Konu:
Avrupa Birliği Neden Gündemde?
Oğuz Haksever:
"Liderler Zirvesi" isim tamlamasını ekranlarda çok duydunuz,
gazete manşetlerinde çok okudunuz ama Çankaya'da liderler zirvesini pek
duymadınız. Zaten çok partili siyasi tarihimizi şöyle kabaca gözden geçirdiğimizde
1946 yılından bu yana Çankaya'da üç tane liderler zirvesi karşımıza çıkıyor.
Tarih, ilkinin 27 Mayıs darbesinden sonra 1961 yılında, ikincisinin Kıbrıs
harekatı öncesinde 1974 yılında, üçüncüsünün de 1996 yılında Susurluk
skandalından sonra yapıldığını yazıyor. Dördüncüsü ise Avrupa Birliği
ilişkilerinde gelinen kritik dönemeçte yarın gerçekleştiriliyor. Ve sokaktaki
insan, "n'oluyor" diye soruyor. Neden Avrupa Birliği demokrasi
tarihinin en seyrek toplantısına konu oluyor? Neden "sivil toplum
kuruluşları (zaman daralıyor... Hadi çabuk olun) diye çağrılar yayımlıyor.
Neden Avrupa Birliği, bugüne değin hiç olmadığı kadar iç politika malzemesi
oluyor? Yakın Plan da sokaktaki insanın bu sorularına yanıt arıyor. İy
akşamlar. "Neden Avrupa Birliği bu kadar keskin bir gündem maddesi
olarak karşımızda?" sorusunun yanıtını Yakın Plan'a alıyoruz. Avrupa
Birliği'nin takvimine bakmanın, Avrupa Birliği'ne göre olmazsa olmaz koşulları
anlatmanın, Kıbrıs meselesini Avrupa Birliği Türkiye ilişkileri çerçevesinde
anlatmanın yararlı olacağını düşünüyoruz. Ve önce "zamanın neden
azaldığı" sorusunun yanıtı için Avrupa Birliği takvimine bakıyoruz...
"50 yıldır
süren Türkiye'nin Avrupa Birliği macerasını birden bu kadar acil yapan
en önemli faktör, Avrupa Birliği'nin genişleme süreci ve genişleme sürecinin
takvimi. Ve kritik takvim çok değil, 8 gün sonra başlıyor. Türkiye Avrupa
Birliği ilişkileri açısından en kritik günlerden biri 14 Haziran. Çünkü
14 Haziran ilerleme raporlarının kaleme alınacağı gün. Yani 14 Haziran
günü Avrupa Birliği, birliğe üye olmak isteyen ve bunun için ulusal programlarını
açıklayan ülkeler hakkındaki ilerleme raporlarını yazacak. İlerleme raporu
2001'in 30 Eylül günüyle 2002'nin 14 Haziran günü arasındaki tüm gelişmeleri
kapsıyacak. Ve bu 9.5 ayda hangi ülke Kopenhag Kriterleri'ne uyum aşamasında
ne yaptıysa, raporda o yer alacak. İşte Türkiye'nin bu rapora somut bir
şeyler vermesi lazım. Yani idam cezasını tamamen kaldırması ve anadilde
yayın hakkını tanıması gerekiyor. Eğer bunu yaparsa ilerleme yaptığı sayılacak
ve Avrupa Birliği'nden bir takvim alabilecek. Yani 2001 Eylül'ünden 2002
14 Haziran'ına kadar geçen 9.5 ayda, aday ülkeler arasında ilerleme kaydedenler
ve kaydetmeyenler belgelenecek. Eğer Türkiye, bu raporda ödevini yapmamış
ülke durumuna düşerse bu durumda da ikinci kritik tarih ortaya çıkacak.
İkinci önemli tarih 30 Ağustos ve 31 Ağustos 2002. Bu tarihlerde Danimarka'da
Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları'nın gayri resmi toplantısı var. Toplantının
ana maddesi, Aralık ayında yine Danimarka'da Kopenhag'ta yapılacak Avrupa
Birliği zirvesinin gündemini belirlemek. Ancak gayri resmi dışişleri bakanları
zirvesinde işin Türkiye'yi ilgilendiren bir yanı da var. 30 - 31 Ağustos
zirvesi, Türkiye'nin ilerleme raporunda ödevini yapmamış ülke statüsüyle
yer alması durumunda bunu düzeltebilmek için bir fırsat yaratıyor. Dışişleri
bakanları zirvesine dek aynı şartlar, yani idam ve azınlık hakları konusunda
ilerleme olursa, dışişleri bakanlarının bu ilerlemeleri değerlendirme
ve değerlendirmelerini Avrupa Komisyonu'na tavsiye kararı olarak yansıtma
şansı var. Gelelim üçüncü kritik tarihe... Üçüncü kritik tarih 30 Eylül
2002. 30 Eylül 2002 bir başka deyişle dönüm noktası. Türkiye 30 Eylül
gününe dek Avrupa Birliği'nin istekleri doğrultusunda yapması gerekenleri
yaptı yaptı. Yapmadı, işte bu kez "belirsiz bir tarih" söylemi
gündeme gelebilir. Peki 30 Eylül neden önemli? Çünkü 1 Ekim ilerleme raporu
için son taslağın yazılacağı tarih. Yani 1 Ekim'de, 14 Haziran'da yazılan
ilk taslağa son hali verilecek ve bu rapor 16 Ekim'de açıklanacak. Yani
ilerleme için 30 Eylül akşamı Türkiye'de idamın kaldırılmış olması, anadilde
yayın hakkının ve anadil öğrenim hakkının sağlanmış olması gerekiyor.
16 Ekim'de rapor son haliyle yayımlandıktan bir hafta sonrada 23 Ekim
günü Brüksel'de olağanüstü bir Avrupa Birliği devlet başkanları ve hükümet
liderleri zirvesi yapılacak. Bu raporda Avrupa Birliği'ne aday olacak
olan ülkelerin isimleri açıklanacak. Bu isimler zaten belli. Yani Kıbrıs,
Malta, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Polonya,
Slovakya ve Slovenya'nın Avrupa Birliği üyeliği 23 Ekim'de açıklanacak.
Romanya ve Bulgaristan'ın müzakere süreci devam edecek. Ancak Türkiye'ye
ilerlemeleri doğrultusunda ya takvim verilecek ya da adaylık belirsiz
bir tarihe ertelenecek. 14 Aralık 2002 takvimin sonu. 14 Aralık'ta Kopenhag'ta
devlet başakanları ve hükümet liderleri toplanıp Avrupa Birliği'nin genişleme
sürecine dahil olacak ülkeleri resmen ilan edecekler, adaylar üyelik senetlerini
imzalayacaklar ve Avrupa Birliği üyeliğine kesin olarak dahil olacaklar..."
Oğuz Haksever:
Aslında Avrupa Birliği meselesinin bu kadar kritik hale gelmesinin
ana sebebi Türkiye'nin tam üyelik müzakereleri konusunu gündeme getirmesi.
Hatta müzakere tarihi değil takvimi istemesi. Peki neden? İşte bu sorunun
yanıtı...
"Herhangi
bir ülkenin Avrupa Birliği sürecinde "müzakere" kelimesi büyük
önem taşıyor. Bu önem Türkiye için de geçerli. Çünkü Türkiye'nin Avrupa
Birliği için müzakere sürecine girmesi çok önemli bir basamak niteliğinde.
Ve bu süreç diğer ülkeler için de aynı şekilde işliyor. Eğer Avrupa Birliği,
ilerleme raporları doğrultusunda Türkiye'nin olmazsa olmaz koşullarına,
yani Kopenhag Kriterlerine uyduğu kanaatine varırsa, yani Türkiye idamı
"savaş ve savaş halleri dahilinde" bile kaldırır, anadilde yayın
ve anadilde öğrenim özgürlüğü konularını çözüme kavuşturursa, Türkiye
için müzakere sürecinin başlaması gündeme gelebilecek. Böylece Türkiye
Avrupa Birliği ile masaya oturup adaylıktan üyeliğe giden yolu çizebilecek.
İşte bu noktada iki farklı tanım gündeme gelecek. Takvim ve tarih... İkisi
arasında çok önemli farklılıklar var. Türkiye Avrupa Birliği'ne üyelik
yolunda takvimden yana. Çünkü takvimde herşey yerli yerine oturmuş, tüm
detaylar ayrıntılı olarak belirlenmiş oluyor. Yani Türkiye'nin üyelik
yolunda ilerlerken yapması gerekenler belirli bir takvime bağlanıyor.
Takvimde süreç şöyle istiyor: Sözgelimi şimdi Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı
Danimarka'nın elinde. Örneğin Avrupa Birliği, Aralık ayında Danimarka'daki
zirvede, Türkiye'nin üyelik müzakerelerine ilişkin kararın bir sonraki
üyenin dönem başkanlığında verilmesini isteyebilir. Sonraki dönem başkanıysa
Yunanistan. Bu kez Yunansitan dönem başkanlığında Atina'da yapılacak zirvede
yine sözgelimi şöyle bir sonuç çıkabilir: Türkiye Yunanistan'dan sonraki
üye ülkenin dönem başkanlığında Kopanhag Kriterlerini yerine getirdiği
takdirde Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin devlet ve hükümet başkanları
Avrupa Komisyonuna Türkiyey'le üyelik müzakerelerine başlama yetkisi versin.
Ve bu takvim süreci böyle işlemeye devam eder. Ve verilen her takvim için
de Türkiye'den birşeyler istenir. Takvim üyelik müzakerelerinin başlamasının
ve sürecin devamının bir yolu. Çünkü herşey bir takvime bağlı olarak aşama
aşama belirlenir müzakere takviminde. Bir diğer yol tarih. Tarih takvime
göre daha dar kapsamlı. Tarihte Avrupa Birliği şu kadar ay sonra şu şartlar
yerine gelirse, aday ülke ile müzakereler başlar denilebilir. Ve bunun
şartlarını toplu halde ortaya koyuyor. Yani tarih, takvim gibi bir yol
haritası çizmiyor. Belirli, net bir süreci yansıtmıyor..."
Oğuz Haksever:
Ve sokaktaki insanın kafasındaki bir diğer soru: Neden ölüm cezası,
anadilin serbestçe öğrenimi ve ana dilde yayın Türkiye'nin Avrupa Birliği
macerasında bu kadar önemli ve kritik hale geldi? Bu konuların önümüzdeki
kısa dönemde ille de halledilmesi neden anahtar niteliğinde? Şimdi de
bu sorunun yanıtı karşınıza geliyor...
"Aday ülkeler:
Demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, azınlıklara saygı gösterilmesi
ve korunmasını, işleyen bir piyasa ekonomisinin varlığını sağlamış olmalıdır.
Bunlar Avrupa Birliği'nin olmazsa olmazları yani Kopenhag Kriterleri.
Bunlardan birini bile yerine getirmemek üye olamamak için yeterli. Kısacası
"ben Avrupa Birliği'ne üye olmak istiyorum" diyen bir ülke bunları
gerçekleştirmek zorunda. Demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, insan haklarından
ve azınlık haklarına saygıdan taviz vermeyen Avrupa Birliği Türkiye'de
de idamın kaldırılmasını istiyor. Daha net bir ifadeyle idamın savaş ve
savaş halleri de dahil olmak üzere her şekilde kaldırılması gerekiyor.
Türkiye'ye 1999'da verilen katılım ortaklığı belgesinde idamın kaldırılması
"orta vadeli siyasi kriterler" içinde yer alıyor. Orta vadedeki
taleplerin yerine getirilmesi bir yıldan fazla süreyi alabiliyor. Ancak
söz konusu tarih zaten 2001'de başlıyordu. Türkiye genel durumda idamı
kaldıran düzenlemeyi yaptı. Ancak hala savaş ve yakın savaş durumunda
idam geçerli. Ve Avrupa Birliği'nin demokrasi kriterlerine göre idam çağdaşlıkla
ve insan haklarıyla bağdaşmıyor. Bu durumda Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 6 nolu protokolünü imzalayıp onaylaması gerekiyor. Çünkü
idamı tamamen kaldırmayan bir ülkenin müzekerelere oturması mümkün değil.
Yani bu aşamada orta vade tartışması da anlamını yitiriyor. Çünkü diğer
ülkeler de böyle yapmış. Kopenhag Kriterleri'nde sadece azınlık haklarına
saygılı olmak ifadesine yer verilen bir başka husus da bu kez iki önemli
başlık halinde ortaya çıkıyor. Bunlardan biri farklı etnik kökenden gelenlere
anadilde yayın özgürlüğü tanınması. Bir diğeri ise yine farklı etnik kökeni
olanların anadillerini özgürce öğrenebilme hakkına sahip olması. Yine
katılım ortaklığı belgesine dönersek, Avrupa Birliği anadilde yayın hakkını
Türkiye'den kısa vadede istemiş zaten. Ancak RTÜK yasasına göre bu hala
yasak. Anadil öğrenim hakkı ise idam gibi orta vadede isteniyor. Ve bu
konuda hiçbir gelişme yok. Avrupa Birliği'nin Kopenhag Kriterleri ortada,
birlik üyeliğinin tek olmazsa olmaz şartı bu kriterlerin yerine geitirlmesi.
Bu kriterler elbetteki Türkiye'ye özel değil. Kopenhag Kriterleri tüm
aday ülkelere uygulandı. Ve diğer aday ülkelerin tümü, yani 12 ülke de
bu kriterleri hukuken yerine getirdi. Yani aynen Avrupa Birliği'nin dediği
gibi, müzakere ancak kriterlerin yerine getirilmesinin ardından başladı..."
Oğuz Haksever:
Anlaşıldı... Avrupa Birliği'ne aday bir ülkenin Avrupa Birliği ile
müzakere süreci için tarih ya da takvim alması için bu üç kriteri yerine
getirmesi şart. Ama akla başka bir soru geliyor. Yakın Plan bu sorunun
yanıtı için bir Avrupa Birliği uzmanına bağlanıyor. NTV'nin Brüksel Temsilcisi
Güldener Sonumut telefon hattında bulunuyor. Güldener iyi akşamlar.
Güldener Sonumut:
İyi akşamlar Oğuz Haksever.
Oğuz Haksever:
Elimde Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye "kısa vadede yani bir yılda
senden şunu bekliyorum. Orta vadede yani iki yılda da şunları yapman gerekir"
diye yol haritası çizdiği katılım ortaklığı belgesi var. Bu belgeye göre,
kısa vadede sadece ana dilde yayın meselesi yer alıyor. Ölüm cezasının
kaldırılması ve ana dilin serbestçe öğrenimi orta vadede yer alıyor. Yani
bu ikisi için 2003 yılı beklenebilir. O halde niçin ölüm cezası ve ana
dilin serbestçe öğrenimi öne alınmak isteniyor?
Güldener Sonumut:
Bu tarihlerin öne alınması Türkiye tarafından talep ediliyor. Türkiye,
Avrupa Komisyonu nezdinde perspektif verilmesi için ve üyelik müzakerelerin
başlaması için tarih talep ediyor. Avrupa Komisyonu ise Türkiye'yi Kopenhag
Zirvesi'ne kadar tarih vermesi için Türkiye'nin bu şartları yerine getirmesi
gerektiğinin altını çiziyor.
Oğuz Haksever:
Yani böyle karşılıklı görüşme, bir diyalog bu konuda var öyle mi,
bunu bir açığa çıkarmak gerekiyor.
Güldener Sonumut:
Bu konuda karşılıklı bir diyalog var. Gerek Başbakan Yardımcısı Mesut
Yılmaz gerekse Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Brüksel'de yaptıkları temaslarda
özellikle Gunther Verheugen'le yaptıkları ikili görüşmede Türkiye'ye Avrupa
Komisyonu tarafından mutlaka perspektif verilmesi gerektiğini ifade ettiler
çeşitli defalarca. Ve burda özellikle takvim veyahut tarih konusunda bir
talepkar oldular. Gunther Verhaugen da Avrupa Komisyonu da bu konuda Türkiye
eğer erken normal bir Türkiye'yi ancak Yunanistan dönem başkanlığı esnasında,
yani 2003 yılında, 2003 yılının başında veyahut sonunda bir takvim verilmesi
öngörülüyordu. Oysa Türkiye bu tarihten önce, yani Aralık 2002 tarihinde
perspektif verilmesini, takvim veyahut tarih verilmesini talep ediyor.
Bu çerçevede de Avrupa Komisyonu Türkiye'nin mutlaka asgari olarak yerine
getirmesi gereken şartları sıralıyor. Bu şartlar içerisinde de idam cezasının
mutlaka kalkması yer alıyor. Bir ikinci önemli husus ise, anadilin eğitimi,
bu konuda Avrupa Komisyonu oldukça ısrarcı. Üçüncü husus da anadilde radyo
televizyon. Zaten anadilde radyo televizyon yayıncılığı Türkiye'nin ulusal
programın kısa vadeli hedeflerinde yer alıyordu. Bu hususta da bir gecikme
yaşanıyordu.
Oğuz Haksever:
Peki Güldener çok teşekkür ediyoruz. Demek ki bir ekstra isteği var
Türkiye'nin, çok sağol. Avrupa Birliği meselesinin neden bu kadar ağırlıklı
bir konu olarak siyasetin gündeminde olduğu sorusuna yanıt aradığımız
Yakın Plan'da takvimin önemini anlatmaya çalıştık, olmazsa olmaz üç meselenin
halledilmesinin neden öne alınmak istendiğini ortaya koymaya gayret ettik.
Sırada Kıbrıs meselesi var. Bir de Avrupa Birliği için "hadi elinizi
çabuk tutun" diyenlerin ileri sürdüğü "Türkiye'nin üyeliği belirsiz
bir tarihe ertelenebir" savının ardındaki endişe... Kıbrıs'la başlıyoruz.
Şu son dönemde Ada'da liderlerin bir zaman baskısıyla da görüşmeler yaptıklarını
hatırlatıyoruz ve Kıbrıs'ın Türkiye'nin Avrupa Birliği hedefi önünde neden
ciddi bir konu olarak bulunduğunu anlatmaya çalışıyoruz...
"Türkiye'nin
Avrupa Birliği'ne üyeliği yolunda en kritik dönemeçlerden biri de Kıbrıs.
Çünkü Ada'da henüz bir çözüm sağlanamadığı için Türkiye bütün kriterleri
yerine getirse de bir anlamda üyeliği Kıbrıs'la çok yakından bağlantılı.
Avrupa Birliği genişleme süreci dahilinde Kıbrıs Rum Kesiminin adaylığı
diğer 9 ülkeyle birlikte 14 Aralık'taki Kopenhag zirvesinde, Avrupa Birliği
devlet başkanları ve hükümet liderleri tarafından onaylanacak. Yani Kıbrıs
Rum Kesimi, Avrupa Birliği üyesi olacak. Kıbrıs Rum Kesiminin Avrupa Birliğine
resmen üyeliği ise 2004 Haziran'ında başlayacak. Kıbrıs Rum Kesimi, 2004
Haziran'ında Avrupa parlamentosunda ilk oyunu kullandığı andan itibaren
de Avrupa Birliği'nin yeni üyesi olacak. Yani artık Avrupa parlamentosunda
söz sahibi olacak. Bu arada Avrupa Birliği'nin üye ülkesinin ismi de kayıtlara
Kıbrıs Rum Kesimi değil Kıbrıs olarak geçecek. İşte kritik noktada burası
zaten. Avrupa Birliği ülkeleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımadıkları
için Ada'yı tek bir devlet olarak görüyorlar ve Ada'nın resmi temsilcisi
olarak da Rum kesimini muhatap alıyorlar. Bu durumda da Avrupa Birliği'nin
gözünde ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor; "Kıbrıs Avrupa Birliği'nin
üyesidir, Avrupa Birliği haritasında Ada'nın tümü vardır, ancak bu Ada'nın
kuzeyi Türkiye'nin işgali altındadır. Çünkü Ada'da Türk askerleri vardır.."
İşte Güney Kıbrıs'ın parlamentodaki savı bu olacak. Ve Türk tarafının
Avrupa Birliği topraklarını işgal ettiğinden söz edilecek. Ve Avrupa parlamentosu
işleyişi uyarınca, Kıbrıs Rum Kesiminin bu savını kabul ettirebilmesi
için yanına iki tane devlet bulması yeterli olacak. Bu durumda da Türkiye
taraf olduğu gerekçesiyle adaylık statüsünü kaybetme riskiyle karşı karşıya
kalabilecek. Peki bu senaryolara Avrupa Birliği'nin tavrı ne şekilde.
Katılım ortaklığı belgesinde, kısa vadede "siyasi diyalog çerçevesinde
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm
bulunması sürecinin başarılı bir sonuca ulaştırılması yönündeki çabalarının
kuvvetle desteklenmesi" isteniyordu. Bu konuda Türkiye üzerine düşeni
yapıyor. Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve Amerika Birleşik Devletleri
de şu günlerde Ada'da kalıcı bir çözüm için girişimlerini en üst düzeye
çıkarmış durumda. Çözüm için Haziran ayı sonu olarak verilen takvim üzerinde
çalışmalar yapılıyor. Ancak Avrupa Birliği'nin karar organı Avrupa Komisyonu
konuya şöyle yakalaşıyor: Ben idari karar veririm, siyasi karar vermem,
ama keşke Ada'daki Türkler de Rumlarla birlikte müzakere masasına otursalardı,
ancak bunun için de artık çok geç kalındı.. Kısacası Türkiye'nin bütün
itirazlarına rağmen Kıbrıs'ın birliğe üyeliği Türkiye'nin üyeliğinden
çok önce gerçekleşecek. Ve Avrupa Birliği'nin gözünde Türkiye Kıbrıs'ın
kuzeyini işgal eden ülke konumunda olacağı için Türkiye'den bu işgale
son vermesini ya da üyelik girişimlerine son verilmesini isteyebilecek.
Tabi ondan önce Ada'da çözüm sağlanamazsa bu senaryolar geçerli olabilir.
Eğer Denktaş ve Klerides kısa zamanda bir çözüme giderse Kıbrıs Türkiye
için Avrupa Birliği yolunda sorun olmaktan çıkacak..."
Oğuz Haksever:
Ve "Avrupa Birliği Türkiye ilişkilerinde n'oluyor" sorusuna
yanıt ararken seçtiğimiz beşinci konu. Şu "bu dönemde gerekenleri
yapmazsak üyeliğimiz belirsiz bir sürece girer" endişesi. Peki bu
endişe nereden kaynaklanıyor? Bu endişeyi taşıyanların üç dayanağı var...
"Bir yanda
Mesut Yılmaz'ın Türkiye'nin kritik bir dönemeçte olduğu ve eğer Avrupa
Birliğine üyelik yolunda ilerleme kaydedilmezse trenin kaçırılmış olacağı
yönündeki açıklamaları, diğer yanda ise işadamlarının tepkileri var. "Eğer
yıl sonuna kadar, Avrupa Birliği'nden müzakere tarihi alamazsak, üyelik
sürecinde diğer ülkelerden kopacak ve yalnız kalacağız. Üyeliğimiz belirsiz
bir tarihe ertelenebilecek. Bu belirsizlik, Türkiye'yi sosyal ve ekonomik
sorunlarıyla, mücadelede yalnız bırakacak ve bugün içinde bulunduğumuz
sıkıntılı dönemden çıkışımızı zorlaştıracak." Peki neden yılsonu
önemli ve Avrupa Birliğin'den müzakere tarihi ya da takvimi alamazsak
neden üyelik süreci belirsiz bir hal alacak. İşte bunun 3 tane temel nedeni
var. Birincisi Avrupa Birliği'nin teknik bir konusu ancak bir o kadar
da önemli bir konu. Konu Avrupa Birliği bütçesi. Avrupa Birliği 6 yıllık
bütçe hazırlıyor. Bu bütçede adaylara ya da üyelere aktarılacak finansal
destek ortaya koyuluyor. Örneğin en son hazırlanan 2000 - 2006 bütçesine
Türkiye 1999'daki Helsinki Zirvesinin hemen ardından dahil olma şansı
bulmuştu, aday ülke statüsüyle bu bütçeden gerekli yardımları alabildi.
Şimdi daha fazla finansal destek alabilmenin yolu müzakere tarihi almasına
bağlı ve bunun için de son tarih 2002 Aralık'ı, çünkü 2003'ün Ocak ayında
Avrupa Birliği'nin 2006 - 2012 bütçesi belirlenecek. Ve eğer Türkiye'nin
müzakere tarihi belli olmazsa Türkiye bu bütçeye giremeyecek. Gelelim
belirszliğe neden olabilecek ikinci maddeye. Bu maddede de ön planda Avrupa'daki
siyasi dönüşüm ve bir rapor var. Rapor, Avrupa parlamentosunda bekleyen
Türkiye raporu, raporda aynen şöyle deniliyor: "Türkiye ilelebet
aday ülke olamaz".Uzmanlar bu rapordan şöyle bir sonuç çıkarıyorlar:
Türkiye'ye 2003 yılından sonra farklı bir statü teklif edilebilir. Uzmanlar
bunu savunurken de tezlerini siyasi dönüşüme bağlıyorlar. Çünkü Türkiye'nin
ilelebet aday ülke olamayacağı görüşünün sahibi muhafazakarlar cephesi.
Muhafazakarlar cephesi şu günlerde Avrupa'da yükselişte ve muhafazakarlar
Türkiye için adaylıktan çok, farklı statü düşünüyorlar. Gelelim yılsonuna
dek müzakere takvimi alınamazasa ortaya belirsizlik çıkar tezinin üçüncü
dayanağına. Bu dayanak genişleme süreci başlığını taşıyor. Türkiye yılsonuna
dek eğer müzakere takvim ya da tarihi alamazsa Avrupa Birliği'ne girmesi
daha da zorlaşacak. Çünkü 2004 yılından itibaren, Avrupa Birliği genişleme
süreci sona erecek. 2004'te genişleme süreci bitecek ancak müzakeresi
başlayan ülkeler, üyelik yolunda görüşmelere devam edebilecekler. İşte
kaçacak olan tren de zaten bu, Avrupa Birliği'nin bir daha ne zaman genişleyeceği
bilinmiyor çünkü..."
Oğuz Haksever:
Yarınki liderler zirvesi öncesinde Avrupa Birliği Türkiye ilişkileri
neden bu kadar sıcak bir şekilde gündemde sorusunun yanıtını aradık. Umarız
aydınlatıcı olmuştur. Yeniden görüşmek üzere efendim, hoşçakalın...
|