|
15 Eylül Taşın insan yaşamındaki yerini, insan emeğinin taşı nasıl şekillendirdiğini görmek için dinlerin, mezheplerin harman olduğu Mardine gitmeli. |
www.geziturkiye.com |
|||
Mardine havayolu ile haftanın her günü, kimi günler haftada iki kez İstanbul ve Ankaradan Diyarbakıra giden uçaklar ile gidilebiliyor. Ayrıca haftanın belli günlerinde yine İstanbul ve Ankaradan Urfaya giden uçaklarla da havayolundan gidilebildiği gibi , İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve diğer şehirlerden de kalkan, hepsi son model otobüslerle karayolu ile de ulaşılabiliyor. Mardine, havayolu ile Diyarbakır üzerinden 1 saat 15 dakikalık uçuştan sonra 90 kilometrelik karayolu ile ulaşılabilir. Aynı yolu Urfa üzerinden de yine 1 saat 15 dakikalık havayolu ve 180 kmlik bir karayolu yolculuğundan sonra ulaşabilirsiniz. Mardine Diyarbakırdan giden karayolunun tümü asfalt. Diyarbakırdan çıkıp Mardin yoluna girdikten sonra yol boyunca size sol tarafta dağlık alanlar sağ tarafta ise ekili alanlar eşlik eder. Yolun 70. kilometresini aşıp artık Mardine yaklaşmaya başladığınızda, eski adıyla Seyhan olan Sultanşehmus Türbesini göreceksiniz. İstereniz burada küçük bir mola verip bir çay içimlik zamanda Sultanşehmus türbesini ziyaret edebilirsiniz. Mardine yaklaştığınızı ise, bir kalenin üzerine oturtulmuş evleri yakından görmeye başladıkça anlayacaksınız. Çünkü ister Diyarbakır üzerinden ister Urfa üzerinden Mardine gelin, şehre, daha doğrusu şehrin eski merkezine yaklaştıkça göreceksiniz ki seyretmekte olduğunuz yolda giderek size yaklaşan heybetli bir kalenin üzerine oturtulmuş evler sizi karşılıyor. Mardin ile ilgili hiç bir şey bilmiyor ve bu müze şehri daha önce görmemiş olsanız bile, kente yaklaştıkça, şehrin görüntüsü sizi içine çeker. O görüntünün içine girdiğinizde ise başka bir dünyaya geldiğinizi göreceksiniz. Ama sakın yalnız bu görüntü ile yetinmeyin. Şehrin içine girin ve inişli çıkışlı daracık sokaklarında gezin. Mardin, Hurrilerden beri bir yerleşim birimi olarak biliniyor. 12. yy başlarında kurulan şehir, Artuklular döneminde önem kazandı. Artukluları izleyen Akkoyunlular döneminde de parlak bir dönem yaşayan Mardin, bu dönemde kendine özgü bir konut mimarisi geliştirdi. Mardin evleri, bölgedeki özel taşların işlenmesi ile süslenmiştir. Mardinin adı, tarihte Perslerce Marde, Bizanslılarca Mardia, Araplarca Mardin, Süryanilerce Marde, Merdo, Merdi, ve Merdi olarak kullanmış. Merde ya da Merdo, Süryanicede kale, kaleler anlamına geliyor. Kimilerine göre ise mede adı bölgeye yerleşen Merde boyundan geliyor. |
||||
ŞEHİR GEZİSİ Mardin gerçek anlamda bir müze şehir. Aslında zaman zaman espri ile zaman zaman da gerçekten dile getirilen Bu şehrin giriş ve çıkışına birer kapı yaparak burayı bir Müze şehir yapmalı tezleri de, buradan kaynaklanıyor. Mardin; mimarisi, tarihi, kültürel yapısı, sosyal dokusu ile her açıdan bugüne kadar gördüğünüz şehirlerden farklı bir yer. Bir kalenin üzerine oturtulmuş olan şehir eski ve yeni olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Mardinin 1960lı yılların sonunda şehrin tamamının SİT alanı ilan edilmesiyle şehir içine yeni inşaat yapımı yasaklandı. O tarihten sonra bir yandan kamu birimleri şehir dışına taşınırken bir yandan da şehrin gelişmesine paralel ihtiyaç duyulan yeni yerleşim ve iş alanları da şehrin girişindeki düzlük alana indirilmeye başlandı. Şehrin girişindeki düzlük alan tanımı, herhangi bir yerde kullanılan düzlük alandan farklıdır. Çünkü Mardinde baştan sona yürüyerek 15-20 dakika sürebilecek, çift yönlü trafiğe bile uygun olmadığı için, araçların tek yönlü çalıştığı yalnız bir cadde vardır. Şimdi yeni şehir denilen bölgeden başlayıp şehrin alt bölümünden geçen yeni bir yol yapıldı. Belediye otobüsü, minibüs vb. gibi şehir içi ulaşım bu yoldan sağlanıyor. Ama bizim size önerimiz, Mardini , evlerin çöpünün bile araç giremediği için ancak eşeklerle toplanabildiği, inişli çıkışlı daracık sokaklarını yürüyerek gezmenizdir. Gezdiğiniz sokaklarda aynı zamanda hepsi bölgenin özgün taşlarından işlenerek yapılmış tipik Mardin evlerini görebileceksiniz. Mardini gezmeye başlamadan önce küçük bir uyarı. Aracınızdan indikten sonra olduğunuz yerden şehre şöyle bir bakın daha sonra gördüğünüz o şehrin içine girip gezmeye başlayın. İçine girdiğinde insan kendini bir anda 16. yüzyılda bulmuş gibi oluyor. Bunu biraz daha yakından görmek isterseniz, her biri ayrı bir çarşının adı olan Dellallar, Kazancılar, Marangozlar, Hasan Ammar, Sokulbakar ve Babıssora gidin. GEÇMİŞE YOLCULUK Bu yerlerde 21. yüzyıla girerken 16 ya da 18. yüzyıldaki yaşamın izlerini göreceksiniz. Dükkanların yapısı, işleyiş, konumlanma ve bütün varlığı sizi bambaşka bir dünyaya götürüyor. Mardinde, Sokulbakardan başlayıp Bezzazlar, Sobacılar, Kasaplar çarşısını izleyerek Ulu Camiiden Dellallar Çarşısına, oradan da Kazancılar carşısına geldiğinizde, yolda hala semer yapan dükkanlara tanık olacak, daha önce koca bir çarşı iken şimde ancak birkaç dükkanın kaldığı Bakırcılar çarşısında bakır döven ustaların çekiçlerinden Mezpotamyaya yayılan ritmik seslerini duyacak, marangazlor çarşısında hala takunya yapan ustaları göreceksiniz. Bu arada Attarlar Çarşısına giderken yolda göreceğiniz leblebicilere şöyle bir uğrayıp, leblebi ustalarının taze taze önünüzde yaptıkları leblebiyi görün ve tadın. Mardin leblebisini tattıktan sonra bundan böyle leblebi dendiğinde aklınıza Çorum değil Mardin gelecektir. Bu arada söyleyelim. Mardinden eşinize dostunuza getireceğiniz en güzel hediye de leblebi olabilir. Tabii kendiniz için de. MARDİN MUTFAĞI Yemekten söz açılmışkan Mardine gidip Rıdanın kebabını yemeden dönmeyin sakın. Bu öneri Rıdanın kebabını yiyinceye kadar sizin için bir anlam taşımayabilir. Ama Mardinin ana caddesinde, Yapı Kredi Bankasının sırasında bulunan üzerinde de Kebapçı Rıdo yazılı tabelayı gördüğünüzde içeri girin ve kendinize bir kebap ziyafeti çekin. Bu girdiğinz yer 40 yıldır aynı kişi tarafından işletilen ve aynı yöntemle kebap yapan yerdir. Rıda Kebabının özelliği, kebap olacak etin, kıyma makinesinden geçirilmeden, satır ile kıyılmasındadır. Söz yemekten açılmışken Mardinin özgün yemeklerini de anlatalım. Aslında bizim anlatmamız yerine size önerimiz Mardinin; kaburga, işkembe dolması, içli köfte ve etli ekmek gibi özgün yemeklerini Cumhuriyet Meydanındaki Turistik Lokantasına giderek burada önünüzdeki Mezopotamya yaylasını seyrederek yemenizdir. Size önerimiz, Turistik Lokantasında gördüğünüz ve damak zevkine meraklıysanız bu yemeklerin tümünü tadabilmek için tadımlık bir menü hazırlamalarını söyleyin. |
||||
MÜZEKENT MARDİN, VE ÇEVRESİNİ NASIL GEZMELİ Mardin, mimarisi, sosyal yaşamı, kültürel dokusu ve şehrin kendisi ile gerçekten her göreni büyüleyen bir şehir. Nasıl Gezmeli? Mardin yalnız şehir merkezi ile değil, çevresi ile de kültürel bir gezi için ideal bir yer. Önce mardin kent merkezi içindeki önemli noktaları, evleri, medreseleri, kiliseleri, ardından da Deyrulzaferan Manastırı başta olmak üzere Dara, Midyat ve Hasankeyfi içine alan geniş bir alanı gezmeli. Kısacası Mardin ve çevresini hakkıyla gezebilmek için en az iki gün ayırmalı. Dünya Süryaniliğinin merkezi olan Deyrülzafaran, su sarnıçları ile Dara ve yine dünyadaki yaşayan arkeolojik birkaç şehirden biri olan Hasankeyfi de kattığınızda Mardin gezmeye doyulmaz bir şehir. Şehir içinde yapacağınız gezide görmeye değer yapılar şöyle sıralanabilir: Ulu cami: 12. yyda. Artukoğulları tarafından yapılmıştır. Caminin manaresi uzunluğu ve taş işçiliği bezemeleri ile dikkat çekiyor. Maneri kapısının üzerinde 1888 tarihi yazılıdır. Zinciriye Medresesi: Artuklu Sultanı İsa adıyla anılan medrese, 1385 tarihinde yapılmıştır. Külliye cami, türbe ve ceşitli ek mekanlardan oluşuyor. Medresenin güneydeki basamaklarla çıkılan taç kapısı taş işçiliğinin adeta bir şaheseridir. Latifiye ve Şehidiye Camiileri:1371de Artuklular zamanında yaptırılmış, minaresi ise Musul Valisi Gürcü Reşit Paşa tarafından 1845te yaptırılmıştır. Şeyh Çabuk adıyla da bilinen Şehidiye Camisi ise15. yya tarihlenmektedir. Deyrülzafaran Şeyh Zırrar Camisi: 13. yyda Artuklu Sultanı Emineddin tarafından yapımına başlanan ve 1108-1122 tarihleri arasında yaşayan kardeşi Necmeddin İlgazi tarafından minaresiz olarak yaptırılan cami, Emineddin Camisi olarak da biliniyor. Kasımiye Medresesi: Yapınına Artuklular zamanında başlanıp Akkoyunlu Sultan Kasım zamanında bitirilmiştir. Kırklar Kilisesi: Mardin şehir merkezinde bulunan Kırklar Kilisesi, 569 yılında Şehit Mar Behnan ve kızkardeşi Sara adına yaptırılmıştır. Mar Mihail Kilisesi: Mardin şehir merkezinin güneyinde, şehirden kopuk bir yerde bulunan Mar Mihail Kilisesi, 186 yılında Kefertut Valisi tarafından yaptırılmış. İiqçinde Mar Yusuf, Mar Mihail ve Mar Sirasaya ait mezarlar bulunuyor. Nerede Kalınır? Burada konaklamak isterseniz üç yıldızlı iki otel var: Şehir merkezindeki Bilen Oteli ve Kızıltepede Öztopraklar. Önceden rezervasyon yaptırmanızda yarar var. Şehir merkezinde Turistik adıyla bir otel olmakla beraber burası tavsiye edilebilecek nitelikte değil. DEYRÜLZAFARAN MANASTIRI Hristiyan dininin katolikleri için Vatikan ne ise, Süryaniler için de aynı olan, kısa bir süre öncesine kadar dünya Süryanilerinin merkezi olan Deyrülzafaranı da mutlaka görmelisiniz. Burada yalnız Süryanilik ile ilgili değil, güneşe tapanların tapınağını da görebilirsiniz. Deyrülzafaran Mardinden 5 kilometre uzaklıkta. Buraya şehirden tutacağınız bir taksi ile ulaşabilirsiniz. Taksici ile anlaşarak sizi geri götürmesi için beklemesini de isteyebilirsiniz. Manastır, 1937 yılına kadar dünya Süryanilerinin Merkeziydi. 493te Süryani mimar kardeşler Teheodori ve Tehodari tarafından yaptırıldı. Adını yörede yetişen zafaran çiçeğinin yapının harcında kullanılmasından alan Deyrülzafaran Manastırı, Süryani Havariyunundan Petrus adına dikilen taşından kaynaklanan bir kutsallık taşıdığı ve İsanın Petrusa Temel kaya sensin, senin üzerine kilisen inşa olunacaktır dediği için bu taşın dikildiği kilisenin de merkez olduğuna inanılmaktadır. Deyrülzafaran Manastırı, 1937de Süryani Patrikliğinin Suriyeye taşınmasına rağmen Süryanilerin Hac merkezi olarak kabul ediliyor Bu nedenle de dünyanın her yanındaki Süryanilerce Deyrülzafaran çok sık ziyaret ediliyor. Manastırın içinde güneşe tapanların da tapınağı bulunuyor. DARA Tarihte Dara Kalesi olarak geçen, Dara su sarnıçları, ise Mardinden Suriye sınırına giden Nusaybin yolu üzerindedir. Mardinden Nusaybine giderken 30. kilometredeki Oğuz köyüne giden yoldan ulaşılan Darayı eğer görmek isterseniz, buraya da özel bir taksi ile gidebilirsiniz. Roma, Bizans, Sasani e Arap egemenliğinde kalan , adını Pers İmparatorluğunun büyük imparatoru Daradan alan kral kenti Dara, Mezopotomyanın önemli bir transit ticaret merkeziydi. Kent, Büyük İsqkenderden sonra Doğu Roma ile Persler arasında sık sık el değiştirdi. 7. yyda Abbbasiler, 15. yydan sonra da Türklerin bölgeye egemen olması ile Türk egemenliğinde kaydı. Darada kalenin su gereksinimini karşılayan büyük hacimli sarnıçlar ve saray olarak bilinen yapının altında büyük bir mahzen ve anıtsal yapılar bulunuyor. MİDYAT Mardin gibi bir müze kent olan Midyat, Mardinden yaklaşık 1.5 saat uzaklıkta. Hasankeyf ve Midyatı içine alan geziyi bir güne sığdırabilirsiniz. Mardine benzer evlerin, taş konakların, kemerli geçitlerin, minare gibi yükselen çan kuleleriyle süryani kiliselerinin bulunduğu Midyat, bir ortaçağ kentini andırıyor. Süryanilerin yavaş yavaş terketmesi ve göç almasıyla şehir merkezi 2 km ötedeki Estele kayıyor. Telkari diye bilinen taş işçiliğinin en güzel örnekleri Midyattaydı. Bir kaç telkari ustası Midyat çarşısında mesleklerini sürdürmekte direniyorlar. Deyr-Ül Umur Manastırı Mor Gabriel olarak da bilinen Deyr-Ül Umur Manastırı, Midyat yakınında, temelleri 379da atılarak bir tepe üzerinde kurulmuş. Manastır içinde Meryamana,Resüller, Kırk Şehit, Mar Şumuel, Mar Şemun adlarıyla anılan ibadethaneler, rahiplerin yaşama ve ibadet etme alanları, lahit ve mezarlık bölümü bulunuyor. Mar Gabriel, aynı zamanda Süryani Kilisesi tarafından Piskoposluk merkezi olarak da kullanılıyor. HASANKEYF Bir kez, Mardine gitmişken Hasankeyfi mutlaka görün. Hasankeyfe gitmek için Mardinden minibüsle Midyata gidip oradan Hasankeyfe ulaşabilirsiniz. Artuklular döneminin başkent olarak bilinen Hasankeyf, antik çağın ilk yerleşim alanlarından biridir. Kayaların oyularak konut haline getirildiği Hasankeyf adı Süryanice kaya anlamındaki Kifodan geliyor. Roma, Bizans, Sasani e Arap egemenliğinde kalan Hasankeyf, hristiyanlığın yayılmasıda da önemli rolü oynamış bir kent. 1232de Eyyübi tarafından işgal edildi. 1268de da Moğallar tarafından ele geçirilen Hasankeyf kısa süreli Akkoyunlular dönemi dışında ticaret yolları değişinceye kadar önemli bir ticaret merkeziydi. Hasankeyf bugün, çeşitli dönemlere ait narin minareler, Asankif köprüsünün hayranlık uyandıran dev kalıntıları, soğan kubbeli türbelerin Anadoludaki tek örneği olan Zeynel Abidin Bey Türbesi ve zaviye tarzının ender örneklerinden S.Abdullah Zaviyesi, kayalara oyulan binlerce ev, dükkan, kilise, ve İbni Şaddata göre bir zamanlar sayıları 7 iken bugün yalnız 3ü korunabilen ilginç hayvan oymalarıyla zenginleştirilmiş anıt kapılar ve muhteşem manzaralı Artuklu Akropolüne ev sahipliği yapıyor. Şimdi Dicle nehri üzerinden kurulacak olan baraj dolayısıyla su altında kalma tehlikesi ile karşı karşıya bırakılan yer işte burasıdır. * www.geziturkiye.com sayfasından alınmıştır. | ||||
Kriz, kadınları bu sefer daha çok vurdu | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||