|
Belki bunun daha katmerlisine, Dünya Kupası 2002 açılış maçında, Senegale 1-0 yenilen, kupanın favorilerinden, son Dünya ve Avrupa şampiyonu Fransa muhatap kaldı. Fransada fırtınalar koptu. Brezilyaya karşı alınan 2-1lik absürd olmayan yenilgi; hakem hataları ve rakibin de Brezilya olması nedenleriyle, birazcık eleştirileri törpüler gibi oldu ama yine de başta Şenol GÜNEŞ olmak üzere, herkes bu yenilgiden nasibini aldı. Ve yine ben dememiş miydim? ciler medyada arz-ı endam etme imkanı bulmuş oldu. Ama bunda ne yazık ki, teknik adam Şenol GÜNEŞin ve bazı sistematik ögelerin de rolü oldu. Bu faktörlere ilişkin açıklamalarım aşağıda yer almaktadır. Henüz daha Kostarika ve Çin ile de oynayacağımız eleme maçlarımız var. Büyük bir olasılıkla da bu takımları yenerek, ikinci tura çıkacağız. Gerçek gücümüzün ve kapasitemizin farkında olmanın verdiği cesaretle, demoralize de olmadan, biraz Polyanna gibi düşünüp, bu yenilgiyi dezavantajdan, avantaja çevirmek te bizim elimizde. Yenilgi bir avantaj olur mu derseniz? Henüz turnuvanın başında Brezilyadan alınan bu yenilgi; eksiklerimizi görebilme, diğer maçlarda yeni taktik varyasyonlar geliştirme, daha dikkatli puan hesabı yapma bakımından bir avantajdır, bir bakıma. Bu yenilgiyi, Brezilyaya karşı değil de; Çin ya da Kostarikaya karşı almış olsaydık; arabesk kültürle yoğrulmuş bizlerin hali, acılı Adanadan çıkan duman gibi olacaktı mazallah! Bu nedenle her kötü sonucun, bir olumlu yanı vardır. felsefesinden hareketle, konu üzerinde bir kaç şey de biz söyleyelim. Aslında üzerinde durmak istediğim konular; Şenol GÜNEŞin teknik ve taktik yönden eleştirisi değil. Bu konuda ahkam kesmek için de bir sertifikam yok zaten. Ancak, 70 milyon antrenörden (Bu tabir, NTVMSNBC yazarlarından, sevgili dostum, Tayfun ÖNEŞe ait ve çok da hoşuma gitti) birisi olarak, görebildiğim kadariyle, günün moda deyimiyle, yenilgiyi tetikleyen, bazı sistematik hatalar üzerinde durmak istiyorum. Şüphesiz, bu ögelere, Şenol GÜNEŞin de kompleksli hataları etkiyince ortaya, Türk milletinin her zaman arkasına sığındığı ilahimukedderat çıkıyor. Gelelim, Brezilyayı neden yenemediğimize ilişkin sistematik analize... 1)Her Ulus Kendi Karakteristiğine ve Kültürüne Göre Futbol Oynar. 04.06.2002 tarihli Milliyet gazetesinde, başyazar Mehmet YILMAZın Milli Takım forması ve Türk gibi oynamak! başlıklı, bir çok ders çıkarılabilecek yazısı bu konuda çoğu şeyi, öz olarak anlatıyor. Ne diyor, Mehmet YILMAZ;. Futbolu her ulus kendi karakterine göre oynar derler... Gerçekten de öyledir. Brezilyalılar, Brezilyalı gibi oynarlar örneğin... Favelaların çıplak ayaklı çocukları, kumsallarda samba davullarının ritmini kalplerinin içinde hissederek yetişirler ve oynarken de o ritme ayak uydururlar... ... İngilizler, İngiliz gibi oynarlar... Her şey planlıdır. Kanatlardaki oyuncular uzun paslarını dışardan bakıldığında ezbere atıyormuş gibi görünürler ama topun gittiği yerde bir arkadaşlarının mutlaka olacağını da bilirler... Antrenmanlarda binlerce kez yapılmış bir hareketin maç içinde bir kez daha tekrarlanmasıdır yaptıkları... Hiçbir işi tesadüfe bırakmayan İngiliz titizliğinin sahaya yansımasıdır bu... Zaten onların trenleri de zamanında kalkar, gideceği yere zamanında varır. Almanlar da kendileri gibi oynarlar... Günlük Alman yaşamına damgasını vuran disiplin ve düzen, futbolcuları bir makinenin görevlerini hiçbir zaman sorgulamayan dişlileri haline getirir. Dün seyrettik, Türkler de Türk gibi oynarlar... Kararlı olmayan bir inatçılık, büyük işler başarmaya yönelik hevesin oyuncuyu kendi kapasitesinin üzerine çıkaran etkisi, buna karşılık çabuk bozulan moraller, oyunun baştan bilinen kurallarına oyun içinde itiraz ve takım olunamadığı için basit bireysel hatalarla kaybedilen maçlar... Yukarıda yer alan pasajlardaki ifadelere katılmamak elde değil. Ne yazık ki, dün oynanan maçta biz kafa olarak ta, Brezilyayı yeneceğimize hazırlıklı değildik. Maçın ilk 20 dakikası, rakibin ismi ve cismi karşısında titreme ve ayaklarımızın birbirine dolaşmasıyla geçti. 2)Futbol Bilimsel Bir Oyundur 03.06.2002 günü NTVde, Okay KARACANın, Can BARTU ile birlikte yaptıkları futbol analizinde yeralan analizler o kadar detaylı ve fonksiyoneldi ki; bu verileri alıp üzerinde analitik değerlendirmeler yapmak bile, sizi sonuca götürebilir. Benim bu analizde en çok ilgimi ve dikkatimi çeken şeylerden bir ikisi... Kaleci Rüştünün yaptığı 26 degajın 14ü, Brezilyalılara gitmiş. Rakip takım toplam 43 kez driplingle adam eksiltirken, biz sadece 17 kez adam eksiltebilmişiz. Yani; futbol sadece inanmakla olmuyor. Futbolun gerekleri içinde, insanın biyo-mekanik yapısı ve etkileşiminin dışında, bu gücün nasıl maksimize edilebileceğine ve etkin kullanılabileceğine ilişkin mutlak bilimden yararlanmak zorundasınız. Bu konuda Ulusal takımımızın da muhakkak, bu turnuva öncesi bilimsel, analitik analiz ve çalışmaları olmuştur diye düşünüyorum. Ancak bu çalışmalar olduysa, sahada, analize konu görülen hataları nasıl yorumlamalı? O zaman sorun; bu verilerin algılanıp, yorumlanarak saha içine yansıtılabilmesinde yatıyor. Yoksa, gidişata yön verilmedikçe, oyunun akışına etki etmedikçe, bu analizlerin bir kıymet-i harbiyesi kalmıyor. Acaba üzerinden Güneşi hiç eksik olmayan teknik kadromuz, maçın gidişatı süresince, bu analize konu hataları hiç mi göremedi? Miyopik bir bakış açısıyla mı takımı sevk ve idare etti? Rüştüyü uyarıp, Eyy Rüştü, artık bırak, ayakla degajı, görüyorsun hep rakibe gidiyor. Elle topu oyuna sok demek hiç mi aklına gelmedi? Daha bunun gibi, ortalama bir futbol izleyicisinin bile dikkatinden kaçmayan bu hataların devamına, GÜNEŞ neden izin verdi acaba? Yedi düvelin bile şaşırdığı Yıldıray BAŞTÜRKü oyundan almaya ne demeli? Bir başka örnek te; 02.06.2002 günü Discovery Channelde yayınlanan fubol üzerine bir araştırma programı...Programda futbolcuların her yönüyle fiziksel ve biyolojik olarak, güçlerini, sonuca yönelik en etkin kullanabilmelerine ilişkin her türlü bilimsel açıklamalar ve bunları uygulayan sporculardan örnekler vardı. Bu örneklerden birisi de David BECKHAMın, freekick çalışmasıydı. Belki de binlerce kez yapılan ve saatler süren bu çalışmaların sonucunda ulaşılan mükemmeliyeti sahada hep birlikte görmekteyiz. Ya bizim futbolcularımız freekickleri nasıl kullandılar? Hakemin körlüğünden istifade eden rakip, doğru dürüst freekick kullanmana izin vermiyorsa, neden hemen taktik değişikliğine gidip, amacına uygun freekickler atılmadı? Bu konuda hemen neden yeni varyasyonlar, devreye sokulmadı? 3)Futbol Bir Vizyon, Misyon ve Strateji Gerektirir. Çağdaş futbol anlayışının birbirine organik bağlı üç temel kriteri bulunmaktadır. Bunlar vizyon, misyon ve bunların nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin stratejidir. Vizyonunuz olmadan, bir hedefe yürümeniz mümkün değildir. Vizyonunuzu gerçekleştirebileceğiniz yol yükümlülükler demetinden örülmüş misyonu oluşturmaktadır. Vizyonunuz bir strateji; stratejiniz ise yeni taktikler gerektirir. Yani, stratejik yol taktiksel taşlardan örülmüştür. Hedefe ulaşılabilmek için çok sayıda taktik varyasyon gerçekleştirmek durumundasınız. Bunun mentalite olarak ta oyuncuların bilinçlerine, bir nakış gibi işlenmesi gerekir. Bu taktiksel yapılanmayı, saha içi ve saha dışı sağlamadan, hedefe, başarıya ulaşma şansı bulunmamaktadır. Acaba, milli takımımızın vizyon ve stratejisi ile bunlara ilişkin taktikler hakkında, futbolcularımız yeterli bilgiye sahip midirler? Bu konuda, Şenol hocadan, takımımıza bir GÜNEŞ doğabilmiş midir? Hiç bir futbolcumuzdan ben, Dünya Kupası elemeleri öncesi, Brezilyalı defans oyuncusu Roberto CARLOSun açıklamalarına benzer veya o düzeyde bir açıklama duymadım. Carlos, Bizim hedefimiz Dünya Kupasıdır. Ancak, Türkiyenin bir hedefi bulunmamaktadır. Bu nedenle biz Türkiyeyi yeneceğiz, yenmek zorundayızdemiştir. Birbiriyle mücadele edecek iki takımın vizyon, misyon ve stratejileri arasındaki fark burada ortaya çıkmaktadır. 4) Futbol Bir Takım Oyunudur. Çağdaş futbolda kollektif bütünlük ve uyum esastır. Takımın mutlaka yıldızları olacaktır ve milyonlarca insan da zaten bu yıldızları seyretmek için stadlara, ekran başına koşmaktadır. Ancak, takım olunmadan yıldız olmanın futbolda bir esprisi de bulunmamaktadır. Çok yetenekli yıldız oyunculara sahip olsanız bile, futbolun bir takım oyunu olması nedeniyle yeteneğinizi, gücünüzü, kondüsyonunuzu, fiziğinizi tek başına göstererek, rakibi alt etme şansınız bulunmamaktadır. Bu konuda takım olarak milli takımımızın ciddi yol katettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Özellikle, bizden teknik yönden güçlü takımlara karşı, takım oyunu ve disiplininden kopmadığımızda büyük başarılara imza atabilmekteyiz. Burada dikkat ettiyseniz, takım oyununun dışında, bir de disiplinden söz ettim. Takım oyununun olmazsa olmazlarından birisi; takımın oyun anlayışı ve taktiğini sahaya yansıtma sürecinde, görev tanımı belirlenmiş oyuncuların, kenar yönetimince kendilerine verilen bu görevleri sadık bir şekilde uygulamaya sokmalarıdır. Oyun disiplini kolektif bütünlük ve başarı için oyunun her anında büyük bir titizlikle uygulanmalıdır ki, takım başarıya koşsun. Buna iki yönden bakabiliriz; 1) Taktik ve teknik disipline sadık kalarak oynamak. 2)İhtara neden olabilecek, futbol dışı hareketlere konu disiplin anlayışı. Biz de özellikle, Türkiye Liglerinde hoşgörü ve tolerans görmeye alışmış oyuncularımızın, disiplin dışı hareketlerinin kronikleşerek, bir yaşam biçimi haline gelmesi, Hakan Ünsal, Bülent Korkmaz örneğinde olduğu gibi başımıza işler açabilmektedir. Bu konuda takımımızın potansiyel olarak, hata yapma riski yüksektir. Nitekim, Dünya Kupası maçları öncesinde de bu konuda çok fazla uyarılar, takımımıza yapılmıştır. Bu konudaki zaafiyetin bir an önce giderilmesi kaçınılmazdır. Sonuçta; Türk milli takımımız son derece yetenekli ve kapasiteli bir kadrodan oluşmaktadır. Başarıya ulaşma noktasında sistematik olumsuzlukarın futbolumuza etkisini en aza indirebilme sürecinde Türkiye ciddi yol katetmiştir. Ancak, insan iradesi olarak nitelendirebileceğimiz volantirist ögelerin, yani teknik kadronun, bu yapılanma içerisindeki önemi bilinmesine karşın; mevcut teknik kadroya ilişkin, bu fonksiyonun gerçekleştirilmesi sürecinde, koşulları etkileyerek, yönlendirilebilme noktasında ciddi endişeler bulunmaktadır. Ancak şurası da bir gerçektir ki; Teknik kadro belki koşulları belirleme olanağına sahip değildir ama en azından onları her zaman yönlendirebilir. Irmakların akışını önleyemezsiniz ama, onları istediğiniz yöne akıtabilirsiniz. İşte teknik kadronun önemi burada ortaya çıkmaktadır. Ekonomi, temelde insanın refah seviyesinin yükseltilmesini amaçlar; futbol da günümüzde izleyicinin seyir zevkini, moral gücünü yükseltmeyi. Türk Milli takımı bunu yapabilecek güçtedir. Haydi Türkiye bize ve tüm Dünyaya bu zevki yaşat! | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||