Home page
Haber Menüsü


“Menkıbesini” arayan ülke
Paulo Coelho eserleri 45 dile çevrilmiş, 120 ülkede 31 milyon adet satmış bir yazar. Ülkemizde de bir çok kitabı yayımlanan Coelho dünya çapında tanınmışlığını esas olarak “Simyacı” isimli romanına borçludur.
Ahmet K. HAN
10 Kasım— Eser, kendi kimliğiyle, geleceğinin hikayesiyle, buluşmak için yollara düşen bir gencin öyküsünü anlatır. Gerçekten de hepimiz kendi geleceğimizin -isterseniz buna “kader” deyiniz- peşinde yaşamlar sürmekteyiz. Bireylerin hali bu olunca onlardan oluşan toplumların hali de pek farklı olamıyor. Toplumlar da “yaşayan organizmalar” olarak kendi geleceklerini arıyorlar. İstenmeyen sürprizlerden kaçınmaya çalışıyor, kendilerini sosyo-ekonomik, kültürel, siyasal olarak esenliğe ulaştıracak çözümlerin peşinde koşuyorlar.

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Tüm dünya toplumları yaklaşık 30 trilyon A.B.D. Dolarından oluşan toplam dünya pastasından paylarına düşeni arttırmaya çalışıyorlar. Payı arttırmanın iki yolu var; ya pastayı büyüteceksiniz veya kendi payınıza düşen dilimi. Bunların ikincisi kaçınılmaz olarak başkalarının geçimini, boğazını kısacak sonuçlar doğuracaktır. Birinicisiyse ne yazık ki öyle hemen olmuyor. Yol kazalarının insanlık tarihinin sıradan olayları olduğu tarihsel akış içinde sabır, koordinasyon, kararlılık, sağgörü, bilgi ama hepsinden önemlisi zaman gerektiriyor bu ilk çözüm. Zaman çoğu kez sabır demek, sabır özveri, kararlılık, istikrar. Ne yazık ki dünyanın hiç bir yerinde sabır çok rastlanan bir erdem değil. Belki de erdem olarak nitelenmesi bundandır, kimbilir?
       Toplumlar da en az bireyler kadar sabırsız. Bu sebeple bireyden topluma uzanan bir çizgide konsantrasyonumuz hep çözümlerin ikincisi üzerinde; Pastadan payımıza düşen dilimi büyütmek.
       Coelho romanının bir yerinde; “Kendi kişisel menkıbesini yaşayan kimse neye ihtiyacı varsa hepsini bilir .” diyor. Şöyle bir düşününce bu sözün bireyler için ne kadar doğruysa, toplumlar için de o kadar doğru olduğunu görürüz. Sıkıntımız kendimiz için neyin doğru olduğunu bilmekte değildir. Sıkıntının kaynağı genellikle bu doğruya “Nasıl” ulaşılacağı, yani yöntemdedir. Türkiye özelinde toplumu oluşturan bireylerin, ondan kazanç sağlayan bir kısım şuursuz hariç, neredeyse her biri tek tek enflasyonsuz bir yaşam istemektedir. İhtiyacımız kuşkusuz budur. Ama nasıl? Yükü ilk kim sırtlayacak? “Fedakarlık” sırası kimde? Hadi fedakarlığı kabul ettin, senden bir sonraki acaba kuralına göre oynayacak mı? O da payına düşeni yüklenecek mi? Tüm bu soruların cevabı siyasa araçlarını belirleyecektir. Ve işte anlaşmazlık da genellikle buradadır.
       Başka bir noktadan konuya yaklaşalım. Türkiye’nin artık 70 milyonların kapısını vuran bir ülke olarak uluslararası politikada etkinliği ne olmalıdır? Yine istisnaları olmakla birlikte bu soruya toplumun geneli, “Adriyatikle Çin Seddi arasında sıkışmış” bir vizyonla cevap vermeye heveslidir. Heves iyidir de, iş “bedel”e gelince suratlar asılır, yöntem tartışma konusu olur.
       Toplum ve geçmişiyle ilgili bir tartışmayı ele alalım. “Tarihsel” olandan kendi geleceğine yönelik dersleri çıkarmakta zorlanan “gündem arsızı” toplumsal yapı bu biçimde “güncel”i ıskaladığının da farkındadır. Aksi takdirde sık sık, niye “küs” olduğumuzda ayrı bir muamma olan tarihimzle “barışmamız gereksinimi” niye sürekli tellafuz edilen bir konu olsun?
       Toplum ihtiyaçlarının bilincindedir kuşkusuz, ama seçilen yöntemin getireceği bedele tahammülü sınırlıdır. Üstelik ilgili tarafların neredeyse tümünün bu ve benzeri tartışmalardan kendi adına bir beklentisi de vardır.
       Kısa vadede hem içeride, hem de dışarıda toplumun refahı için girişilecek mücadele işte bu çerçevede sıkıntılı bir mücadeledir. Pastadan payımızı arttırmak, nereye “layıksak” oraya erişmek için bu sıkıntıları aşmak zorundayız. Dünya tarihinin bu büyük kırılma döneminde toplumu arzu ettiği ve layık olduğu yere taşımak için “toplumsal menkıbemizi” aramak ve bulmak mecburiyetindeyiz. Oraya ulaşmayı arzu etmek hakkımızı, gerekli bedelleri ödeme kararlılığıyla birleştirmek durumundayız. Bu bedelleri toplumun geleceğini ipotek altına sokmayacak ve bize “sürdürülebilir” avantajlar sağlayacak biçimde belirlemek gereksimindeyiz.
       Dünya nüfusunun yaklaşık % 1, 1’ini barındıran ülkemizde dünya üretiminin sadece binde 6’sını gerçekleştiren bir toplum olma elbisesinin açıkça bize dar geldiği şu günlerde uygarlıkların ve jeopolitiğin sınır çizgisinde yaşayan bizler, fay hattının üzerinde oturmanın ne demek olduğunun bilincine artık varmış olmalıyız.Giydiğimiz elbise bize dar geliyorsa, ki geliyor, eğer “layık” olduğumuz bu değilse, toplumca kendi menkıbemizi yaratmalı ve ona yürümeliyiz. Dünya yeniden biçimlenirken önümüze bu yönde fırsatların çıkmakta olduğu görülmektedir.
       Yine Coelho’ya kulak verelim; “Bir düşün greçekleşmesini bir tek şey olanaksız kılar: Başarısızlığa uğrama korkusu. yüreğine güven ama çölde olduğunu da unutma. İnsanlar savaşırken evrenin ruhuda savaş çığlıklarını duyar. Gökyüzünün altında olanların sonuçlarından hiç kimse kurtulamaz.”
       

Ahmet K. HAN
       NTV Uluslararası İlişkiler Danışmanı
       Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi

       
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları