Home page
Haber Menüsü


Sinemada kadın yönetmenler
 
Erkeklerin ezici çoğunlukta olduğu sinema dünyasında bir avuç kadın, seslerini duyurmaya çalışıyor.  

 
NTV-MSNBC VE AJANSLAR
8 Mart—  8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla sinema dünyasının başarılı kadın yönetmenlerini hatırlamak istedik.

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Kadın yönetmenler sinema dünyasında her zaman ikinci planda görüldüler. Birkaç yılda bir bir isim çıkıp, dikatleri üzerine toplamasının dışında sinema dünyası hep erkeklerin hakimiyetinde. Oysa nasıl ki edebiyatta gerek nitelik gerek nicelik olarak kadın yazarlar ağırlıklarını koymuş durumdalar, neden sinemada aynısı olamıyor diye sorabilirsiniz. Elbette burada sinemanın edebiyata göre çok daha yeni oluşu büyük önem taşıyor.
Anjelica Huston, kamera arkasında.

       Bizler o günlerin geleceğini hayal ederken bugünlerde parasal olarak çok büyük bütçeye gereksinim duyan sinemada bir kadının kamera arkasına geçmesi için ya ünlü bir isimden gelmesi (John Huston’un kızı Anjelica Huston; bu yılki Sundance’ın galibi Arthur Miller’in kızı Rebecca Miller gibi) veya kendi şöhretini yaratmış olması (Barbara Streisand, Jodie Foster gibi) gerekiyor. Yoksa, film için gerekli parayı bulmaları neredeyse imkansız gibi bir şey.
       Başrolü oynayan kadın ve erkek oyunculara çok farklı fiyat ödeyen sinema dünyasında kadınların film yapımcılığının ilk yıllarında daha baskın konumda olduklarını görüyoruz. Ancak 20’li yılların ortalarına doğru kadınlar, cins ayrımcılığı ve tekelci zihniyet nedeniyle endüstri tarafından dışlanmaya başlıyorlar.
       Sinemada kadın yönetmen deyince akla hemen gelen isimlerden Dorothy Arzner, Leni Riefenstahl, Ida Lupino, Lina Wertmuller, Barbara Kopple, Penny Marshall, Amy Heckerling, ve Jane Campion gibi yönetmenlerin zamana yenilmeyip, adlarının baki kalması ise üstün yetenek, zeka ve sabır göstererek belki de erkek meslektaşlarından daha fazla inatla çalışmaları şeklinde açıklanabilir.
       İtalya 1928 doğumlu Lina Wertmuller kadın yönetmenlerin en başarılarından sayılıyor ve kadınlara yönelik gizli düşmanlığı; erkeğin kafasındaki kadın imajının sanata yansımasını eleştiren filmleriyle tanınıyor.
       Oysa kendisinden önce bu sektörde öncülük eden 1896 yapımı “La Fee aux Choux” adlı filmin yönetmeni Alice Guy-Blache ve 1920’lerin önemli kadın yönetmenlerinden biri olan Elinor Glyn, filmlerinde benzer söylemi kullandıkları için saldırılara uğramışlar ve sektörden dışlanmışlardı.
       Türkiye’de ise kadın yönetmen denilince akla gelen isimlerin başında Bilge Olgaç, Tomris Giritlioğlu geliyor. Onları genç kuşağın başarılı ismi Yeşim Ustaoğlu izilyor. Sinemada hala kraliçe ünvanını taşıyan Türkan Şoray’ın da bu alanda denemeleri var.
       
ÖLÜM CEZASI VERİLEN YÖNETMEN
Milani hakkındaki karar çok ağır.

       Sinemada inandığı doğruları savunduğu için ölümle burun buruna gelen kadınlar da var. Örneğin İranlı kadın yönetmen Tamineh Milani, çevirdiği filmler nedeniyle İran’da idama mahkum edildi. İran Devrim Konseyi’nin, sanatını ‘Allah’a karşı olan düşünceleri yaymak’ adına kullandığı gerekçesiyle hakkında idam davası açılan Milani’nin ‘Gizli Yarı’ (The Hidden Half) adlı filmi büyük övgüler alıyor.
       Özellikle İranlı kadınların dünyasını işleyen ‘İki Kadın’ ve ‘Şeyhin Efsanesi’ gibi yapımlarıyla dikkat çeken yönetmenin akıbetini değiştirmek için Hollywood ünlüleri de bir kampanya başlatmış durumda.


"İki Kadın" filminin afişi.
       İnternet üzerinden “www.facets.org/petition.html” adresinden başlatılan destek kampanyasına Oliver Stone, Spike Lee, Steven Soderbergh, Philip Kaufman, Francis Ford Coppola, Peter Bogdanovich, Guillermo del Toro, Jonathan Demme, Sean Penn, Robin Wright Penn, Martin Scorsese, İranlı yönetmenlerden Babak Payami, Muhsin Makhalbaf ve Abbas Kiarostami, yazar Hanif Kureyşi ile Avrupa sinemasının efsane yönetmenlerinden Agnes Varda gibi birçok isim katılmış durumda.
       2001 Ağustos ayı sonunda bir gazeteye verdiği röportajda sarf ettiği ‘sakıncalı düşünceler’i nedeniyle bir hafta süreyle gözaltında tutulan Milani, İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin girişimleriyle hapisten çıkarılmıştı.
       
       
SESLERİNİ DUYURANLAR
       Dorothy Arzner - İlk kadın yönetmen
       
Dorothy Arzner
       Hollywood’un ilk kadın yönetmeni 1897 yılında San Francisco’da dünyaya geldi. Amerika’da ilk kadın sinema yönetmeni olmasının yanı sıra, kadının toplumdaki yerini sorgulayan yapımları ile de farklı bir yere sahiptir. Çağının politik yaklaşımlarıyla dalga geçen, çizgi dışı, keskin ve eğlenceli filmlere imza atan
       Arzner, çocukluğunda babasının tiyatro yakınındaki lokantasında çalıştı. Eğlence dünyasına ilk burada adım attığı söylenir. Film yönetmenliğine gelinceye kadar çok çeşitli işlerde çalıştı: 1. Dünya Savaşı’nda Fransa’da ambulans şoförlüğü, California Üniversitesi’nde bir iki yıl tıp tahsili, ardından biraz gazetecilik ve sonunda sinema endüstrisine stenograf işlerinde şansını denedi. Önce senaryo “katipliği”ne, sonra montajcılığa ve editörlüğe kadar yükseldi. İlk yönetmenliğini Paramount şirketiyle 1927 yılında çektiği “Fashions for Women -Kadın Modaları” filminde yaptı. Bunu “Get Your Men” ve “The Wild Party” izledi. 1943 yılında çektiği “First Comes Courage-Önce Cesaret”in hemen arkasından zatüree oldu ve yönetmenliği bıraktı. 1979 yılında da hayata gözlerini kapadı. Arzner, filmlerinde yalnızca erkeklerin kadınlara karşı duyarsızlıklarını değil, aynı zamanda kadın davranışlarının çevredeki diğer kadınları nasıl etkilediğini vermeye çalışırdı. Bu cesur ve çağının bir hayli ilerisindeki yönetmenin tozlu raflarda unutulmasını 70’li yıllarda feminist film eleştirmenleri önledi.
       
       Lina Wertmuller
       Sinemanın önde gelen yönetmenlerinden biri olan Lina, İsviçre kökenli bir aristokrat ailenin çocuğu olarak “Arcangela Felice Assunta Wertmuller von Elgg Spano von Braueich” adıyla İtalya’da 1928 yılında dünyaya geldi. Hukukçu olan babasının baskısına tepki olarak sürekli okul değiştirdi. 1951 yılında gezici tiyatrolarda işler bularak Avrupa’yı dolaştı. Onun en büyük şansı usta yönetmen Federico Fellini’nin “8 1/2” (1962) filminde birlikte çalışması oldu. Kendi adıyla ilk filmini “The Lizards” 1963 yılında çekti. “Let’s Talk About Men” (1965) gişelerde çok iyi iş yapmasına rağmen Lina, bir sonraki filmine para bulmakta zorlanınca tiyatro ve TV’lerde iş yapmaya başladı. Onu sinema için tekrar yüreklendiren çok iyi arkadaşı olan aktör Giancarlo Giannini oldu. İkilinin imzasını taşıyan seks ve politika taşlaması “The Seduction of Mimi” Wertmuller’e 1972 yılında Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü getirdi. İkilinin “Love and Anarchy” (1973) adlı filmi de Giannini’ye Cannes’da en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandırdı.
       Filmlerinde kadına bakışı genellikle komik bir tarzda, eleştirel bir bakışla anlatmayı seçen Wertmuller, kuşkusuz kadın yönetmenler içinde başarısını en uzun süre sürdüren isimdir.
       
       Agnes Varda
       
Agnes Varda
       Fransız sinema yönetmeni ve fotoğraf sanatçısı Agnes Varda, 30 Mayıs 1928’de Brüksel’de dünyaya geldi. Sinema aşkından önce fotoğrafçılığa merak salmıştı. Ulusal Tiyatro’da fotoğrafçılık yaparken tiyatro ve sinemaya merak duymaya başladı. Teknik bilgisinin az olmasına rağmen ilk filmi “La Pointe Courte” (Kısa Uç) ile 1960 sonrası sinema sanatını önemli ölçüde etkileyen Yeni Dalga’nın habercisi olmuş az sayıdaki kadın yönetmenden biri olarak ün yaptı.
       Kadın duyarlığını, bakış açısını, incelikli görsel üslubunu beyaz perdeye başarıyla taşıyan kadın yönetmenlerdendi.
       Örneğin iç gözleme dayalı, entelektüel bir yapıt olan ikinci uzun filmi, yılında “Cleo de 5 a 7”, (5’den 7’ye Cleo-1961) adıyla yeni dalganın simgesi olarak ortaya çıktı. Cleo’nin kanserli olup olmadığını öğrenmek için beklerken geçirdiği süreyi ele alan ve çevresindeki dünyayı yeni bir bakışla algılayışını işleyen filmde Varda, parlak bir yönetmen olduğunu bir kez daha kanıtladı. Yapıtlarının tümünün belirgin özelliği keskin duyarlılığı ve fotoğrafçı gözüyle yakaladığı ayrıntılardı. 1985 yılında Venedik Film Şenliği’nde “Sans Toit Ni Loi” (Yersiz Yurtsuz) filmi ile Altın Aslan ödülünü kazandı.
       
       Mira Nair


Mira Nair
       “Salaam Bombay” adlı filmiyle uluslararası başarılara imza atan Hintli kadın yönetmen Mira Nair, Cannes Film Festivalinde Altın Kamera ödülüyle onurlandırıldı ve Oscar için En İyi Yabancı Film dalında aday gösterildi. Adını tüm dünyaya tanıtan çalışmalarının arasında “Mississippi Masala”, “Kama Sutra” ve “Muson Düğünü-Monsoon Wedding” gibi filmler yer alıyor. Türkiye’de de gösterilen “Muson Düğünü” yönetmene, 2001 yılı Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülünü getirdi. Son filmi “Hysterical Blindness” ise açılışını geçtiğimiz yıl Sundance Film Festivali’nde gerçekleştirmişti.
       
       Angelica Huston
       Kuşaklarboyu sinemacı olan bir aileden gelen Angelica, sinemada uzun yıllar karekter rollerinde görüldü. Babası ünlü yönetmen John Huston, büyükbabası da yine önemli bir sinema adamı, olan Walter Huston’du. Bastard Out of Carolina (1996), Agnes Browne (1999) isimli iki filme imza attı.
       
       Samira Mahmalbaf
       İran sinemasının genç kadın yönetmeni Samira Mahmalbaf, ünlü yönetmen Mohsen Mahmalbaf’ın kızı. Samira Makhmalbaf’ın 1999 yılında Cannes Film Festivali’nde dünya promiyerini yapan “Elma” adlı kısa metrajlı filminden sonra çektiği ilk uzun metrajlı filmi “Karatahta”, 2000 Cannes Film Festivali’nde “Jüri Özel Ödülü”ne layık görüldü. Film, Halepçe katliamından sonra İran-Irak sınırında yaşayan insanların kaçak mal taşıması ve verdikleri yaşam mücadelesini konu alıyor.
       
       Jane Campion
Jane Campion, Piano ile unutulmazlar arasında.
       Yeni Zelandalı kadın yönetmen, 1954 Wellington doğumlu ve şu sıralarda Avustralya’da yaşıyor. Campion, sinemaya ödüllerle başlayan şanslı kişilerden. Önce antropoloji eğitimi gören Campion, 1980’lerin başında sinemayla ilgilenmeye başladı. İlk kısa filmi “Peel” (1982) 1986 yılında Cannes’da ödül kazandı. 1989 yılında çektiği “Sweetie” bir çok yerde çeşitli ödüller aldı. Janet Frame’in otobiyografisinden sinemaya uyarlanan “Angel At My Table” (1990), yine aynı başarıyı gösterdi. Ancak yönetmeni dünya çapında üne ulaştıran “Piano” (1993) oldu. Film, bir aşk öyküsünü hem heyecanlı, hem dokunaklı bir tarzda, olağanüstü başarılı bir dille anlatıyordu. Filmle birlikte Cannes Film festivalinde ilk kez bir kadın yönetmene prestij ödülü verildi. Oscar’da filmin iki kadın oyuncusu (Holy Hunter ve Anna Paquin) ödül alırken Campion da en iyi senaryo ödülünü kazandı.
       
       Sofia Coppola
Sofia Coppola, bakalım babası gibi olacak mı?
       Francis Ford Coppola’nın kızı olduğu için sinema dünyasına hiç de yabancı biri değil. İlk yönetmenlik denemesi olan “Virgin Suicides” ile geçtiğimiz yıllarda MTV tarafından en iyi umutveren sinemacı seçildi. Filminde James Woods ve Kathleen Turner gibi deneyimli oyunculara yer veren Coppola’nın görüntüleri de bir hayli başarılı bulundu. Ünlü bir babanın gölgesinde kaldığı söylenebilir ama zamanla deneyim kazanması umuluyor.
       
       Catherine Breillat
       Kadın yönetmenler arasında sivrilen Breillat kışkırtıcı ve erotik bakış açısıyla ünlendi. Fransız kadın yönetmen Catherine Breillat son filmi ‘Romance’ ile seyirciyi de sanat çevrelerini de sarsıyor. Amerikan Newsweek Dergisi’nde yer alan bir yazıya göre, ‘Paris’te Son Tango’dan bu yana en sıkı porno film olan ‘Romance’ sanatta seks sınırlarını sorguluyor. Breillat ise eleştirilere kısa ve öz bir yanıt veriyor: ‘Sanatta yasak olmaz’.
       Filmdeki kahramanlardan Marie sonunda işin felsefesini şöyle yapıyor: ‘Aptal bu aşk dedikleri. Aşk bir güç meselesi. Bir erkeği sadık olacak kadar sevdiğinizde sizinle seks yapmıyor. Onları aldattığınızda sizinle birlikte oluyorlar’.
       
       
VE DİĞER İSİMLER
Bridget Jones'u sinemaya aktaran Sharon Maguire.
       Sinemada özellikle İran ve Hindistan başta olmak üzere Üçüncü Dünya ülkelerinden büyük atılım gözleniyor. Onlar filmlerinde genellikle kadının sosyal hayattaki ezilmişliğine, ikinci sınıf sayılmasına karşı çıkarlarken (Örneğin İran’dan Rakhshan Bani- Etemad) Avrupalı hemcinsleri daha çok işe cinsellik boyutundan bakmayı tercih ediyorlar (Örneğin Fransa’dan Sandrine Veysset; Almanya’dan Caroline Link). Çok satan kitaplar listesinde yer alan “Bridget Jones’un Günlüğü”nü sinemaya aktaran Sharon Maguire’ın bundan sonra ne yapacağı ise merak konusu. Amerika’da ise eleştirel bir bakış açısına sahip kadın yönetmenler seslerini ancak Bağımsız Kadın Sinemacılar’ı bir araya getiren etkinliklerde duyurabiliyorlar. Veya “Kadınlar Ne İster” filminin yönetmeni Nancy Meyers gibi böylesine önemli bir soruyu incir çekirdiğini doldurmayan bir biçimde geçiştirmeyi başarıyorlar.
       
 
       
    TOP5 38. Rotterdam Film Festivali başladı  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları