerinden biri olan ters şok sonla bir kabus olduğu anlaşılarak bitiyor. DRESSED TO KILL İLE GERİLİME DÖNÜŞ |
||||||||
'Scarface' filminin setinde Al Pacino ile birlikte | ![]() De Palma 1980de tekrar gerilim türüne döndü ve Michael Caine , Nancy Allen ve Angie Dickinsonın rol aldığı Dressed to Killi yönetti. Ardından Blow Outu hem yazan hem de yöneten De Palma, bu filmde iki favori temasını işledi: Röntgencilik ve manipülasyon. 1982de senaryosunu Oliver Stoneun yazdığı aşırı şiddet içeren Scarfacein yeni uyarlamasında Al Pacino ve Michelle Pfeiferla çalıştı. 1984 yılında yönettiği Body Double Melanie Griffithin de çıkış filmi oldu. Kendisine şöhreti getiren film türünü arkasında bırakan Brian, müthiş bir görsel destan olan Untouchablesı yönetti. Fillm başrol oyuncularından Sean Conneryye Oscar, sinemaseverlere de Kevin Costner ve Andy Garciayı kazandırdı. |
||||||||
'The Bornfire of the Vanities' | ![]() 1989da Michael J. Fox ve Sean Pennin rol aldığı savaş filmi Casualties of Waru, 1990da Tom Wolfeun hiciv tarzı romanından uyarlanan ve başrollerini Tom Hanks, Melanie Griffith ile Bruce Willisin paylaştığı The Bornfire of the Vanities izledi. De Palma 1992de John Lightow ve Lolita Davidovichin rol aldığı Raising Cain ve Al Pacinonun başrolünü canlandırdığı Carlitos Wayle gerilim tarzına dönüş yaptı. | ||||||||
|
İLK BİLİMKURGU DENEYİMİ Ünlü yönetmen, televizyon dizisi olarak büyük başarı kazanan Mission Imposibleı 1996da filmleştirerek, Tom Cruise, John Voight, Emanuelle Beart ve Jean Renoyu biraraya getirdi. Bu film uluslararası bir başarıya imza attı. Ardından gelen Snake Eyesın başrolünde ise Nicholas Cage ve Gary Sinise vardı. İlk bilimkurgu çalışması olan Mission to Marsta yine Gary Sinise başrolleri Tim Robbins, Don Cheadle ve Connie Nelsonla paylaştı. Yönetmen bu filmel dünyevi gerilim ve şiddeti bıraktı ama bu kez de bunları güneş sisteminde başka bir yere taşıdı. ÖZGÜRLÜK ARAYIŞI Brian De Palma son filmi Femme Fataleye dolayısıyla Fransaya götüren şey birnevi özgürlük arayışı, yani, kendisini bağırlarına basan büyük Hollywood stüdyolarıyla arasına mesafe koymak ve Mission Imposible, Mission to Mars gibi filmlerin muazzam özel efektlerinden uzak durmak... Çoğu Amerikalı yönetmen gibi stüdyo sisteminin sağladığı imkanlardan yararalanmayı seven De Palma tüm gücü elinde tutan yapımcı, avukat, pazarlama departmanlarının katı ve stüdyocu tavrından hoşlanmadığını söylüyor. FEMME FATALE ÜZERİNE Kara sinemaya has bir estetik tarzının kullanıldığı filmin çekimlerinde bu tarza zıt düştüğü halde çok hareketli bir kamera sisteminden yararlanılmış. Filmde kara sinema kategorisine girmesine izin vermeyecek kadar fazla kamera hareketi var. Ayrıca görsel hafızayla oynama konusundaki yeteneğiyle dikkat çeken yönetmen, bu filmde de tekrarlanan sahnelerle, gerçekliğe hafif dokunuşlarda bulunuyor. Brianın kostümler konusunda net fikirlere sahip olduğu söyleniyor. The Bornfire of the Vanities de çevresi siyah beyaz giysili figüranlar tarafından sarılan Bruce Willis, diğer kadınların hepsi siyah beyaz giydiği halde, turuncu bir elbise giyen Melanie Griffith gibi... Benzer ayrıntılara Femme Fatalede de sıkça rastlıyoruz. |
||||||||
'Femme Fatale'nin setinde | ![]() SAHNELERİ BİR RESSAM GİBİ PLANLIYOR Filmin başrol oyuncularından Antonio Banderas, De Palma ile ilgili düşüncelerini Tanıdığım yönetmenler arasında Brian görsel yetisi en gelişmiş olanı. Sahneleri bir ressam gibi planlıyor, saklamıyor ve oyuncuların 6-7 dakika aralıksız oynamalarına izin verirken, kamerayla karmaşık ve güzel hareketleri yakalıyor. Realizme pek aldırmaması ve sürekli olarak yaptıklarını doğrulama uğraşmaması da hoşuma gidiyor. Brian da, Almadovar ve Kubrick gibi karakterlerin her davranışını açıklama ihtiyacı duymuyor şeklinde dile getiriyor. ![]() ![]() ![]() | ||||||||
![]() |
|||
![]() |
|||
![]() |
|||
![]() |
|
![]() |
|||||||||||||||
![]() ![]() ![]() |
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||
![]() |