| |
| Michael Lynch (Kevin Spacey), Dublinde nam salmış ülkenin en azılı hırsızıdır. Herkes onun hırsızlık yaptığını bilir ama Michael ve çetesi kanunlardan bir şekilde kurtulurlar. Karısı ve baldızıyla ilginç (ve açık) bir ikili aile yaşamı süren Michael amansız bir polis şefinin baskısı altında bunalır. Polisleri her soygunda zekasıyla alteden Michael çözüm yolu ararken işin içine bir de soygunlardan pay isteyen IRA girer.
ZEKİ HIRSIZ, SAF POLİSLER
Sevimli Hırsız bir dönemin hırsız-polis filmleri furyasına gönderilen esprili bir selam. Film hem o 60lı-70li yılların zeki hırsız tiplemelerine özeniyor hem de Shooting Fish filmindeki gibi esprileri ve mizahı öne çıkarıyor. Thaddeus OSullivan klasik soygun filmlerinde olduğu gibi çete üyelerini teker teker tanıtmıyor; Kevin Spaceyin canlandırdığı Michael tiplemesini filmin odağına koyuyor ve ondan ayrılmıyor. Michael, hayatını kazanmak için soygun yapan, zeki, sevimli ve ailesine (?) bağlı tiplemesiyle filmin en cana yakın karakteri. Seyirci bu sempatik soyguncuyla filmin daha ilk sahnesinde özdeşleşiyor. Michael ve arkadaşı marketten alışveriş yapar gibi bir banka şubesine maskelerini takıp giriyorlar ve ardından soygunu yapıp evlerine dönüyorlar. Bütün film Michael ve arkadaşlarının tereyağından kıl çeker gibi yaptıkları şirin soygunlarla ve onların peşindeki polislerin beceriksizlikleriyle dolu.
Filmi diğer soygun filmlerinden farklı kılan geçtiği mekan ve Michaelın geçmişi. Dublin İngiliz yaşam anlayışının kuralcılığı ve kaba çizgilerini aynen taşımakla birlikte, İngiliz yönetimine karşı verilen mücadelenin merkezi olma özelliğine de sahip. Soygun adi bir suçtan çok siyasi bir içerik bağlantısına sahip. O açıdan bakınca durağan topraklarda zeki soygunlar yapan Michael şehir yaşamında ciddi bir istisna yaratıyor. Şehrin polis teşkilatı da zaten büyük soygunlara alışık olmamanın verdiği acemiliğin kurbanı oluyor çoğu kez. Örneğin Caravaggio tablosu çalındığında Emniyet Müdürü bunun -Hollandalı ya da Alman- uluslararası bir çetenin işi olduğunu, hiç bir İrlandalı hırsızın böyle bir işe kalkışmayacağını düşünüyor. Michael ve adamları biraz da bu aymazlıktan yararlanarak soygunlarını basit planlarla genelde de güpegündüz gerçekleştiriyor.
ÇİÇEK ÇOCUK UZANTISI KAHRAMAN
Çetenin ve de filmin kahramanı Michaela gelince
Onun hakkındaki gerçeği, çocuklarına masal niyetine gençliğini anlattığında öğreniyoruz. Michael, Dublinde, kurtarılmış bölge konumundaki büyük avlulu bir binada çok sayıda komşusu ve iki sevgilisiyle (şimdiki karısı ve baldızı) birlikte yaşamıştır, bir dönem. Ancak güzel günler uzun sürmemiş, eli sopalı icra memurları herkesi kapı dışarı edip binayı yıktırmışlardır. Bir tek Michael direnmiş ve Dublin belediye başkanının önünde diz çöküp ben ettim sen eyleme demesiyle insafa gelmiştir (tabii ikna olmasında başkanın uzattığı iki anahtarın da rolü var). Michael çiçek çocuk günlerinin uzantısı olarak savaşmak yerine sevişmeyi çalışmak yerine çalmayı tercih eder. Film onu zeki ve sevimli gösterirken aklımıza bir soru takar: Her hırsız suçlu mudur? Aslında evet. Ancak kimileri hoşgörülebilir, filmin yanıtı. Michaelın protest kişiliği onu polisle, kedinin fareyle oynadığı türden oynamaya iter. Hep para için çalmaz. Kimi zaman adını duyurmak için, kimi zaman da polise öfkelediğinden. Tabii yine de sosyal ödemesini (işsizlik sigortasını) almayı ihmal etmez. Hatta filmdeki mücadelenin, karşılıklı meydan okumanın doruğa çıktığı ve Michaelın harekete geçtiği nokta, sosyal ödemesinin hükümet tarafından kesildiğini öğrendiği andır.
IRAYA DA DOKUNDURMA VAR
Filmin ilginç yanlarından biri ki onu diğer soygun filmlerinden de ayırıyor, soygun planlarının ve soygunların abartılmadan, uzatılmadan verilmesi. Hatta çoğu soygunda plan anlatılırken, soygun başlamış kabul ediliyor ve planlananla gerçek içiçe geçiyor. Soygunlarsa hızlı, çok basit, inandırıcılıktan uzak olacak kadar rahat gerçekleşiyor. Sonuçta OSullivan bize sadece tempolu bir soygun komedisi seyrettirmek istemiyor. Yarattığı karakter üzerinden aykırı/alternatif yaşamı seçen bir insanın (68 genci?) yaşlandığında da dünyaya uyum sağlamak istemeyebileceğini, herkesin de düzenli-süpermarketli yaşama teslim olmak zorunda olmadığını söylüyor. Michael birlikteliğini resmileştirmek için kadınlarından birisiyle evlenmiş olabilir, ya da devletin verdiği işsizlik sigortasını kabul edebilir. Ancak yaşamın ona dayattığı gelir mücadelesine ve toplum kurallarına yine de uzak durur.
OSullivan bir yandan da açık bir yaraya şöyle bir dokunuyor. Hırsızla polisin arasına bu janrda alışılmadık bir karakter giriyor: IRA temsilcisi. IRAnın adamı Higgins biraz sert bir eleştiriyi vücuda getiriyor: IRAya bağlı kimi insanlar yozlaştı ve örgütün ismini kullanarak adi suçlar işliyor, ceplerini dolduruyor! Higginsin bir ayağı uyuşturucu mafyasında bir ayağı taşeron olarak işlenen suçlarda. Yönetmen, Michaelın Higginse nefret dolu bakışlarıyla IRA konusuna olan yaklaşımını vurguluyor.
Sevimli Hırsızda alışılmış abartılı soygun planı, hareketli ve uzun süren soygun sahneleri, bitmek tükenmek bilmeyen kovalamacalar ve son sahneye kadar kan yok ama sevimli bir dünya, polisi alteden zeki soyguncu, sokak kültürünü yaşatan sert ama zeki olmayan polisler ve -bu kez rolünü biraz savsaklamış da olsa- Kevin Spacey var. İtalyan İşini, Beyini hatırlayanlar Thaddeus OSullivanın filminden de keyifle çıkacaktır eminim.
| |