Güncelleme: 15:31 TS 10 Oca., 2002
|
|
Ankara
|
Yılmaz ile söyleşinin tam metni
|
|
CNBC-e ve NTV ortak yayınında Şükrü Küçükşahinin sorularını yanıtlayan Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, bankacılık tasarısının yanısıra ekonomide 2002 yılı ile ilgili beklentilere ve koalisyon ile Dervişin ilişkisine de değindi.
|
|
Şükrü Küçükşahin: Biz önce dünden kalan bir konuyla başlamak istiyoruz. Dün çok uzun bir zirve yapıldı. Ve öncelikle bunun uzun sürmesinin nedeni neydi?
Mesut Yılmaz: Biliyorsunuz bu mali sektörün yeniden yapılandırılmasını öngören yasa ve bankalara devlet desteğini öngören değişiklikte kamuoyunda çok geniş tartışmalara konu oldu. Sadece kamuoyunda değil aynı zamanda sektör içerisinde de çok farklı görüşler ileri sürüldü. Komisyonda, Maliye Bütçe Plan Komisyonunda tasarı kabul edildikten sonra geçen süre içerisinde BDDK mensupları, gerek Sayın Derviş hem sektörle temas ettiler, hem bütün bu tepkileri değerlendirdiler. Dün yaptığımız liderler toplantısında da gerek komisyonda dile getirilen gerekse kamuoyuna, medyaya yansıyan bütün bu eleştirileri, bütün bu duyarlılıkları yeniden ele aldık. Bunların bazılarının haklı olduğu sonucuna vardık ve ona göre de bazı yeni değişikler öngördük. İşte son şeklini bugün Genel Kuruldaki görüşme sırasında alacaktır.
Şükrü Küçükşahin: 9 tane önerge söz konusu, önemli bir düzenleme, zaten toplam 9 maddelik bir tasarı. 9 önerge çok büyük bir sayı. Bütün bu önergelerle amaç ne?
Mesut Yılmaz: Şimdi bizim de hak verdiğimiz, kamuoyunun bu konudaki duyarlılığı böyle bir düzenlemenin adil olması ve şeffaf olması gereğidir. Bunu sağlayacak yönde değişiklikler yaptık. Yoksa genel olarak finans kesimi güçlenmeden Türkiyede istikrarın sağlanamayacağı, sağlansa bile bunun çok uzun zaman alacağı ve maliyetinin çok yüksek olacağı konusunda zaten toplumda bir konsensüs var. Yani prensip olarak bu desteğe çıkılmasının bir anlamı yok. Çünkü bu destek verilmediği zaman bunun zararını bütün ekonomi, dolayısıyla bütün toplum görecek. Fakat bu desteği izah edilebilir, adil, ayrım yapmayan ve çok açık bir biçimde yapılması lazım. Topluma açıkça bu desteğin ne olduğunun boyutlarının açıkça ifade edilmesi lazım. Ve bir de yapılacak olan kamu desteğinin bir güvenceye bağlanması lazım. Esas itibariyle yapılan bütün bu düzenlemeler bu ilkeler ışığında belirlendi.
Şükrü Küçükşahin: Aslında burada bir amacın da sağlam bir finans sektörü yaratmak için küçük bankaların birleşmesini özendirmekti. Geçen yıl da böyle bir amaç güdülmüştü. Hatta birleşme için son derece cazip önlemler de alınmıştı. Çok istenen sonuca ulaşılamadı. Bu tasırıdan sonra söz konusu olabilecek mi?
Mesut Yılmaz: Biliyorsunuz başta mali sektör kuruluşları olmak üzere, bankalar olmak üzere şirketler arasında birleşmeyi özendiren vergi yasasını ancak geçen sene sonuna doğru çıkarabildik. Dolayısıyla çok az bir zaman oldu. O zaman zarfında bile bazı önemli birleşmeler sağlandı. Mesela Garanti Bankasıyla Osmanlı Bankasının birleşmesinde olduğu gibi. Ayrıca diliyoruz ki bazı bankalar arasında da bu tür birleşme için şu an müzakereler devam ediyor, görüşmeler devam ediyor. Ama mali sektörde bu birleşmeler daha da önem taşıyor. Çünkü bankaların yapısının kuvvetlendirilmesinin bir başka yönü de teker teker bankaların daha güçlü kuruluşlar haline gelmesi. Bunun için şu anda Türkiyede zannediyorum 20 civarında banka var, yani mevduat kabul yetkisi olan özel bankalar. Bu 20 kadar bankadan bir kısmının daha kendi aralarında birleşmeleri söz konusu olabilir. Zaten bu getirdiğimiz düzenlemede de bunların birleşmesi halinde mesela sermayeye katkısından istifade etme hakları doğacak. Yani sektör payları eğer birleşme suretiyle yüzde 1i geçerse o zaman bunlara devlet katkısı imkanı doğacak.
Şükrü Küçükşahin: Orada da kademeli bir geçiş öngörüldü.
Mesut Yılmaz: Evte. Bir kere şunun bilinmesi lazım. Yapılan bu düzenleme sadece sermaye yeterlik rasyosu sıfırla sekiz arasındaki bankalar için geçerli. Eğer bir bankanın sermaye yeterlik rasyosu sıfırın altına düşmüşse, eksi olmuşsa yani banka sermayesini, zararı sermayesini geçmişse, sermayesini yemişse o banka bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da fona alınacak veya faaliyetten men edilecek. O banka için faaliyetini sürdürme imkanı yok. BDDKnın en önemli denetim fonksiyonu da bankaların sermaye rasyosunun artı olup olmadığını denetlemek. Eğer eksiyse, sıfırın altına düşmüşse o banka zaten ya faaliyeti durdurulur yahut da fona alınır. Eğer sıfırla beş arasındaysa rasyosu, o zaman bunların sermaye artışı suretiyle rasyolarının beşe getirilmesi esas olarak benimseniyor. Eğer bu bankalardan sektör payı, sektör içindeki toplam payı 31 Eylül itibariyle, eylül sonu itibariyle yüzde 1i geçiyorsa o zaman bunların rasyolarının beş olabilmesi için gerekli sermaye katkısının yarısının kamu tarafından karşılanması öngörülüyor yasada. Eğer sektör payları 1i geçmiyorsa o zaman bu bankalar kendi imkanlarıyla kendi yapacakları sermaye artışlarıyla rasyolarını beşe getirmek zorunda. Bankaların rasyoları beşe geldikten sonra bunları 9a çıkarmak için gerekli olarak gerekli desteği de devlet olarak biz sağlıyoruz, 7 yıl vadeli hazine kağıtları veriyoruz.
Şükrü Küçükşahin: Efendim burada MHPnin çekincelerine geleceğim ama öncelikle sizin yüzde 1 ısrarınız, çeşitli çevrelerce bazı bankalara kolaylık sağlamak olarak algılandı. Neden yüzde 1 ısrarı söz konusuydu?
Mesut Yılmaz: Çünkü biz burada yapılacak olan bir uygulamanın ayrımcı olması halinde bunun hukuki birtakım sakıncalar yaratacağı görüşünü savunduk. Biraz önce dediğim gibi böyle bir düzenlemenin en önemli dayanıklarından birisi adil olması ve ayrım yapmamasıydı bankalar arasında. Ama sonra yaptığımız görüşmelerden sonra böyle bir ayrımın, biraz önce sizin dediğiniz gibi daha güçlü mali kuruluşların ortaya çıkması, birleşmelerin özendirilmesi bakımından daha doğru olacağı sonucuna vardık. Onun için sermaye katkısında hala sektör payının yüzde 1 sektör payını koruyoruz. Ama beş rasyodan sonra 9 rasyoya çıkmak için gerekli olan ve aslında bankalara herhangi bir kar transferi anlamı da sağlamayan, sadece devlet kağıtlarının, uzun vadeli devlet kağıtlarının bankaların aktiflerinde gözükmesini sağlayacak olan kredi desteğinin sektör payı aranmadan, sıfırın üstünde rasyosu olan bütün bankalar için yapılmasında mutabık kaldık.
Şükrü Küçükşahin: MHPnin çekinceleri komisyondaki görüşmelerden sonra ortaya çıktı. Oysaki tasarı komisyondan çok önce de biliniyordu, Sayın Derviş de bunu vurguladı. Neden MHPnin çekinceleri sonra çıktı veyahut da bir krizin eşiğinden dönüldü?
Mesut Yılmaz: Bir kriz falan söz konusu değil, sadece Sayın Bahçeli dünkü zirvede bizim de paylaştığımız bir endişeyi dile getirdi. Bu endişe de yapılacak olan devlet desteğinin netice itibariyle devlet desteği, yani sermaye artışı için yapılacak olan devlet desteğinde, cash (nakit) para olarak yapılacak olan devlet desteğinde, kamunun parası söz konusu olduğuna göre bunun sağlam güvencelere bağlanması gereğini işaret etti. Buna biz de katıldık. Bununla ilgili teknik çalışma dün gece de yapıldı ve bu sabah da sonuçlandı.
Şükrü Küçükşahin: Efendim dünkü zirvede ara verildiğinde Sayın Derviş gazete temsilcileriyle yaptığı görüşmede bize göre biraz da rest çekmek biçiminde daha iyisi varsa onlarla çalışılabilir gibi bir mesaj verdi. Böyle bir restleşme zirvede de oldu mu?
Mesut Yılmaz: Hayır, hayır. Sadece yani aramızda tartıştığımız bazı hususların kamuoyuna çarpıtılarak yansımasından kaynaklanan rahatsızlıklar dile getirildi.
Şükrü Küçükşahin: Sayın Bahçelinin özellikle rahatsızlığı söz konusu..
Mesut Yılmaz: Dile getirdi, evet.
Şükrü Küçükşahin: Sayın Derviş, orada, ben yumuşak bir geçiş de gerekirse daha iyi yapacaksa görevimi bırakabilirim diyor, olduğu söylendi..
Mesut Yılmaz: Öyle bir şey söz konusu değil...
Şükrü Küçükşahin: Efendim bir de IMF tarafından gelen bir borç olarak sağlanıyor. Bu kredinin sektörün rehabilitasyonu amacıyla kullanılması ya da bankaların durumunun iyileştirilmesi için kullanılması gibi bir seçenek söz konusu. Burada daha çok sektörün rehabilitasyonundan vazgeçiliyor gibi bir izlenim de doğuyor. Buna katılıyor musunuz?
Mesut Yılmaz: Hayır, bu iki amacın birbirinden ayrılmasının da mamkün olduğunu sanmıyorum. Yani mali sektörü rehabilite etmeden, Türkiyede finans kesimini iyileştirmek mümkün değil. Finans kesimini iyileştirmeden de Türkiyede istikrarı sağlamak mümkün değil.
Şükrü Küçükşahin: Efendim aslında, şöyle bir soru sormak da mümkün; MHPyle Sayın Derviş arasında bir güven sorunu var mı?
Mesut Yılmaz: MHPyle Sayın Derviş arasında böyle bir kategori testetmek doğru değil. Yani iki ayrı kategori gibi görmek doğru değil. MHP de DSP gibi ANAP gibi koalisyonun ortaklarından birisi. Gayet tabi olayın, yaptığımız her düzenlemenin siyasi sorumluluğunu ortak olarak üstleniyoruz. Onun için sadece bu konuda değil daha geçmişte de daha önceki uygulamalarda ve birçok konularda aramızda uzlaşma sağlamak için bazen uzun süren, bazen af konusunda olduğu gibi aylarca süren değerlendirmeler yapıyoruz, tartışmalar yapıyoruz. Ama netice itibariyle her zaman bir uzlaşmaya varıyoruz ve bunun sorumluluğunu, siyasi sorumluluğunu da ortak üstleniyoruz. Sayın Derviş, bu siyasi sorumlulukta bizimle aynı ölçüde değerlendirilebilecek konumda değil. Sayın Derviş, Hazineden sorumlu olarak ama aynı zamanda ekonomi politikasının yönetilmesinde de koordinatör göreviyle görevlendirilmiş olan bir arkadaşımız. Tabii ki onun işi çok daha zor. Çünkü getireceği önerilerin bir yandan bizim siyasi bakımdan desteğimizi alması lazım, öbür taraftan da bize kredi sağlayan uluslararası kuruluşlar tarafından kabul edilmesi lazım. Sayın Derviş bu dengeyi sağlamaya çalışıyor. Zaman zaman burada güçlükleri oluyor, zaman zaman bizden kaynaklana, zaman zaman MHPden kaynaklanan veya DSPden kaynaklanan zorluklar olabiliyor. Ama netice itibariyle bugüne kadar bu çok zor dengeyi birlikte iyi bir şekilde sağladığımızı düşünüyorum.
Şükrü Küçükşahin: Bunu iki soruyla tamamlayabilir miyim, birincisi Sayın Derviş mutfakta bir aşçı... Buna katılıyor musunuz? İkincisi de o zaman deminki soruyu şöyle sorayım, koalisyon ortakları, koalisyon liderleri, Sayın Bahçeli de Sayın Dervişten memnunlar mı? Ya da eleştirdikleri noktaları nedir?
Mesut Yılmaz: Yani Sayın Dervişin esas görevi biraz önce söylediğim gibi bizim desteğimizi, parlamentonun desteğini sağlayacak düzenlemeleri İMFyle uzlaştırmaktır, İMFnin talepleriyle uzlaştırmaktır. Sayın Derviş bunu yaparken bu görevini yerine getirmesini zora sokacak bazı davranışlardan kaçınırsa bu görev daha kolay yerine getirilir. Bazı siyasi demeçler elbetteki sıkıntı yaratır. Kaldı ki bana göre bu görevi yerine getirmesi için bunlara gerek de yoktur. Sayın Derviş bugüne kadar bu zor misyonu başarıyla yürüttü, umarım ki önümüzdeki dönemde de herhangi bir sorun çıkmaz. Çünkü Türkiyede her şey birbirine bağlı olarak cereyan ediyor. Evvela siyasi istikrarı korumamız lazım. Siyasi istikrarı korumadığımız takdirde ekonomik istikrarı yakalayabilmemiz de mümkün değil. Siyasi istikrarı Türkiyede korumanın yolu da hükümetin devamlılığını, koalisyonun devamlılığını sağlamaktır. Onun için hepimiz zaman zaman tam hoşumuza gitmese de Sayın Başbakanın tabiriyle bazı şeyleri içimize sindirmek zorunda kalıyoruz. Bir uzlaşmada gayet tabi hiçbir zaman bir tarafın isteği tam olarak gerçekleşmiyor, herkesin sindirmek zorunda olduğu bazı şöyler söz konusu olabiliyor, bankalar yasasında da aynı durum söz konusu oldu. Ama netice itibariyle hepimiz içinde bulunduğumuz şartları dikkate almak zorundayız. Bunun bir koalisyon hükümeti olduğunu, bu koalisyona Türkiyenin ihtiyacının olduğu, istikrarırın korunmasının bu koalisyonun devamından geçtiğini bilmek zorundayız. Sayın Derviş de zannediyorum aradan geçen, göreve başladığından bu yana geçen 9 ay içerisinde bu gerçekleri çok daha iyi görmeye başladı ve şu anda bu konumu daha iyi yürütecek bir anlayışa geldi.
Şükrü Küçükşahin: Bu bankacılıkla ilgili son bir soru efendim tasarıyla ilgili. Sorumsuzluklar konusu çok tartışıldı. Bürokratlar sorumsuzlukta ısrarlı, siyasi kanat, yani sizlerse bu sorumsuzluğa karşı çıktınız. İki tarafın bu ısrarı nerden kaynaklandı?
Mesut Yılmaz: Şimdi sorumsuzluk konusundaki duyarlılık daha çok Meclisten kaynaklanıyor. Mecliste daha önce de biliyorsunuz başka yasalar dolayısıyla bu girişimler oldu. Fakat reddedildi. Meclis siyasi sorumluluk taşımayan insanların dokunulmazlık zırhı taşımalarına prensip olarak karşı çıktı. Yani dokunulmazlığı ancak siyasi sorumluluk üstlenmiş kişilerce, kişilere tanınmış bir müessese olması gerektiğini genel olarak Meclis düşünüyor. Onun için bu düzenlemeyi bundan önce yapmak mümkün olmadı. Biz Meclisin bu uyarıları da dikkate alarak şimdi bu dokunulmazlık veya sorumsuzluk maddesini biraz daha yumuşattık. Yani bürokrasinin istediği gibi değil, meclisin duyarlılığını da dikkate alan bir orta yolu gerçekleştirmeye çalıştık.
Şükrü Küçükşahin: Efendim gerçekten 2002 Türkiye için çok kritik bir yıl, bugün Sayın Başbakan da vurguladı grup konuşmasında, siz de vurguladınız. 2002nin umut dolu bir yıl olması için şartları önümüze koyduğunuzda en öncelikli olanlar neler?
Mesut Yılmaz: Biz aşağı yukarı bu önceliklere dayalı bir Meclis takvimini yaptık zaten. Şimdi çok önemli yasaları yılbaşından başlayarak bugüne kadar meclisten sonuçlandırdık, inşallah bugün bu bankalarla ilgili yeni düzenlemeyi de geçireceğiz. Ondan sonra önümüzdeki hafta uyum yasasını mecliste görüşmeyi takvime bağladık. Hedefimiz önümüzdeki mart ayına kadar Avrupa Birliğine verdiğimiz ulusal programın kısa vadeli hedeflerini ilgilendiren düzenlemeleri, yani uyum yasalarını meclisten geçirmektir. Bu uyum yasaları sadece Anayasa değişikliğine paralel uyum yasaları değil, aynı zamanda Avrupa Birliğiyle ilgili olarak yapmamız gereken çeşitli düzenlemelerdir. Mayıs ayında bunları gerçekleştirebilirsek Avrupa Birliğiyle tam üyelik müzakerelerine başvurabilecek duruma geleceğiz. Ben bunu 2002 yılında mutlaka yapmamız gereğine inanıyorum. Burada bir ölüm cezasının kaldırılması meselesi var, zannediyorum kısa zamanda o da hükümetin dolayısıyla meclisin gündemine gelecek.
Şükrü Küçükşahin: Buradaki kısa zaman, ölüm cezasıyla ilgili....
Mesut Yılmaz: Hayır, sadece biz aslında ulusal programda böyle bir şey için kısa vadeli hedefler istemedik, orta vadeli, 3 sene içinde yaparız. Ama eğer martta diğer kısa vadeli hedeflerimizi gerçekleştirir, ölüm cezasını da mevzuatımızdan çıkarabilirsek o zaman müzakerelerin başlaması talebini çok daha güçlü yapma imkanımız olacak. Aksi takdirde her ne kadar bizim kısa vadeli hedefimiz olmasa bile ölüm cezası Türk mevzuatında bulundukça biz kısa vadeli hedefleri gerçekleştirsek bile Avrupa Birliği ölüm cezasını ileri sürerek bizle tam üyelik müzakerelerine başlamaktan imtina edebilir.
Şükrü Küçükşahin: Efendim hemen burada Sayın Başbakanın Avrupa gezisinde bu konu tekrar gündeme geldi mi? Şöyle sormak mümkün mü; MHPnin bu konudaki çekinceleri giderildi mi? Sizce bu konu artık bitmiş midir?
Mesut Yılmaz: Hayır, MHPnin bu konudaki tutumu değişmemiş görünüyor. Ama netice itibariyle bu taki meclisin konusudur, MHPyle de görüşeceğiz. Sanıyorum ki akılcı bir sonuca varacağız.
Şükrü Küçükşahin: Avrupa Birliği denince tabi çok akla gelen gerek sosyal haklar, demokratikleşme... Aslında şöyle geriye dönüp baktığımızda ANAPta çok önemli iki bakanlık var uzun süreli; İçişleri Bakanlığı ve İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlığı.. Bu iki alanda gösterilen ilerleme sizi tatmin ediyor mu?
Mesut Yılmaz: Elbetteki iyinin daha iyisi vardır. Hatta en iyi, iyinin düşmanıdır derler. Ama bu hükümetin bir özelliği var, bu hükümetin içişleri bakanı da adalet bakanı da daha önce insan hakları bakanlığından gelen bakanlar. Sayın Rüştü Kazım Yücelen bu hükümette daha önce insan haklarından sorumlu devlet bakanıydı. Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk de benim başbakan olduğum 55inci hükümette insan haklarından sorumluydu. Dolayısıyla her ikisi de insan hakları bakanlığı tecrübesi olan iki arkadaşımızın insan haklarını en çok ilgilendiren iki icra bakanlığında, içişleri ve adalet bakanlığında görev yapmış olması, Türkiyenin insan hakları meselesi, Türk hükümetinin insan hakları meselesine ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir. Bu üç arkadaşımız, yani şimdi insan haklarıyla ilgili olan Devlet Bakanı Sayın Arseven, İçişleri ve Adalet Bakanlarımız geçen hafta bir araya geldiler. İnsan haklarıyla ilgili olarak hem Avrupa Birliğine verdiğimiz ulusal program çerçevesinde hem de Avrupa Birliği kararıyla bize iletilen bazı duyarlılıkları dikkate alarak uygulamada hangi düzenlemelerin yapılması gerektiğini görüştüler. Bu bir ilk başlangıç toplantısıydı, ben geçen sene Brükseli ziyaret ettiğim zaman aralık ayında, Verhaugen de bu duyarlılığı bana dile getirdi. Yani yasalar olarak çok önemli şeyler yapıyorsunuz, hakikaten siyasi kriterleri gerçekleştirmede çok önemli adımlar atıyorsunuz. Fakat bunların aynı ölçüde uygulamaya yansımadığı konusunda bize ulaşan bilgiler var dedi. Daha sonra da bana bir mektup yazdı. Bunları denetlemek için bir mekanizma kuralım, bir komisyon kuralım dedi. Bu bize uygun bir öneri olarak gelmedi. Biz bunun yerine Avrupa Birliğiyle bir diyalog kurmayı ve zaten kurmuş olduğumuz İnsan Hakları Komisyonumuz, mecliste biliyorsunuz var, insan hakları bakanlığımız hükümet içinde var. Zaten kurmuş olduğumuz bu mekanizmalarla o diyalog çerçevesinde bize intikal eden bütün şikayetleri sonuçlandırmayı prensip olarak benimsedik ve bunu da Avrupa Birliğine bildirdik.
Şükrü Küçükşahin: Sayın Yılmaz, gerçi Adalet Bakanı hem de İçişleri Bakanı insan hakları bakanlığından geliyor. O zaman örnek vermek gerekirse, sizin de biraz önce grup toplantısında bir şey olarak nitelendirdiniz. Emlak Bank operasyonu.. Aslında bu operasyonlar yeni değil. O zaman bu iki bakanı liderleri olarak şöyle bir sorgulama ihtiyacı içerisinde değil misiniz neden bunlar oluyor diye?..
Mesut Yılmaz: Sorgulama doğru bir tabir değil. Bu arkadaşlarımızla birlikte görüşüyoruz, görüşmeye de devam edeceğiz. Ben şunu söylüyorum, Türkiye eğer bir şeffaflaşma, bir açıklık ihtiyacı içindeyse bu açıklık aynı zamanda yargı uygulamaları için de geçerli olmalı. Yani bir savcı elinde yeterli delil olmadan insanları gece yarısı yatağından kaldırıp ifadelerini alması için polise talimat veriyorsa daha sonra da ilk sorgulamadan sonra onları serbest bırakıyorsa bu uygulamanın da gerek yargı içerisinde gerek kamuoyunda tartışılması gerekiyor. Açıklık biraz da bunu gerektirir.
Şükrü Küçükşahin: Efendim Avrupa Birliği, demin de genişlemeden sorumlu Komiser Verheugenin girişimlerinden söz ettiniz. Kendisi geçen gün Kıbrıs Rum Kesiminin tek başına da Avrupa Birliğine alınabileceğini söyledi. Hatta Sayın Bakan Şükrü Bey buna sert tepki gösterdi. Bu bir engel midir ve bu sorun bizim önümüzde bu yıl çok keskin bir şekilde ortaya çıkacak mı?
Mesut Yılmaz: Yani Kıbrıs meselesinin bizim tam üyeliğimize giden yolda en önemli sorun olduğu herkesin malumu. Avrupa Birliğinin şu süreç içerisinde bu tür beyanlarına kendimizi alıştırmamız lazım. Bunlar geniş ölçüde bizim üzerimize baskı yapmayı amaçlayan beyanlardır. Bizim gayet açık bir tutumumuz var, biz Avrupa Birliğine diyoruz ki; eğer siz hakikaten Kıbrıs sorunu çözülerek adanın Avrupa Birliğine girmesini istiyorsanız bunu sağlamanın yolu bize Avrupa Birliği üyeliğini gösterip karşılığında Rumların tutumunu benimsememizi beklemeniz değildir. Bunun yolu her iki ülkeye de her iki tarafa da hem Türkiye hem Yunanistana, hem Kıbrıs Rum Kesimine hem Kıbrıs Türk Kesimine böyle bir çözümün Türkiyenin ve Kıbrısın Avrupa Birliğine katılmaları için gerekli olduğunu söylemenizdir. Ve bu sorun çözülmeden de Kıbrıs Rum kesiminin Avrupa Birliğine katılmasının mümkün olmadığını deklare etmenizdir. Ama Avrupa Birliği bunu yapamıyor. Yapamamasının sebebi de Yunanistanın genişlemeyi engelleme tehditidir. Onun için daha çok bizim üzerimize baskı yapmayı tercih ediyorlar. Bu baskıların istedikleri sonucu vermeyeceği hiç şüphe edilmemesi gereken bir konudur. Çünkü Türkiye bugünkünden çok daha zor şartlar altında dahi Kıbrıs meselesinde Rum tezini kabul etmeyeceğini göstermiştir. Bu Türkiyenin uzlaşmaya açık olmadığını, bu Türkiyenin her iki tarafın çıkarlarını da gözeten bir anlaşma için hazır olmadığını göstermek, bu sadece netice itibariyle şey anlamına gelecek bir düzenlemenin Türkiye tarafından şu veya bu bedel karşılığında kabul edilemeyeceğini gösterir. Dolayısıyla Türkiye Kıbrıs meselesinde diyaloğa açıktır, uzlaşmaya hazırdır. Bir çözümü, her iki tarafın da çıkarlarını da gözeten bir çözümü kabul etmeye hazırdır. Aynı anlayışa Rum tarafı da geldiği zaman, yani gerek Yunanistan Avrupa Birliği içindeki üyeliğini, gerekse Kıbrıs Rum kesimi Avrupa Birliğinden kendisine vaadedilen, adeta cebinde saydığı üyeliği bir koz olarak görüp Kıbrıs sorununun kendi çıkarı doğrultusunda çözümü için Türkiyeye baskı yapmaktan vazgeçtikleri zaman çözüme yaklaşılmış olacak.
Şükrü Küçükşahin: Hemen burada Sayın Denktaş ve Kleridesin yürütmekte olduğu çabaların olumlu bir sonuca ulaşacağına gerçekçi olarak, eski bir Dışişleri Bakanı olarak da değerlendirirseniz, gerçekçi mi?
Mesut Yılmaz: Bir kere eğer bir görüşme yoksa, müzakere masası yoksa çözüm ihtimali yok demektir zaten. Bir masaya oturulmuşsa çözüm için en önemli adım atılmış demektir. Kıbrıs meselesinde eğer çözüm kolay olsaydı zaten 50 seneden beri bulunurdu. Kıbrısta meselenin ne kadar karmaşık olduğunu, çözümün ne kadar zor olduğunu hepimiz biliyoruz, müzakere tarafları da biliyorlar. Tarafların tutumları arasında çok ciddi mesafeler olduğu da doğrudur. Ama bütün bunlara rağmen ben özellikle Avrupa Birliğinin ve ABDnin olumlu katkısıyla o müzakerelerin bir olumlu sonuca ulaşabileceğine inanıyorum.
Şükrü Küçükşahin: Efendim Sayın Simitisin bugün açıklaması vardı. Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiyeye seyahatim doğru olmaz dedi. Acaba bu gerçekçi mi yoksa Simitis gelebilir mi sizce?
Mesut Yılmaz: Yani Sayın Simitisin Türkiyeye ziyaretini Kıbrıs sorununun çözümüne bağlaması doğru bir tutum değil bence. Türkiyeyle Yunanistan arasında Kıbrıs dışında da çok meseleler var. Kaldı ki Kıbrıs meselesinde her iki ülkenin iradesi dahi sorunun çözümü için yeterli değildir. Oradaki halkların da ortak iradesi gereklidir. Sayın Simitisin, bizim her zaman Türkiye olarak savunduğumuz bir tez var. Türkiyeyle Yunanistan arasındaki ikili meselelerin, işte bu ikili meseleler Kıbrıs meselesine göre çok daha az karmaşık olan, çok daha kolay çözülebilir nitelikte meselelerdir. Bu meselelerin çözümü yolunda sağlanacak ilerlemeler Kıbrıs meselesinin çözümüne önemli ölçüde yardımcı olur. Bu meselelerdeki çözümsüzlükler de Kıbrıs meselesini olumsuz etkiler: Dolayısıyla Sayın Simitis bu görüşmeyi yeniden gözden geçirip, Kıbrıs meselesinde şu anda iyi bir diyaloğun başlamış olduğunu da dikkate alarak Türkiyeye ziyaretini yapar ve ikili meselelerimizde bazı önemli ilerlemelerin sağlanmasına katkıda bulunursa aynı zamanda Kıbrıs meselesine de katkıda bulunacaktır.
Şükrü Küçükşahin: Efendim Amerikada, Sayın Başbakan Amerikaya gidecek. Ancak en önemli konu Irak gibi görünüyor. 2002nin Türkiye için kabusu da Irak konusu mu?
Mesut Yılmaz: Sayın Başbakanın ziyareti sırasında herhalde görüşülecek konulardan birisi Amerika tarafının gündeme getireceği konulardan birisi Irak konusu olacak. Aslında Sayın Smitis de şu and ayaptığı ve Sayın Ecevitle haftaya yapacağı görüşmelerin takvimini dikkate alırsanız Sayın Bushun önceliklerinden birisinin de Kıbrıs meselesi olduğu varsayılabilir. Irak meselesi bizim bu ziyaret sırasında gündeme gelmesi arzuladığımız bir mesele değil. Çünkü gündeme geldiği takdirde bunun Amerikanın öteden beri bazı çevrelerinde savunulan Iraka askeri müdahale opsiyonuyla birlikte gündeme getireceğinden endişemiz var. Kaldı ki böyle bir müdahaleyi haklı kılacak, böyle bir müdahale için uluslararası kamuoyunun desteğini sağlayacak argümanlar ABD tarafından şu ana kadar ortaya konulabilmiş değil. Bu nedenle sadece biz değil her meselede aşağı yukarı ABDnin yanında olan Avrupalı müttefiklerin büyük çoğunluğu dahi böyle bir müdahaleye soğuk bakıyorlar.
Şükrü Küçükşahin: Evte, burada hemen Sayın Başbakana yönelik bir eleştiri var. Aslında gerçekçi bir değerlendirme yapmak mümkün sizin tarafınızdan. Sayın Başbakanın Saddamı çok koruduğu yolunda hem uluslararası basında hem de Türkiyede bazı kesimler tarafından ifade edilen görüşler var. Başbakanın buradaböyle bir niyeti var mı?
Mesut Yılmaz: Sayın Başbakanın Saddamı koruduğuna yani Başbakan olduğu süre içerisinde veya birlikte çalıştığımız süre içerisinde Saddamı hiyame eden bir tavrına ben hiç tanık olmadım. Sayın Başbakan kendisi de buna açıklık getirdi. Saddamın bir totaliter yönetimin başı olduğunu, bir dikdatör olduğunu Sayın Başbakan da kaç kere ifade ediyor. Ama eğer ulusların kendi geleceğini belirleme hakkını, egemenliklerinin bir parçası olarak görüyorsa, bu ulusların egemenliğine saygılı oluyorsa ve Irak yönetiminin, Saddam yönetiminin uluslararası terörde iddia edildiği gibi çok ciddi rolü olduğu konusunda ortada açık deliller yoksa, o zaman dışardan yapılacak müdahaleleri de savunmak zorlaşır. Burada Amerikalıların ileri sürdüğü diğer bir argüman, Irakın BM tarafından yasaklanmış olmasına rağmen kimyasal silah imalini devam ettirdiğidir. Bu da tabi çok ciddi, üzerinde durulması gereken bir konudur. Ama bunlar söz konusu olmadan, sırf bana göre Irakın kat be kat ödemiş olduğu, şimdiye kadar bedelini ödemiş olduğu bir olay nedeniyle, Kuveyt işgali nedeniyle bu husumeti Irak halkına karşı bir düşmanlık şeklinde sürdürmek yanlıştır.
Şükrü Küçükşahin: Efendim Türkiyede hemen hemen herkesin bu konudaki asıl kaygısı aslında 1991den geliyor. O dönemdeki krizden Türkiye çok büyük zarar alarak çıktı. En azından turizm gelirleri çok düştü. Bu kez de aynı şey olursa, Türkiye bu kez bu zararları yaşamamak için, bunları en azından telafi etmek için hem ABD nezdinde hem de diğer ülkeler nezdinde yeterli argümana sahip mi? En azından Başbakan bu kararlılığı ABDde gösterecek mi? Çok kaybımız olacak çünkü...
Mesut Yılmaz: Evvela hepimiz dileyelim ki böyle bir gelişme olmasın. Kaldı ki dediğim gibi şu anda böyle bir gelişmeyi haklı kılacak yeterli argüman da yok ortada. Ha böyle bir şeyle, böyle bir durumla başbaşa kalırsak gayet tabi o zaman Türkiyenin çıkarlarını korumak için Türkiyenin zararını asgariye indirmek için hükümet olarak elimizden geleni yapmak da bizim görevimiz.
Şükrü Küçükşahin: Çünkü 91deki tablo çok parlak olmadı..
Mesut Yılmaz: Evet, hala devam eden bir tablo.
Şükrü Küçükşahin: Efendim yeniden yapılanma da 2002de çok önemli bir hedef olarak görülüyor. Bugün de basına yansıyan bazı haberler vardı, MHPnin de sizin bazı programınızın bazı unsurlarıyla özdeşleşen önerileri olacak gibi görünüyor. 2002 içerisinde bu yeniden yapılanmayı gerçekleştirebilir misiniz? Bir de ANAP pek çok program açıklıyor, demokratikleşme, insan hakları konusunda da çok söylemli, uygulamaya gelindiğinde sanki bir tıkanma var. Siz bir program açıkladınız. Bunu en azından kendi etkinliğinizdeki bakanlıklarda ya da ilgili kamu kurumlarında uygulamaya geçirdiniz mi? Örneğin çok kamuoyunda belki küçük bir şey ama yönetim kurulundaki siyasilerin bu görevlerinden ayrılması ya da bakanlık sayısının azaltılması, bazı birimlerin... En azından sizin bakanlığınızın ya da bağlı bazı birimlerin bakanlar arasında dağıtılıp bakan sayısının düşürülmesi sizin açınızdan, kendi programınız için uygun olmaz mıydı?
Mesut Yılmaz: Şimdi bizim kamuoyuyla paylaştığımız yeniden yapılanma programı çerçevesindeki önerilerimiz içerisinde şu anda zaten Sayın Bahçelinin de belirttiği gibi hükümet tarafından da benimsenmiş olan, karara bağlanmış olan, uygulama aşamasına gelmiş olan öneriler var. Bir de henüz daha gündeme, hükümetin gündemine almadığı öneriler var. Örnek olarak merkezi hükümetin küçültülmesi. Bölge müdürlüklerinin kaldırılması, taşra teşkilatının yeniden düzenlenmesi gibi önerilerimiz zaten hükümet tarafından da kabul edilmiş olan kamuoylarına açıklanmış olan öneriler.. Dolayısıyla bu hükümet kararına bağlanmış olan konularda biz kendi bakanlıklarımızda çok süratli bir düzenlemeyi başlatıyoruz. Bu konuda önümüzdeki hafta ANAPlı bakanlarla bir toplantı yapacağım, uzun bir toplantı yapacağım. Orada her bakanlıkta bu konuda yapacağımız adımları karara bağlayacağız.
Şükrü Küçükşahin: Örnek alabilir miyim birkaç noktada?
Mesut Yılmaz: Mesela söylüyorum, bölge müdürlüklerinin azaltılması..
Şükrü Küçükşahin: Yönetim kurulu üyelikleri...
Mesut Yılmaz: Yönetim kurulu üyelikleri meselesi özelleştirmeyle ilgili bakanlık bizde olduğu için bizi çok ilgilendiren bir şey.. Bu özelleştirmeye tabi olan kamu kuruluşlarında, KİTlerde birçok siyasi arkadaşımızın şu anda görev yaptığı doğrudur. Bunları bir elemeye tabi tutacağız. Bunların içerisinde hiçbir uzmanlığı olmadığı halde, sırf siyasi kimliği nedeniyle görev yapan arkadaşlarımızın hepsini görevden alacağız.
Şükrü Küçükşahin: Aslında benim bildiğim bir İzmir İl Başkanı sizin talimatınızla...
Mesut Yılmaz: Evet, Petkimde arkadaşımızı söyledik, istifa etti, onun yerine İzmir Sanayi Odası Başkanını getirdik. Bunun gibi o konuyla ilgili uzmanlığı olmayan arkadaşlarımızı görevden alacağız. Onların yerine o konuda uzman olan kişileri vereceğiz.
Şükrü Küçükşahin: Efendim aslında yaşanan kriz kamu kaynaklı kriz, kamunun anlayışından kaynaklanan bir kriz olduğunu siz de zaman zaman söylemiştiniz, herkes kabul ediyor. Ama fedakarlık noktasına gelindiğinde gerekten kamuda bir fedakarlık yapılmadı.. Bu kadar zor mu bu iş?
Mesut Yılmaz: Kamuda fedakarlık yapıldı da bu fedakarlık daha çok vatandaşa yansıtılan bir fedakarlık oldu. Yani biz baktığınız zaman geçen sene bütçe disiplini olarak fevkalade başarılı bir performans gösterdik, faiz dışı bütçe fazlamız hedefimizi aştı. Yani taahhüdümüzün üstünde gerçekleşti. Ama buna mukabil sizin dediğiniz gibi yeniden yapılanma yoluyla kamunun harcamalarını, kamunun giderlerini azaltma yönünde yeterli adımları atamadık. Bugün 98 katrilyonluk bir 2002 bütçemiz var. Bu 98 katrilyon liradan sadece 5.7 katrilyonu yatırıma ayırabiliyoruz. En büyük kalem hala faiz ödemeleri, personel ödemeleri. Şimdi böyle bir yapı ve cari giderlerde de çok fazla tasarruf yapma imkanımız yok, böyle bir yapı içerisinde. O zaman yapıyı değiştirmemiz lazım, kamuyu yeniden yapılandırmamız lazım. Kamuyu yeniden yapılandırdığınız zaman inanıyorum ki bugün daha çok vatandaşa ödettiğimiz bu istikrar programının bedeli o zaman kamu tarafından ödenecek. Kamu kendi içinde gerçekleştirdiği tasarrufları da daha az fedakarlık talep edecek bir konuma gelecek.
Şükrü Küçükşahin: Efendim hemen burada kısa bir soru sormak istiyorum, yine vatandaşın üzerinde ağır bir yük de doğalgaz. Siz de bugün söylediniz, Bakanlar Kuruluna KDV indirimi için de gideceğim dediniz. Yüzde kaçlık bir oran düşünüyorsunuz.?..
Mesut Yılmaz: Yani aslında doğalgaz, doğalgaz bir şey değil, yani hele konutlarda kullanılan doğalgaz bir ara malı değil, üretimde kullanılan bir mal değil. Dolayısıyla bir zaruri tüketim malı, zaruri bir mal. Böyle bir temel ihtiyaç malı, ürününden yüzde 18 oranında KDV alınması bence makul değil. Ama Türkiyede var bu, ilaçta da malesef yüzde 18. Türkiye KDV oranlarını yeniden gözden geçirmelidir. Malesef IMFye verdiğimiz taahhütler dolayısıyla 2002 yılında bunu geniş ölçüde yapma imkanımız yok. Ama daha önce de taahhüdümüz var. 2003 yılına girerken bütün KDV oranlarını yeniden gözden geçireceğiz. Bu tür doğalgaz gibi temel ürünlerde oranları düşüreceğiz. 2002 yılı içerisinde ne yapılabilir diye soruyorsanız, hükümetten hiç olmazsa şu kış aylarında bunun ertelenmesini talep edeceğiz. Ama taahhütlerimiz buna izin verir mi, IMF buna razı olur mu onu da doğrusu şu anda söyleyebilme imkanım yok. Ama bu düzenlemenin gerekli ve haklı olduğuna inanıyorum. Bunu savunmaya devam edeceğiz.
Şükrü Küçükşahin: Efendim son bir sorum, siz daha önce de söz ettiniz, vergi affı ya da mali milatla ilgili bir uygulama.. Maliye Bakanlığı sizde, bu konuda ciddi bir çalışma başlattınız mı?
Mesut Yılmaz: Ciddi bir çalışma başlattık ve bunu Mart sonu Nisan başı hükümetin gündemine getirmeyi planlıyoruz. Yani şunu kastediyorum, Mali Milattan önce 2002 sonundan önce yapılması gereken bütün düzenlemeleri şu anda hazırlıyoruz, Mart sonunda da hükümete getirmeyi planlıyoruz..
Şükrü Küçükşahin: Efendim katıldığınız için çok teşekkür ederiz.... |
|