Home page
Haber Menüsü


Güncelleme: 12:23 TS 24 May., 2002
Büyükşehirde yaşamak

Konuk: İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülden Erkut
Sedat Küçükay: NTV Radyo İstanbul stüdyolarında Halkın Sesi’yle karşınızdayız. Evet biliyorsunuz büyükşehirde hayatı işliyoruz, büyükşehirde hayatın zorlukları. Trafik, kirlilik, susuzluk, gürültü ve modern hayatın sayısız diğer meseleleriyle şehir halkı hergün nasıl boğuşuyor, bunu konuşuyorduk. Bugün işe biraz daha sosyolojik açıdan bakacağız, önemli bir konuğumuz var, Prof. Dr. Gülden Erkut, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi. Efendim hoşgeldiniz.
       
       Gülden Erkut: Hoşbulduk.
       
       Sedat Küçükay: Efendim ben her gün bu programa hafta başından beri konuklarımıza aynı soruyu sorarak başlıyorum. Aslında bugün bu soruyu size sormak belki garip olabilir ama öyle başlayacağım. İstanbul’da yaşamaktan memnun musunuz efendim veya büyük kentte yaşamaktan memnun musunuz?
       
       Gülden Erkut: Evet, hepimiz öncelikle tabi şehrin kullanıcısıyız. Her birimiz kendi özel deneyimlerimiz açısından kentteki yaşamımızı değerlendiriyoruz. Ulaşımda harcadığımız zaman, farklı sosyal aktivitelere erişimde harcadığımız zaman, donatılardan yararlanmadaki etkinliğimizi düşünüyoruz. Sonuçta hoşnutluk dediğimiz zaman bütün bunların yaşamdan genel bir hoşnutluk diye ben doğrusu algılamak istiyorum ve öyle düşünüyorum. Bir bütün, büyükşehirde yaşamak, büyükşehrin birtakım sorunlarını yaşamak, donatılarını yaşamak ya da yaşamın diğer alanlarında sosyal ilişkilerinizden hoşnut olmak, bütün bunlar bütün, ben sonuçta şöyle düşünüyorum, biz hala bu kentte yaşamaya devam ediyorsak demek ki mutluyuz diye düşünüyorum.
       
       Sedat Küçükay: Yani siz, ben büyük kentte yaşıyorum, büyük kentin bana verdikleriyle benden götürdükleri arasında beni mutlu edebilecek kadar bir pay var, onun için büyük kentteyim mi diyorsunuz?
       
       Gülden Erkut: Evet.
       
       Sedat Küçükay: Pekala, efendim müsade ederseniz hattımızdaki dinleyicilerimizin görüşlerini ve sorularını almak istiyorum..
       
       Canip Gözcü: İyi günler. Ben konuğumuza çok teşekkür ediyorum. Acaba ben şunu sormak istiyorum; İstanbul’da sürekli bu tretuarlar, kaldırım taşları sürekli değiştiriliyor. Her gelen yerel yöneticiler bunu sürekli kalıcı bir sistem yok mu acaba?
       
       Şaner Akbaş: İyi günler. Daha önceki programda Sayın Gürtuna’ya ulaşabilmek için çok aramıştım ama vesile oldu kentle ilgili sorun. Sayın Gürtüna, İstanbul’da yaşayan bir kişi olarak söylüyorum, İstanbullu olmak, henüz İstanbullu olamadık diyor. Bu kavramı biraz daha genişletip kentli olmak kavramı söz konusu. Özellikle E-5 ve E-6 kenarında bütün gün dolaşırken gözlemlediğim konu, o tanesi 1 dolardan alınan güller büyük baş hayvanlar tarafından afiyetle mideye indiriliyor. Bu şimdi kentin bir sorunuyken aynı zamanda kent kültürünün de bir sorunu gibi geliyor bana. Dolaylı olarak Gürtuna’ya sormuş olayım ben şimdi, her ne kadar gıyabında olacaksa da. Kent kültürünün oluşabilmesi için heykellere de ihtiyaç var. Sayın Gürtuna bir tane bile heykel dikmiş miydi?
       
       Müslüm Satılmış Varlıoğlu: İyi akşamlar. Benim en büyük problemim, hatta kafama takılan nokta şu; bugün Maslak’ın girişi, mesela en basit bir örnek, trafik berbat bir durumda. 3 defa geçtim, sanki bir hafta iş yapmış gibi yoruldum, o vaziyette. Bu yol tamiratları, mesela akşam 9’dan sonra yapılamaz mı, veya 10’dan sonra yapılamaz mı? Yaklaşık 1 aydır Maslak bölgesinde bu yol tamiratlarından dolayı baya bir sıkıntı çekiyoruz. Benim sorum buydu efendim.
       
       Sedat Küçükay: Sayın Erkut, dinlediniz hattımızdaki dinleyicilerimizi. Bazısı kaldırım taşlarından yakındı, bazısı trafikten yakındı. Ama galiba burda trafik üzerinde biraz durmakta yarar var. Çünkü büyük kentin insanları yiyip bitiren sorunlarından biri de trafik, belki bir şeyler veriyor ama trafik de galiba insandan çok şey alıp götürüyor. Trafiğin insanlar üzerinde, kentliler üzerinde, büyük kent üzerinde yarattığı çok belli başlı olumsuzluklar var mı?
       
       Gülden Erkut: Evet. Aslında günlük kentteki yaşamımızı düşündüğümüz zaman ya da bir insanın zamanını düşündüğümüz zaman aslında günün 24 saat ve günün bir bölümünü evde, konutta dinlenerek geçiriyoruz. Uyumaya harcadığımız bir zaman var, çalışmaya harcadığımız bir zaman var ve en önemlisi de barındığımız yerle, yani konutumuzla ulaşmak istediğimiz aktiviteler arasında harcadığımız zaman. İşte hepimizi kentte, aslında büyük kentte sıkan ya da yoran ya da tahammülsüz hale getiren bu trafikte harcadığımız zamanlar. İster kamu araçlarını kullanıyor olalım, ister özel araçları kullanıyor olalım, ister kullanıcı ister sürücü olalım, sonuçta değişen hiçbir şey yok. Her birimiz hergün yeniden yeni bir noktada bu olumsuzlukları yaşıyoruz. Bunun üstesinden nasıl gelinebilir? Aslında akademik olarak bir cevap verecek olursam, yapılacak olan en rahat şey, işte literatürde rastladığımız, herkesin kent içindeki kendi yaşamını, yaşadığı noktayla gideceği aktiviteler arasında en az mesafeyi kat edecek biçimde organize edebiliyor olması lazım. Tabi bunu söylemek kolay da bunun nasıl yapılabileceği için her bir bilim tek tek düşünmesi gerekiyor. Bu açıdan baktığımızda, doğrusu bizim dışımızda oluşan bu sistemi, dolaşmak durumunda olduğumuz bu sistemi, sistemde biz kullanıcıyız. Bizim bu durumda yapabileceğimiz bir şey yok. Ama yönetimin herhalde insanların yaşımını kolaylaştıracak önlemleri alabiliyor olması lazım.
       
       Sedat Küçükay: Efendim müsadenizle hattımıza yeniden dönmek istiyorum..
       
       Emine Bocal: İyi günler. Biz E-5’in üstünde oturuyoruz, çok gürültü var bu Harem’den giden gelen araçlar. Bunda bir kanuni hakkımız var mı acaba bizim?
       
       Murat Ersoy: İyi günler efendim. Trafikle ilgili bir konuyu arzetmek istedim. Bu otomatik geçiş sistemleriyle ilgili, şu anda da Boğaz Köprüsü’ne girmekteyim, trafik tıkalı ve sayısının az olması ve konumlarının biraz da yanlış yerleştirilmesinden dolayı trafiği açıcı yönde hiçbir etkisi olmadığını ya da çok az olduğunu düşünüyorum, otomatik geçiş sistemi.. Bu konuyla ilgili de duyurabilirsek sesimizi, o yüzden rahatsız ettim, teşekkür ederim.
       
       Saadettin Ekici: İyi yayınlar diliyorum. Önce şunu belirtmek istiyorum, daha önce 5 yıl başka okullarda idarecilik yaptım. Evimle işyerimin arası çok uzaktı. Bunu hesap ederek bugünkü çalıştığım eğitim kurumuna yakın bir ev tuttum. Şu an diyebilirim ki hayatımın en güzel yıllarını yaşıyorum. Şunu anladım, enerjimin yüzde 90’ı yolda kayboluyormuş. Bu gerçekten iş hayatına yüzde 100 etki ediyor. Dolayısıyla herkese, imkanı olan herkese iş yerinin yakınına ev tutmasını tavsiye ediyorum.
       
       Ali Saren: İyi günler. Benim sorum, İstanbul Bayrampaşa haline gidip geliyoruz devamlı, her gidişte de 1 milyon para ödüyoruz. Fakat halde her taraf kazılmış, pislik içerisinde, orabalarımız arıza yapıyor, bir. İkincisi de; bu işportacılar, seyyar satıcılar için ne düşünüyorsunuz, onu öğrenmek istiyorum?
       
       Sedat Küçükay: Sayın Erkut, işiyle insanın evi arasında, Saadettin Bey de söyledi, gerçekten yakınlık çok mutluluk yaratıyor ve büyük kentte bir kolaylık yaratıyor dediniz. Ama bu her zaman tabi mümkün olmuyor. Mümkün olmadığı zaman da benim aklıma en azından bir büyük kentte ulaşım araçlarının kentliye sağladığı kolaylık geliyor. Peki İstanbul gibi bir kentte yaşayan, yani kıtalar arasında yaşayan, oturan bir kentte yaşayan insan, üstelik de ulaşım araçlarının bu kadar zorluklar yarattığı bir bölgede delirmekten başka ne yapabilirsiniz?
       
       Gülden Erkut: Bu ev iş yeri mesafesi konusunda doğrusu biz de benzer bir şey yaptık, az önce telefonla soran, tespit yapan dinleyici gibi. Ve eşimin yaptığı hesaplara göre biz köyrüden iş yerimize karşıda otururken iş yerimize yakın bir yere taşınmakla yılda 3 ay zamandan tasarruf ettik, kendimize geri döndü. Çünkü üniversitenin hemen karşısında bir evde oturmayı sağlayarak. Şu anda öyle değil ama o sırada öyle bir çözüm bulduk doğrusu kendi adımıza. Gürültüyle ilgili sorulan soruya da şu yanıtı verebilirim; aslında biliyorsunuz havaalanları yakınında, işte TEM gibi, E-5 gibi önemi birinci derece yolların yakınında oturanların yapılan araştırmaların gösterdiği gibi ciddi bir biçimde psikolojik olarak etkilendiği, özellikle havaalanları yakınlarında saptanmış, gürültü yönetmeliği var bu konuda. Fakat şimdi E-5 yakınında oturuyorum dedi dinleyici, ama acaba planlı olarak gelişmiş bir yer mi? Ya da bu seçim nasıl yapıldı, doğrusu o konuda ben bir şey söyleyemeyeceğim. Köprü konusuna gelince tekrar, otomatik geçiş sistemi konuşuldu. Tabi İstanbul kıtalar arası bir kent, çok güzel bir kent, çok da zor bir kent, yaşaması çok zor bir kent. Bir taraftan da çok potansiyeli olan, doğal zenginlikleri olan bir kent. Köprü ne yapıyor? Bizim ulaşım, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin ulaşım kürsüsündeki araştırmacıların gerçekleştirdiği araştırmalarda hep söyledikleri şu vardır; köprü sadece araçları geçirmeye yarar, insanları değil. Raylı sistemlerin daha fazla devreye girmesi, denizin diğer sistemlerle bir arada düşünülmesi lazım. Bir araba geçiyor, ama bir toplu taşıma aracı geçse çok daha fazla sayıda insan geçmiş olacak. Ama gene tabi kendi sistem bize bunu verdiği zaman, yani olanaklar bu olduğu zaman tabi kendi imkanlarımız içinde çözmeye çalışıyoruz.
       
       Sedat Küçükay: Evet, yeniden hattımıza dönüyoruz..
       
       Ali: İyi günler. Şimdi efendim trafik sorununu işliyorsunuz, memnun oldum, güzel bir mevzuya temas ediyorsunuz. Şimdi bu trafiğin yoğun olduğu yerlerde malesef bu dilenci demek istemiyorum ama öyle halleri perişan olan insanlar arabalara... Yürekler acısı bir manzara var. Acaba yetkililerimiz bunlar konusunda ne düşünüyorlar? Artı seyyar satıcılar da bunlara ilave edilecek olursa zaman zaman bu gibi böyle acımasız trafik kazalarının da meydana geleceği şekilde vahim durumlar görülebiliyor malesef. Bu hususta yetkililerin ne düşündüğünü sormak istiyorum.
       
       Habip Canbilen: İyi günler. Ben Sayın Profesörden, dün akşam televizyonda izlediğim bir konuşmayla ilgili görüşünü soracağım. Deprem sonrasında binaların yenilenmesi zor olduğu için bazı siyasetçiler yeni devleti yönetmeye niyetlenenler kat sayılarını artırarak, yani yoğunluğu artırarak evlerin yıkılıp yeniden yapılmasını öneriyorlar yüzde 30, imarda yüzde 30 daha fazla vererek binaların yıkılıp yapılmasını, bunun müteahhitler eliyle gerçekleştirilmesini düşünüyorlar.
       
       Sedat Küçükay: Habip Bey peki içindekiler ne oluyor afedersiniz, küçük bir ayrıntı gibi gözükebilir mi?
       
       Habip Canbilen: Bilmiyorum. İşte onun cevabını vermiyorlar tabi, televizyondan konuşurken. Dün gece saatlerinde Melih Gökçek’in konuşmasını dinlemiştim. Bu konuda Sayın Profesörün görüşü nedir, yoğunluğu olan bölgelerde iki kat, üç kat, belki dört kat yüzde 30, yüzde 40 imar durumunu artırarak bu bir rant haline getirmek, daire sayısını büyüterek binaları yenileyelim diye bir öneri getiriyorlar. Yoğunluğun getirdiği sonuçlardan sonra şehir yaşamı nasıl etkilenecektir?
       
       Emine Bocal: İyi günler, ben biraz önce de aramıştım. Gülden Hanım söyledi ki, yerleşim bölgesinde mi acaba diye.. Ben Acıbadem’de oturuyorum. Yani planlı bölge yeri. Yani ben diyorum ki, kanuni bir hakkımız var mı, Haremin ordan kalkmaması için ısrar edenler var.
       
       Orhan Eren: İyi günler. Öncelikle size çok teşekkür ediyorum böyle bir program yaptığınız için. Hocama bir şey soracağım. Şimdi şehirdeki yapılaşma, imar düzeni olsun, yapı izni olsun, bunlar belediyelerden alınarak belli bir kuruma verilebilir mi? Çünkü belediyeler siyasi oy uğruna çok olmayacak yerlere ruhsat veriyor. Çok teşekkürler.
       
       İsmet Atasoy: İyi günler. İzmir’in Karşıyaka’sında oturuyoruz. 1950 senelerinde orman fidanlığı, Orman Bölge Müdürlüğü oraya bir fidanlık açtı, zaman geçti, teknoloji gelişti. Karşıyaka büyüdü, orman fidanlığı Karşıyaka’nın içerisinde kaldı. Şu anda Orman Bölge Müdürlüğü’nün bir helikopteri bilhassa şimdi yaz mevsimine giriyoruz, yangın mevsimi başladığı için devamlı iniş kalkış yayıyor. Burası tamamen bir yerleşim alanı. Çevresinde iki tane okul, yanında bir stadyum ve insanlar oturuyor. Sayın Hocama bunun ne kadar doğru ve yaşanabilir bir şey veyahut yasal herhangi bir konumu var mı, onu sormak istedim.
       
       Sedat Küçükay: Sayın Erkut, epey bir görüş var, bir iki tane de soru var. İsterseniz ben sözü size bırakayım. Aslında benim de sormak istediklerim var ama önce dinleyicilerimizinkilerini alalım. Sonra ben tekrar vakit kalırsa size soracağımı sorarım. Buyrun efendim..
       
       Gülden Erkut: Öncelikle bu depremle ilgili olarak yoğunluğun artırılması konusundaki düşüncem soruldu. Tabi bu konuda hangi bağlamda bu önerildi, ben doğrusu o haberi izlemedim. Ama doğrusu çok dinleyicinin söylediği kadarıyla gerçekten yoğunluk artırımı çok...bir çözüm gibi görünmüyor, yoğunluk artırılması her zaman kötü bir şey değil. Fakat her zaman kötü değil fakat..
       
       Sedat Küçükay: Ama bu şartlar altında, yani bu önerildiği şekilde de çok doğru bir şey değil mi?
       
       Gülden Erkut: Yani nedir, zemin durumu nedir, parçacıl çözümlere planlama açısından baktığımız zaman, az önce de yine bir bu konuda bir başka soruyla da ilgili.. Parçacıl çözümlerle sadece işte kısmi planlar yaparak gelişmeleri yasallaştırmak doğrusu çözüm değil. Biz hep daha sistemin bütünü açısından genel planların yapılması gerektiği, artı planların tabi izlenmesini sağlayabilecek bir sistemin oluşturulması gerektiğini hep söylüyoruz. Plancılar bunu hep söylüyor. Fakat uygulamaya baktığınız zaman plana uygun olarak her zaman gelişme olmuyor. Ve çoğu zaman da plansız gelişmeleri plan yasallaştırır duruma gelmeye çalışıyor. Karşıyaka’daki fidanlık konusuna geldiğimiz zaman, tabi ihtiyaçlara göre nüfusları artıyor, şehirler büyüyor, değişik aktiviteler, değişik kullanımlar kentin içinde kalabiliyor. Bu durumda rahatsızlık helikopterin inişi kalkışı konusunda tabiki rahatsızlık var. Bütün bunların, gene bütün bu sorunların aslında gene parçacıl olarak değil gene bir bütün sistem açısından büyük resmi görerek hep çözümlerinin aranması gerektiğini ben düşünüyorum.
       
       Sedat Küçükay: Bir de bir sorumuz daha vardı. Trafik lambalarının olduğu yerde arabalara yaklaşan dilenciler veya yani trafiği zorlayan kişiler.. Bu aslında burdan şuraya gelmek istiyorum, büyük kente göç, büyük kente büyük umutlarla gelip umduğunu bulamayan insanların sonunda hiç umduğunu bulamayıp yoksul bir vaziyette kalmaları ama buna karşın da büyük kentte kalmaya devam etmeleri, bir geriye dönüşün olmaması. Bunu nasıl açıklarsınız Sayın Erkut..?
       
       Gülden Erkut: Evet, büyük kentin şu andaki durumuna baktığımızda, şehrin içinde tabi birbirinden farklılaşmış, sosyal durumu, ekonomik durumu olan kullanıcılar var. Şehir içindeki metropolitan alandaki en dezavantajlı gruba baktığımızda aslında en dezavantajlı grup şehrin iç merkezi kısmındaki grup. Bizim burda Tarlabaşı bölgesinde yaptığımız bir araştırma vardı. Ordaki insanlar çeşitli değişik imkanınız olsa siz nerde oturmak isterdiniz diye işte fotoğraflarla değişik konut alternatiflerini sunduğumuzda örneğin merkezdeki o sıkışık, işte problemleri olan bölgede yaşayan insanlar mesela gecekonduyu bir umut olarak erişebilecekleri bir üst yer olarak gördüklerini ifade etmişlerdi. Gecekondu tabi çeperlerdeki gecekondu ya da plan dışı yerleşim alanları diyelim, artık gece konmuyor çünkü bizim çocukluğumuzda olduğu gibi. Çocukluğumuzda olduğu gibi geceden sabaha damı örtülerek yapılan tek katlı konutlar gibi değil. Çok sistemi artık oluşmuş, daha farklı.. Plandışı alanlarda bir stratejiyle oluşan ve çok katlı olmaya uygun bir şekilde inşaa edilen yapılar var. Seyyar satıcılara geldiğimiz zaman işte bu toplumdaki kente tutunamamış olan ya da bir biçimde bu kentin birtakım olanaklarından yararlanmak isteyen bu dezavantajlı gruplar. Burda tabi en dezavantajlı grup tabiki çocuklar. Çocuklar, sakatlar.. Bunlarla her gün trafikte yüzleşiyoruz, her gün karşılaşıyoruz. Bunların bu aktivite içinde bulunmasını engellemek tabiki çözüm değil. Daha başka projelerin üretilmesi gerekiyor.
       
       Sedat Küçükay: Müsadenizle yeniden hattımıza dönüyorum..
       
       Ahmet Yıldırım: İyi akşamlar. Semt pazarlarıyla ilgili olarak konuşmak istiyorum. Efendim bu semt pazarı nedeniyle sabahleyin saat 6’da kalkıp arabayı evimin önünden çekip 300-500 metre ileriye park edip götürmem icap ediyor, hakkım gasp oluyor. Akşamleyin geldiğim zaman arabamı evime sokamıyorum, saat 9’a kadar bir yerlere gidiyorum. Yatamıyorum, gidip arabamı alıp evime getiriyorum. Bu semt pazarını kuran adamlar, iplerini getirip bizim bahçe duvarının demirlerine bağlıyorlar, her tarafı kırık dökük içinde, tamir ettiriyorum, adamlara söylüyorum, anlamıyorlar. Adamcağızın tuvaleti geliyor, ihtiyacı geliyor. Naylon torbanın içine yapıyor, onların bir önlükleri var biliyorsunuz, bunlarla birlikte bahçenin içine atıyorlar. Böyle bir yaşam. Acaba bu modern dünyada geçerli bir şey midir? Ayıp değil midir, bunlara niye mani olmuyorlar. Niye belirli bir şey yapıp da bu adamlara orda satış yaptırtmıyorlar.. Bütün vatandaşlar müşteki..
       
       Osman Demir: İyi günler. Ben hocama şunu sormak istiyorum; şimdi İstanbul’daki yapıların yaklaşık yüzde 50’si kaçak, bazı araştırmalara göre daha fazla. Bir tamamen kaçak olanlar var, imarsız, ruhsatsız, tapusuz arazilere yapılan binalar. Bir de normal imarlı yerlere ruhsata aykırı yapılan yapılar var. Bunları saydığımız zaman bu yüzde 50’yi geçiyor. Bu yoğunluğu da artırıyor. Yani 10 daire yapılacak yere 15 daire, 16 daire yapılıyor siyasi rant uğruna tabi. Altyapı zaten yetersiz yapılmış, yollar, kanalizasyon, su vesaire yeşil alanlar. Bir de bunların üzerine bu ters orantı devam edince bir karmaşa doğuyor, bir taraftan gecekondu yapılaşmaları devam ediyor, şu anda sayılara baktığımız zaman çok büyük rakamlar. Bunlara af çıkartılması büyük bir cinayettir. Evet ama bu da bir reaalite şu anda, yapılmış. Bunların yapılmasını önleyecek yani bu kısır döngüye dur diyecek bir planlama, yeni bir planlama göz önüne alınarak, bu konuda ne düşünüyorlar..?
       
       Sedat Küçükay: Sayın Erkut, buyrun efendim söz sizde..
       
       Gülden Erkut: Az önce semt pazarlarıyla ilgili verilen sorudan yola çıkarak bir tespitte bulunmak istiyorum. Bizim kentlerimiz hepimizin bildiği gibi işte bir taraftan modernleşiyoruz, bir taraftan kentleşiyoruz. Bir taraftan sanayileşmeye çalışıyoruz ama diğer taraftan da tabi geleneksel sistemler hep devam ediyor. Geleneksel alışveriş biçimleri ve diğer geleneksel ilişkiler, geleneksel sosyal ilişkiler, modernle birlikte yan yana tabiki varlığını sürdürüyor. Semt pazarlarının tabiki planlama çısından bizim toplumumuzun yaşam tercihlerine ve yaşam biçimine uygun olarak, taleplerimize uygun olarak olması tabiki doğru. Ama bunların yer seçimi konusunda çok haklı olarak bizim de evimizin yakınında bir semt pazarı var. Benzer şikayetleri o ölçekte olmasa da ben de yaşıyorum. Bunların yerlerinin tespiti konusunda ilçe belediyelerin gerçekten çok titiz bir biçimde çalışma yaparak karar vermesi gerekiyor. Aksi takdirde bunların hem getirdiği trafik, hem insan trafiği, hem araç trafiği, hem arkadan bıraktıkları pislik ve çöp gerçekten o yakın çevredeki insanlar için sorun yaratıyor. Bu da gene ilçe belediyelerin kendi semtlerindeki yer seçimi kararlarıyla ilgili, daha sağlıklı yer seçimi kararı vermesi gerektiğini gösteren bir durum. Osman Bey’in tespiti tabiki kentlerimizde yüzde 50’den daha fazlası şu anda kaçak olarak gelişiyor. Bunun çözümü nedir? Bunun çözümü tabi ki bir plancı bakış açısıyla baktığımız zaman, planın yönlendirmesi. Plan niye yönlendiremiyor, biz bu ülkede 40 yıldan fazla bir süredir, 50 yıldan fazla bir süredir gecekondu varsa biz yaklaşık 40 yıla yakın bir zamandır gecekondu konusunu çok çalışıyoruz, çok araştırmalar yapıyoruz. Bütün sürecin nasıl işlediğini çok iyi biliyoruz kullanım değerinden ticari duruma geçmesine. Ve nazım planların, büyükşehir tarafından yapılması gereken nazım planların ve nazım planların bir üst kademesi olan bölge planlamanın yönlendirmesi lazım. Büyükşehire gelen insanlar, çevre yerlerden gelen, diğer illerden gelenler ordaki sorunlar nedeniyle geliyorlar. O zaman soruna sadece buranın, bu sistemin içinden bakarak değil, daha üst ölçekte bakarak planlama yaklaşımlarıyla tabiki çözümler ve stratejiler aramak gerekiyor.
       
       Sedat Küçükay: Peki efendim, yine hattımıza dönüyoruz..
       
       Erhan Uludağ: İyi günler. Sayın Hocama saygılar sunuyorum. Şimdi İstanbul’da yaşayan insanların tamamı nerdeyse İstanbul’la ilgili ya da yaşadıkları çevreyle ilgili birtakım problemleri var. Yani bu modern şehirlerde hemen hemen tamamında görülen problemler. Ancak geçmiş eski şehirlere baktığımızda daha bir güzellik, bir ahenk, bir estetik görebiliyoruz. Ne bileyim bir Safranbolu’ya bakalım, ya da ne bileyim daha farklı şehirlere baktığımızda. Şimdi o tip şehirleri yaratan bir kültür düzeyi bu dönemde niye daha farklı, ya da ne bileyim böyle niye çarpık diyebileceğimiz bir ürün ortaya koyuyor, ne oldu bu insanlara da bu şekilde bir değişikliğe gittiler? Bir de son olarak yaşanabilir bir şehir nasıl olabilir? Teşekkür ederim..
       
       Sedat Küçükay: Evet, aslında ben de onu soracaktım, nasıl bir kentsel yaşam diyecektim.. Sayın Erhan Uludağ bizden önce sordular. Bir de gerçekten ne oldu bu insanlara..? Yani daha önce de kentte yaşıyorlardı ama bu kadar galiba şey yapmıyorlardı, daha bu kadar yıkıcı değillerdi. Ne oldu bu insanlara? Bu insanlar daha iyi bir kentte nasıl yaşayacaklar?
       
       Gülden Erkut: Evet, bizim şehirlerimiz tabi geleneksel dokusu, tarihsel dokusunu filan hepsini düşündüğümüz zaman çok kültürel dokusu, çok zenginliği olan yerleşmeler. Bu da yansıyor. Fakat az önce de söylediğiniz gibi şehirler kendi kendilerini organize edemeden bir karmaşa halinde büyüyorlar, plan ne yazık ki yönlendiremiyor. Yaptığımız çeşitli araştırmalarda işte en ideal kent büyüklüğü nedir, optimum şehir büyüklüğü nedir? Hangi şehir daha yaşanabilirdir..? Gerçekten dinleyicimizin de söylediği gibi işte bir Safranbolu örneği, 100 binlik bir şehir, işte 200 binin altı bir şehir, daha yaşanabilir şehir, kimliğini koruyan bir şehir, mahalleli kavramının olduğu bir şehir. Peki bu değerler neden kayboluyor? Gene değerler büyük şehirde şehir yaşamının, gündelik yaşamın, insanların gündelik yaşamında getirdiği güçlük nedeniyle ve insanların zaman bütçelerinin bir planlamasını yaptıklarında artık seçici olmaları sosyal ilişkilerinde de seçici olmaları gerektiği için giderek herkes daha yabancılaşmaya başlıyor, daha kendi içine kapanmaya başlıyor. Bu tür sorunları görüyoruz.
       
       Sedat Küçükay: Bugün Sayın Prof. Dr. Gülden Erkut’la birlikte büyükşehirde hayata biraz sosyolojik yönden yaklaşmaya, bakmaya çalıştık. Sayın Gülden Erkut’a çok teşekkür ediyoum bu zamanı, akıp giden bu bir saati bizimle birlikte geçirdikleri için, çok teşekkür ederim efendim bizimle birlikte olduğunuz, dinleyicilerimizin görüşlerini yorumladığınız ve sorularına yanıt verdiğiniz için.
       
       Gülden Erkut: Efendim ben teşekkür ediyorum...

 

 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları