Home page

Haber Menüsü


 
Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi ya da Güneş’in Çocukları...
 
Yanıt verilmesi gereken soru, bu kadar ardışık ve devamı gelen bir başarı demetinden sonra bile neden “Güneş’in çocukları...” değildir?
 
Tuğrul AKŞAR
NTV-MSNBC
 
9 Eylül—  7 Eylül 2002 Cumartesi günü Ulusal takımımız 2004 Avrupa Şampiyonası ilk tur eleme maçlarının ilkinde, göze hoş gelen bir futbol ve net bir skorla, rakip Slovakya’yı 3-0 yenmiş, keyfimiz yerinde. Her zaman olduğu gibi, maç sonrası yorumları almak üzere, evde tv’nin kumandasına el koyarak, egemenliğimizi ilan etmiş, kanalları zaplıyorum. Maç biteli iki saat olmuş. Tamam işte bir futbol programı, demekki birazdan maçın yorumu, analizi yapılacak diye beklerken; programın maçtan bir gün önce çekilmiş olduğunu, konuşmacıların hemen yorumlarından çıkartıyorum.

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Konu malum... Ulusal takımımız, bu elemelerde ne yapar? Güneş’le nereye kadar gidilebilir? Falan filan. Programa katılanlardan birisi medyanın tanınmış isimlerinden olmasa, hemen bu bayatlamış programı geçecektim. Ama daha maçın sıcaklığını ve izleme zevkini kaybetmemiştim ki; sayın yorumcularımız Ulusal takımımızı, birer uzman hekim gibi ameliyat masasına yatırdılar, başladılar kesip biçmeye.
       Allah allah. İçimden fesupanallah çekerek, yorumları izlemeye başlıyorum...Sayın yorumculara göre, “Bizim bu takımla, Slovakya’ya gol atmamız mümkün görünmüyor. Takım zaten düşüş içinde, futbolcular disiplinsiz oldukları kadar, formsuzlar da. Üstelik karşımızdaki rakipte Çek ekolünden. Öyle Türkiye liglerindeki takımlara benzemezler. Sert ve sağlam oynuyorlar. Bu halimizle ciddi bir rakip olan Slovakya karşısına çıkacağız. Kısacası bizim Slovakya karşısında işimiz zor. Kimse bu maçın kolay geçeceğini sanmasın. Bizim takım zaten Dünya kupasından sonra düşüşe geçmiş. (Benim bildiğim, takımımız Dünya kupası sonrası sadece Gürcistan maçı oynadı ve güzel bir oyunla 3-0 kazanmışlardı. Neye göre düşüşe geçti tabii bunu sayın yorumculara sormak lazım!) Zaten, Ulusal Takımımız, Dünya Kupası’nda da, hiç Avrupalı takımla oynamadan, yarı finale çıkmış. Grup şeker gibiymiş. Şenol Güneş çok şanslı imiş ama, ne karizması ne de vizyonu, bu takımı 2004 Avrupa Kupası’na götüremezmiş. Giderse, ancak takım kendisi gidermiş. İngiltere zaten düşüşte imiş. Şenol Güneş görevini bıraksaymış, hangi takımda iş bulabilirmiş v.s.”
       
GÜNEŞİN SOPASI YOK...
       İlahi adaletin tecellisi olacak ki, tam da maçın bitimini takiben bir-iki saat sonra banttan yayınlanan bu program, sayın yorumcularımızın ne kadar işlerinin ehli ve toplumsal sorumluluk sahibi olduklarını da ortaya koyuyordu adeta. Güneş’in sopası yoktu ki, gereğini yerine getirsin. Bu bant programı yayınladıkları için sözkonusu tv’nin genel yayın yönetmenini de kutlamak gerekirdi. Belki yönetmen de, bu konudaki haksızlığa dayanamamış olacak ki; bir iletişimci olarak, bu bantı maç sonrası yayına vererek, vicdanını rahatlatmıştı. İnsana pes dedirtecek bir yaklaşım sergileyen, futbol eleştirmenlerinin, maalesef maç sonrası görüşlerini öğrenme fırsatım olmadı.
       Günün sonuna doğru ismini burada vermek istemediğim bir tv kanalında yayınlanan bu programla; ülkemizde konulara yaklaşırken, nasıl uzaklaştığımızı; objektif olma adına, subjektivitenin bataklığına nasıl gömüldüğümüzü daha bir iyi görmüş oldum.
       
SIRADIŞILIKLAR SIRADANLAŞIYOR
       Aslında sadece görsel medyada değil, yazılı medyada da, Ulusal Takım teknik Direktörü Şenol Güneş aleyhine çok yazılıp, çizilmiş ve Güneş’i patlama noktasına getirmişlerdi. Bu tür sıradışılıklar, bizde nedense bir süre kanıksanarak, sıradanlaşıp gidiyor. Kimse çıkıpta, “Daha önceden siz bu konu hakkında bunları yazıp, çizmiştiniz ama bu öyle olmadı” demediği gibi; iş, “Biz motivasyon amacıyla bu eleştirileri yapmıştık” gibi bayağılaşabiliyor da.
       Çok basit bir kaç soru ile konuyu analiz etmeye çalışalım. Aslında bu sorulara verilecek yanıtlarla da, çok fazla yoruma gerek kalmaksızın, zaten analiz kendiliğinden yapılmış oluyor.
       
FATİH TERİM OLSAYDI?
       Acaba 7 Eylül 2002 Cumartesi günü Slovakya ile oynanan maçın teknik direktörü Fatih TERİM olsaydı, medya ne tür bir yaklaşım sergilerdi? Yine, Dünya Kupası üçüncülüğünde olduğu gibi, başarı sadece takıma mı mal edilecekti? Teknik direktör es mi geçilecekti? Futbolcularımız neden “Fatih’in aslanları” olabiliyor da “Güneş’in çocukları” olamıyor? Medyanın karizmasız ve vizyonsuz bulduğu Şenol Güneş’in, bu maçın kazanılmasında teknik ve taktik olarak hiç mi etkisi olmadı?
       Futbolcular kendilerinin oluşturduğu taktik ve teknikle mi, maçın kaderini/sonucunu belirlediler? Üç ciddi oyuncumuzun yokluğunda Şenol Güneş’in işinin zor olduğunu söyleyenler, takımın oluşumunda kenar yönetiminin yer verdiği yeni varyasyonları göremiyorlar mı? Bu takım, alternatifsiz olarak lanse edilen futbolcuların yerine yeni oyuncular monte ederek, başarıya ulaşmadı mı? Daha bunun gibi bir çok soru sorulabilir.
       Demem o ki, bu takımın 2002 Dünya Kupası’ndaki başarıları, takıma mal edildi. Teknik direktör Şenol Güneş es geçildi. Karizması yok denildi, vizyonu dar denildi, giyimi, kuşamı, konuşması eleştirildi. Sorgulanmadık tek bir hücresi kalmadı. Takımımız Dünya üçüncüsü oldu, Güneş’in esamesi okunmadı. En son Slovakya’yı da, hem de yıldız oyuncularımızın yokluğunda iyi bir futbolla yenince, bu kez de “Rakip zayıftı, fazla abartmaya gerek yok” türünden, yine Şenol Güneş’i ihmal eden açıklamalar, medyamızın manşetlerinde yer almaya başladı.
       
MEDYAYI SORGULAMAK GEREKİYOR
       İşte bu konuda, adı spor kendisi futbol medyası olan yazılı ve görsel medyamızı sorgulamak gerekiyor. Yapılması gereken, bir çeşit toplumsal sorumluluk muhasebesi. Gördük ki, Slovakya karşısında oynanan futbol, şu haliyle Türkiye liglerinin üzerinde bir kalite ve estetiğe sahip. Her biri değişik takımdan gelen, bir kısmı formsuz ve kadro dışı olan oyuncuları, ortak hedefte birleştirebilmek ve motive edebilmek, bireysellikten takımdaşlığa yönlendirebilmek, kimin eseri acaba? Bugün üç büyüklerimizin, ligin 5. haftasına gelmemize karşın, oynadıkları futbolun kalitesi ortadayken, Şenol Güneş’e bu kadar yüklenmenin ve hala gerçeklere göz kapamanın bir mantığı var mıdır, acaba?
       
       Eleştiri yol gösterici ve yapıcı olmak durumundadır. Eleştiri yapılırken, mutlaka özeleştiri mekanizması da çalıştırılmalıdır. Eleştiri özünü, somut koşulların, objektif tahlilinden alabilmeli, hiç bir zaman öznelleşmemelidir. Eleştirinin kişiselleştirilmesine asla prim verilmemelidir. Eleştiren, eleştirdiği konuda bir yanılsama içine girdiğini görür ve hissederse de, etik olarak, özeleştiri de yapmalıdır. Eleştiri kendi içinde tutarlı ve gündelik etkileşimlerden uzak olmalıdır. Eleştirenin, hiç bir zaman “dün dündür, bugün bugündür” deme hakkı olmamalıdır.
       
       Kısacası; sayfalar dolusu yazılabilecek bu konuda lafı daha fazla uzatmanın pratikte bir anlamı yok. Bu satırların yazarı da, Şenol Güneş’i Dünya Kupası elemelerinde eleştirmişti ama hiç bir zaman eleştiri olsun diye eleştiride de bulunmamıştı. Yukarıda da söylenildiği gibi; Slovakya’yı yenen ulusal takımımızın başında Fatih Terim olsaydı, ertesi gün manşetlere çıkacak başlıklar, büyük bir olasılıkla “Fatih’in aslanları...” şeklinde devam edecekken; bu başlıkların, “Güneş’in çocukları...” şeklinde manşetlerde hakettiği yeri alamaması böyle bir yazının kaleme alınmasına neden olmuştur.
       
NEDEN GÜNEŞİN ÇOCUKLARI DEĞİL
       Şüphesizki, Fatih Terim çok saygın bir yere sahiptir ve iki teknik adamın saygınlığını kıyaslama gibi bir amacım da bulunmamaktadır. Ancak, yanıt verilmesi gereken soru, bu kadar ardışık ve devamı gelen bir başarı demetinden sonra bile neden “Güneş’in çocukları...” değildir? Şenol Güneş’i, medyanın içine sindiremeyişinin altında yatan gerçekler ortaya çıktıkça, soruya verilen yanıt da kendiliğinde ortaya çıkacaktır elbet.
       Yazı, Şenol Güneş’in avukatlığına soyunmamaktadır. Güneş’in de eleştirilebilecek mutlaka bazı yanlışları olmuştur. Nitekim, medya bu fırsatı da hiç bir zaman kaçırmamıştır. Daha çok yeni bir zamanda, Güneş’in, Hakan Şükür ile ilgili yaptığı, tahlil ve yorumlarında kullandığı tanımlamalarda, ilk önce bunları yalanlayan, daha sonra “Yanlış anlaşıldım” şeklinde, kendince savunma mekanizması oluşturmaya çalışan Güneş’te hata yapmıştır. Arabesk deyişle, “hatasız kul” olamayacağına göre, eleştirinin toplumsal ve bireysel sorumluluktan uzak olmaması gereği ortaya çıkmaktadır.
       
       Bu anlamda yazının özü, medyamızda, temeli olmayan ve salt eleştirel gerekçelerle yapılan eleştirel eleştirilerin bir eleştirisinden ibarettir aslında. Yoksa, Ulusal takımımızın teknik ve taktiği ile tertibine ilişkin yapılan olumlu eleştirilerde olduğu gibi; eksiği tamamlamaya çalışan, yol gösteren, yapıcı ve yönlendirici eleştiriler tabiiki, bu yazının kapsamının dışında yer almaktadır.
       
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları