|
|
Teknoloji ve telekom fiyatlarında yaşanan çöküşe rağmen, yatırımcılar resesyonun uzun ömürlü olmayacağını ve gelişmiş piyasaların daha az riskli olduğunu düşünmekteydiler. 11 Eylülle birlikte yeni bir durum ortaya çıktı. Bu durum; 1) Varolan resesyon tehlikesinin artık açık bir tehdit haline gelmesi, 2) Petrol fiyatlarında artış olasılığının artması (Rusyanın kıymete binmesi), 3) Türkiyenin dış borç çevirme riskinin kalkması, 4) Gelişmiş olan ülkelerde zaten varolan likidetinin artması ve faizlerin daha da düşmesi, olarak tanımlanabilirdi. 11 Eylülden sonra, dünyadaki risk seven para çarçabuk gideceği bir hedef aradı. Bu üretimin ve fiyatların düştüğü gelişmiş piyasalar olamazdı. Geriye ise nakitte kalmak veya gelişmekte olan piyasalara yönelmek kalıyordu. Bu yüzden Kasım 2001 ile birlikte ilk defa Arjantin hariç gelişmekte olan piyasalara yabancı yatırım girişi oldu. Gariptir ki, olası bir Arjantin devalüasyonundan en fazla etkilenecek ülke olacak Brezilyaya en fazla giriş yaşandı. Türkiyede az da olsa bu girişten nasiplendi. OCAK-ŞUBAT 2002DE NE OLACAK? 11 Eylül e kadar çıkan paranın sadece küçük bir kısmı Ekim- Aralık 2001de gelişen piyasalara geri döndü. Hala, paranın önemli bir kısmı ABD ve diğer ülkelerde park etmiş durumda. Yapılan ilk hareketin devamının gelip gelmeyeceği ise kesin değil. Çünkü: 1) ABD gibi gelişmekte olan piyasalarda yaşanacak resesyonun boyutu, 2) Bu resesyonun gelişmekte olan ülkelerin mallarına olan talebi (ihracatlarına olan talebi) azaltmak vasıtasıyla bu ülkeleri de derinden etkileyip etkilemeyeceği, 3) Arjantinde yaşanacak bir devalüasyonun Brezilya, Meksika, oradan Doğu Asya ve oradan da Doğu Avrupa ve Türkiyeye yansıyıp yansımayacağı hala belirgin değil ve 4) Irakta bir savaş olasılığının nasıl bir biçimde olacağı kesinleşmiş değil. Yabancılar, Ocak ve hatta Şubat ayını yukarıda saydığımız bu 4 faktördeki gelişmeleri izlemek için bekleyerek geçirebilirler. Diğer bir deyişle, Ekim - Kasımdaki tepkisel yatırım hareketinin devamı gelmeyebilir, bir duraklama dönemine girilebilir. Tabii bu arada yerli yatırımcıların, yabancılar gelecek diye önceden kredili veya peşin mal alarak fiyatları yükseltmeleri zaten riskli olan bir dünyada yabancı yatırumcıların var olan çekingenliğini daha da artırabilir. YABANCILAR EN ÇOK NEYE BAKACAK? Likidite ve düşük faiz iyi de biraz da büyüme olması lazım (satışların artması lazım), diyen yabancı yatırımcılar bunu sadece kendi ülkelerinde değil diğer ülkelerde de arayacaklar. Satışlarda artışın gerçekleşmesi hakkında umutların tükenmesi halinde, yabancılar tekrar kötü senaryolara göre yatırım yapma yöntemlerini devreye sokacaklar. Bu tarzın geri dönmesi halinde bakılacak en önemli gösterge hangi ülkenin parası en fazla değer kaybetme potansiyeline sahip araştırması olacaktır. Diğer bir deyişle, yatırımcılar, artık hisse veya bonoya endirekt yatırım yapacaklardır. Diğer bir deyişle, ülkenin parasına yatırım yapacaklardır. Enflasyonun beklenildiği gibi sıfıra yaklaştığı dünyada en uygun yatırım şeklide bu olacaktır. Devalüasyon potansiyeli araştırmasında üst sıraları: 1) Kur sistemi sabit olanlar, 2) Borç ödeme yükümlülükleri fazla ve vadesi erken gelecek olanlar, 3) Ekonomik büyümesi ihracata çok bağlı olanlar, 4) Döviz rezervi düşük olanlar, 5) Siyasi seçimlere gidecek olanlar, 6) Yüklü petrol ithalatçısı olanlar, alacaklardır. TÜRKİYE CAZİBE MERKEZİ OLUR MU? Tüm ekonomik kaygıların kilitlendiği nokta olmasına rağmen, ABD hala yabancı yatırımcıların en gözde ülkesi durumundadır ve ABD ile yakın müttefik olmak, borç ödeme zorluklarının üstünden gelmede bir açık karta sahip olma izlenimini vermektedir. Fakat bu tek başına ekonomik sorunların üstesinden gelmede yeterli midir? Eğer Türkiye ihracat ve turizmde çok gerilerse borçlarını peşinen çevirmesi yeterli olmayabilir. Diğer bir deyişle borç engeli olmasa bile Türkiyenin büyüyüp büyeyemediği (satışlarını artırıp artıramadağı) yatırımcılar açısından çok önemli olacaktır. Çünkü, Türkiyede iç talep 2001de yara almıştır ve ihracata bağımlılık artmıştır ve Türkiye petrol ithalatçısı ülke durumundadır. Bu anlamda kurun TLsinin yeterince zayıf olup olmadığı gündemde olacaktır. Keza bu açından bakıldığında Arjantinde olası bir devalüasyonun kimi etkileyebileceği konusunda Türkiyede listede olacaktır. Ama bir farkla Türkiyenin böylesi bir süreçten etkilenmesinin zaman alacağı bilinciyle. Ocak ayı Türkiye için sükutun altın ettiği son ay olacaktır. Şubattan itibaren gürültülü tartışmalar tekrar açılabilir. Bu zamana kadar kısa vadeli her şey iyi olacak havasının devam etme olasılığı yüksektir. Şubat ile birlikte bankacılıktaki sermaye açığının Merkez Bankası tarafından fonlanmasının azaltılıp azaltılmayacağı, fonlanmaya ne kadar devam edileceği, İstanbul yaklaşımı ile hangi firmaların bankalardan aldığı kredilerin çevirileceği tartışılacaktır. IMFnin bu bağlamdaki performans kriterlerinin ne kadar sert olacağı ve buna karşılık alınacak IMF ve DB kredilerinin ne kadar merhem olacağı tartışılacaktır. Bunlarla ekonomik büyüme arasında ilişkiler kurulmaya çalışılacaktır. Şubat ayı ile birlikte alınacak önlemlerin, IMF kriterlerinin sertliği uzun vadeli yabancı yatırımcıları daha çok yatırım yapmaya teşvik ederken, önlemlerin siyasi tansiyon yaratabileceği gerekçesiyle kısa vadeli yabancı yatırımcıyı ise tedirgin edecektir. Önlemlerin, IMF performans kriterlerinin, yumuşak olması ise kısa vadeli yatırımcının Türkiyedeki konukluk süresini uzatacaktır. Tabii bu arada, yabancı yatırımcılar, Türkiyeye yatırımı, yukarıda bahsettiğimiz gibi dünya konjonktüründeki gelişmeler açısından da değerlendirmeye devam edeceklerdi. | ||||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||