Home page

Haber Menüsü


Tayfun Öneş
Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Ciğer havuzu’ndan altın çıktı...
 
Maç başladığında gördük ki, Liverpool, Cimbom’dan, Lucescu’nun Liverpool’dan çekindiğinden daha çok çekiniyor sanki.
 
NTV-MSNBC
 
21 Şubat—  Esasen Liverpool, İngiltere’de bir kentin adı. Sanayisi bol bir kent ve kentin takımı Liverpool FC de, işçi sınıfının gururu durumunda. İsmi nerden geliyor bilemiyorum ama, kelimeleri tercüme etmeye kalktığınızda, Alfred Hitchcock’un “Alacakaranlık Kuşağı”ndan bir filmin adı sanıyor insan; “liver”a ciğer, “pool”a da havuz dendiğini biliyoruz çünkü... Parlak dönemini (Trabzonspor’la eşleşip onu elediği yıllar) geride bırakmış, sıradan bir ortasıra Premier League takımı olmaya başlamıştı ki, Houllier adında bir Fransız aldı takımı, Avrupa’nın en tepesine koyup 2 yıl önce yeniden kupa canavarı yaptı (darısı, hatta yarısı Trabzonspor’un başına!)

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  2001 Yılı’nda World Soccer dergisinin geniş okuyucu kitlesinin katılımıyla yaptığı ankete göre 3 dalda, En İyi Takım, En İyi Oyuncu (Owen), En İyi Teknik Direktör (Gerard Houlier) dallarında, dünyada birinciliğe layık görüldüler. Herşeyin bir bedeli var; hocalarının kalbi strese dayanamadı, Kasım ayında kalp krizi geçirdi, dinleniyor.
       Bu sene başında İngiltere’deki futbol otoriteleri (yani sadece eski ünlü futbolcular değil!) Liverpool’un Avrupa başarısının ardından ligde de zafer kazanmasını, Manchester United’ın lig heyecanını adeta soğutan hegamonyasına son vermesini beklediklerini söylemekteydiler. Hocalarının rahatsızlığı ile yoğun maç trafiği birleşince ligde sürklase olmaya başlamışlardı. Yılbaşından sonra toparlandılar ve bir buçuk aydır kupadan elenmenin dışında çok iyi sonuçlar alıyorlar.
       
       İşte böyle bir takımın karşısına, üstelik dünyada en ateşli, (aslında kullanılan terim “ateşli” bile değil, “ürkütücü”) dünyanın “En Ürkütücü Derbiler”i sıralamasında üçüncülüğe layık görülen bir derbiden çıkarak gitti Cimbom. Hem de yine tarihe geçecek bir atmosferle biten maç sonrasında. Eskiden olsa, böyle bir dönemde, hele İngiltere’de, 40 bin kişinin önünde “fark yeriz” diyerek ve 41 yasinler okuyarak seyrederdik maçı. Tanrıya şükür, Cimbom, bu mazlum haleti ruhiyemizi aşmamızı sağladı.
       
       Maç başladığında gördük ki, Liverpool, Cimbom’dan, Lucescu’nun Liverpool’dan çekindiğinden daha çok çekiniyor sanki. Euro 2000’de bile gol aramak için rakip kaleye sıkça giden Portekizli Xavier dahi, taç atışları dışında yarı sahayı terketmedi bile... Sergen ve Ayhan’sız, lig maçlarındaki dinamizmine alıştığımız Batista’sız orta saha, ağır Fleurquin ve Fener’e gol attığı halde(!) kendini bir türlü sevdiremeyen Bülent Akın (bence de taraftarın bir bildiği var!) ile ne yapar diyorduk? Moralsiz defans ve yan toplarda zayıf Mondragon, uzun ve havadan ortalarla gol arayan tipik İngiliz futboluna karşı koyabilecek mi, Owen’ı, Heskey’i durdurabilecek mi..?
       Durdurdu vallahi... Hatta, ilk yarının son 15 dakikasına girene kadar öyle güzel üçgenler kurdular ki, bir kez daha bizim de, her koşulda (kısa süreli de olsa) Avrupalı gibi oynayan bir takımımız var, dedik. İlk yarım saatten sonra dirençli defansımızı paslaşmalarla delemeyeceklerini anlayan İngilizler sürekli dışarıdan şutlarla yüklenmeye başladılar. Hele Hamman, öyle tehlikeli şutlar attı ki, her seferinde “Amman!” dedik, bereket Mondragon yine mükemmel bir günündeydi.
       
       İlk yarının ortalarında Hasan Şaş yediği dirsek darbesiyle yere yığılıp kaldıktan sonra nedense İngilizler, Hasan’ın ayağına her top gelişinde onu yuhladılar. Holiganlar, Hasan’ın “dazlak”lığını başka şeye yormuş olabilirler, diye düşündüm. Gerçi, yuhlamaları bir bakıma iyi oldu, Hasan uğultulara dayanamayıp alıştığımız çalım hastalığını kısa keserek topu ayağından her seferinde çabuk çıkardı.
       
       İkinci yarının ortalarından itibaren Liverpool baskısını artırdı ama, sanki kendileri de gol atacaklarına inanmıyor gibiydiler. Bir iki pozisyonda şansımız da yaver gidince, Liverpool atakları kalabalık defansımızın içinde boğuldu gitti.
       
       Maçın geneli için şu yorumu yapsam, çok mu abartmış olurum bilemiyorum: Beraberliği kurtaran da defansımız oldu, galibiyet şansımızı azaltan da... Özellikle Bülent ve Emre genç yıldız, genç kurt, süper yetenek (ne derseniz deyin artık) Owen’ı bile sindirdiler ama kazandıkları topları da bir o kadar kötü kullandılar. UEFA Şampiyon’u olmuş ve yıllardır edinmediği maç tecrübesi kalmamış Bülent’in kazandığı toplara, pres altında olsun olmasın, her seferinde “dan dun” vurmasını kabullenemiyor insan. Popescu’dan yer tutmasını öğrendi ama topu oyuna sokmasını hâlâ öğrenemedi. Yine de altın değerindeki 1 puana damgasını vuran isimler, başta Mondragon olmak üzere Bülent, Emre, Perez, Victoria ve soğukkanlı Ergün’dü. Ümit Karan’la Berkant da çok çalıştı ama Ümit yalnız kaldı, yalnız bırakan da Berkant’tı.
       
       Hakem, başarılıydı fakat Ümit’e bir pozisyonda hava topuna sıçramasından sonra gösterdiği sarı kartta haksızdı; en fazlasından faul verebilirdi, pozisyon kart gerektirmiyordu. Hele, daha önceden benzer bir hava topunda Hasan’ın burnuna yediği dirsekten sonra kart çıkarmadığını düşünürsek...
       Hislerim de yanılmayı sevmem ama bu kez yanılmak istiyorum. Galatasaray bu gruptan çıkamazsa, en çok İstanbul’da, Roma’dan 3 puanı kapacakken 90+3’de yediği o garip gole yanacağız gibime geliyor.
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları