Home page

Haber Menüsü


Tayfun Öneş
Yazara mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Yakılanlar, koltuk olsun..!
 
Bu tür olayları sıkça yaşayan ve ekranlara yansıttıran Trabzon seyircisinin son çılgınlığına ve infialine kılıf ya da mazeret arama derdinde değilim ama, diyeceğim o ki: Bu olaylar, hemen her şehrimizde ve yıllardır “var oğlu var”lar.
 
NTV-MSNBC
 
24 Ocak—  Bu Pazar akşamı, Avni Aker’de doğan sonuç ve doğurtulan olaylara rağmen sustum, “nasıl olsa (sanal alemde de olsa aynı sayfaları paylaşmaktan mutluluk duyduğum) Sayın Hakan Kulaçoğlu, bu konuda bir şeyler yazar” dedim. Nitekim, bugün bu konuda bir yazısının yayımlandığını gördüm. Ancak, Trabzon’un bir 5 gol de Gaziantep’ten yiyerek peşpeşe iki hezimet bakiyesini 3 günde 10’a tamamlamış olması, kendimi daha fazla tutmamı engelledi. Çünkü bugünkü sonuçtan sonra çok daha kaynayacaktır Trabzon... Skorlar da pek önemli değil aslında, futbolun cilvesinde bunlar var... Ama, bunlar sadece o cilveye gösterilen tepkilerden ibaret olsa keşke...

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Elbette, bir Trabzonspor’lu kadar, hele hele Hakan Bey kadar derinine yansıtamam hissiyatımı. O camiada olup bitenleri onun kadar birebir takip edebilmem ve biliyor olmam da mümkün değil ama, bu “oyun”a gönül vermiş biri olarak oyunun arkasındaki düzene biraz kafa yoruyor olmamdan ötürü, doğuştan ve gönülden koyu bir Trabzonlu olmasam da bir şeyler söyleyesim geliyor işte...
       
       Ilk önce, şunu belirteyim : Avni Aker’de çıkan olaylar elbette üzücüdür ve kınanmalıdır; ama koltukların sökülüp sahaya atılması falan işin sadece bir boyutudur ve üstelik, sadece Trabzon’a has bir boyutu değildir. Ben İstanbul’da yaşıyorum, yıllardır maçlara giderim. Ali Sami Yen çıkışında Galatasaray’ın rakip takım taraftarının bıçaklanarak öldürüldüğü o kahredici günü de yaşadım, bir başka sefer, İnönü girişinde, henüz o günkü maçın atmosferinin ne olacağı dahi belli değilken yanı başıma kadar sokulan döner bıçaklı birilerinin gözlerinde donup kalan ve tarif etmeyi ömrüm boyunca beceremeyeceğim o garip ifadeyi de gördüm...
       Fenerbahçe Stadı’nda bir akşam, Fener’in, maçı 9 kişi tamamlayan Galatasaray’ı yendikten sonra, galibiyete seviniş biçiminde haksızlığa uğrayan aksine onlarmış gibi, coşku ötesi bir azgınlıkla, Galatasaraylıları Bostancı’ya kadar tur attırmadan E-5’e çıkartmadığı geceyi de yaşadım... Üstelik de o olayların hiçbirisinde, olayların öznesi olan taraftarın takımı, kendi sahasında ezeli rakibinden 5 gol birden yemiş değildi...
       Bu tür olayları sıkça yaşayan ve ekranlara yansıttıran Trabzon seyircisinin son çılgınlığına ve infialine kılıf ya da mazeret arama derdinde değilim ama, diyeceğim o ki: Bu olaylar, hemen her şehrimizde ve yıllardır “var oğlu var”lar. Bunu göz ardı etmezsek daha derinlere sağlıklı bakabiliriz gibi geliyor...
       
       Bana göre, bir takım taraftarlığı, özünde, en derininde aidiyet duygusunu içeren bir olgudan ibarettir. Taraftar kimliğinin kimi zaman azgın bir fanatikliğe varan boyutu dahi, hep bu öz etrafında gelişir, yıllar içinde... Yani, ezelden beri gönül bağları varmışçasına tutkun olunan renkler, aslında sadece bir sembolden ibarettir. Bu satırları okurken “ne diyor bu adam?” demeden bir düşünün, lütfen...
       En basitinden : “Damarlarımı kesseniz, kanım sarı-kırmızı akar!” diyen fanatik birinin bile, çocukken babası ya da amcası tarafından Galatasaray değil de Fenerbahçe maçlarına götürülürek büyütüldüğünü farzedin, aynı damarlardan bugün pekala sarı-lacivert kanlar akıyor(!) olacağını kabul edersiniz... Bu bağlılık, eni konu bir sembole bağlılıktan ibaret olmasa, küçük yaşta tuttuğu takımı, kişiliği ve yaşam tarzı belirginleştikçe değiştiren insanların sayısı bu kadar az olur muydu? Bu bağlamda, Trabzon seyircisinin faklılığı, sırf onlara has bir fanatizmle açıklanamaz.
       
       Haddim olmadan bir sosyolog edasıyla yapmaya çalıştığım genellemelerden, Trabzon’da, diğer şehirlerdekine kıyasla biraz daha fazla cereyan eden olaylara geçelim ve iki boyutta ele almaya çalışalım:
       
       Birinci boyut, olayların Trabzon’dan bağımsız olarak, Türk insanının gerçeğiyle ilintili olan boyutudur ki, yukarıdaki genellemenin savını besleyecek niteliktedir. Bugün Türkiye’de, örgütlenme bilinci, sosyal birey olabilme kültürü ve çok sesli/renkli doyumlarla beslenebilen kişilikler yaratabilmenin altyapısı tesis edilebilmiş olsaydı, alt tarafı (hadi üst tarafı da öyle olsun) bir “oyun” olan futboldan dolayı yine de bu kadar yaygara kopartılır, bu kadar olay çıkartılır mıydı?
       “İngiltere, o saydığınız özelliklerin en gelişmişine sahip, en çağdaş topluluklardan biri, üstelik de ‘futbolun beşiği’ adını alacak kadar da eski bu alemde; ama orada da olaylar, hem de daha kanlı olaylar var” diye düşünenlerinizden ricam: Holiganizmle, bir elinde 5 yaşındaki çocuğunun eli, diğer elinde koparıp sahaya fırlatmaya çalıştığı stat koltuğu olan Trabzon’lu abimi bir tutmamasıdır. Hadi, İngiltere vs. faslını kapatmadan, ne demek istediğime açılım yaptırabilecek daha iddialı bir soru sorayım : Sizce, bugün İngiltere, bir zamanlar olduğu gibi, o meşhur ifadeyle “topraklarında güneş batmayan ülke” olarak emperyalizm savaşını hâlâ kan akıtarak sürdürüyor olsaydı, “dazlak” denen birileri birşeylerin dışa vuruluşunda “holiganizm”den medet umar mıydı?
       Dönelim, Trabzon’la örnekleme yaptığımız bizim taraftara: Ben, sen, o, yani biz, hafta sonu geldiğinde, arkadaşımızı arayıp “yahu kaç haftadır, hep jimnastik ve atletizm seyrediyoruz, geçen haftada tiyatrodaydık, gel bugün de Saraçoğlu/İnönü/Ali Sami Yen/Avni Aker’e gidelim, güzel bir maç olacak” diyor olsaydık, arkasından da ekleseydik: “eşlerimizi, çocukları da alalım”... Yine de, bu, zivanadan çıkma durumlarını bu kadar sık yaşar mıydık?
       Sadece Akdeniz kanından mı gelmekte bu delilik? Hele hele, bütün bunları salt Karadenizlinin deli dolu mizacına bağlayabilir misiniz? “Trabzonlu bunu hep yapıyor” dersek, hem Trabzonlu ya haksızlık etmiş hem de başka bir şey yapmayan birilerine hakketmedikleri halde kıyak geçmiş oluruz...
       
       İnelim daha da özele, Trabzon açısından bakarak ikinci boyutunu ele almaya çalışalım. İstanbullu olmama rağmen formaya takılacak üçüncü yıldız, ikinci yıldız teraneleriyle şişirilen “3 büyükler”den ibaret rekabetten benim bile sıtkım sıyrılmışken, bir Anadolu takımı taraftarının her sene “bile bile lades” olduğu halde yine de umutlanmadan edemediği lig maratonundaki haleti ruhiyesini tahayyül edebiliyor musunuz? Üstelik Trabzon’un başka şehir takımlarından farklılığı var; onlar bu makus talihi yenmeyi başarmış bir şehrin taraftarları...
       Yani, siz her ne kadar son yıllardaki performanslarına bakarak onları, en fazla Gençlerbirliği, Gaziantep kategorisine koysanız da, işin evveliyatı, bugün gelinen noktayı kolay hazmedilir hale sokmuyor ki? Art arda yaşadığı şampiyonlukları ve kırdığı rekorları bir kenara bırakın, 1975/76-1983/84 yılları arasındaki 9 sezonda 6 şampiyonluk, 3 ikincilik yaşamış bir takım Trabzonspor ve bu performansı yakalayabilmiş başka hiçbir takım yok henüz, şu pek SÜPER(!) ligimizde. Aynı düşüşü “3 Büyükler”den biri yaşıyor olsaydı eğer, o takımın taraftarları, kendi sahalarında ezeli rakipten yenilen 5. golden sonra koltuklara papatya mı koyarlardı sanıyorsunuz?
       Trabzonspor, diğer Anadolu takımları gibi “şampiyon olamayız ama, yine de mücadelemizi yapıp ligde varolalım” diyenler kategorisinde ele alınacak bir Anadolu takımı değil ki... Bizzat şampiyon olmuş, kısır futbolumuzda çığır açmış bir takımdır. “Abatıyorsun” diyebilirsiniz, ama ben Trabzon’un hiç de tesadüfi olmayan o şampiyonluklarla futbolumuzun içe dönük dünyasında açmış olduğu çığırı Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı almasıyla aynı futbolumuzun dışa dönük dünyasında açtığı çığıra eşdeğer görmekteyim.
       Sadece ve maalesef, iki farklı çığırın açılma zamanlarındaki ara çok büyük olmuştur. Böyle gördüğüm için de, televiyondaki görüntülere bakıp, gazetelerdeki “yorumlu” haberleri okuyup “vayy! Reziller” diyemiyor, üzülüyorum. Trabzonspor’un yaşadığı zaferler ve geldiği nokta, renkdaşı Aston Villa’nın da başına gelmiştir ama ortalama bir İngiliz’in içinde bulunduğu sosyal yaşam havuzu bugün Aston Villa’lı taraftarı sessiz sessiz ağlamakla baş başa bırakır, Trabzonluyu ise kendi stadını yakıp yıkmakla...
       
       Avni Aker’de olanları hoş görmesek de, anlamamız lazım diye düşünüyorum. Anlamamız ve Sayın Hakan Kulaçoğlu’nun “Bu Koltuk Meselesi Vaktiyle İki Kısımdı” başlıklı yazısında yapmaya çalıştığı gibi anlatmaya çalışmamız... Yoksa, onun da demeye çalıştığı gibi “denize düşen yılana sarılır” türünden olası hatalara seyirci kalmış oluruz. Bugün 3 Büyükler’in, kalıcı başarılara, en dev bütçelerle bile, artık Ali Şen ekolüyle (evet, onun tarzı bir ekoldür) ulaşılmayacağını görmeye başlamışken, Trabzonspor gibi bir kulübün taraftarı hâlâ Ali Şen’e eküri olabilecek ekollerden medet umarsa, yakılan koltuklardan çok daha başka şeylere üzülmemiz gerekir.
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları