Home page
Haber Menüsü


 
Kudsi Erguner, yıllar sonra sakalsız haliyle
Kudsi Erguner: ‘Müziğinizi siz severseniz herkes sever’
“Islam Blues” adlı yeni çalışması nedeniyle bir araya geldik uluslararası sanatçımızla. Çalışmalarına, müziğe bakışına ilişkin bakın neler söyledi...
Evin Doğu
NTV-MSNBC
 
    20 Ağustos—  Sanattaki komplekslerimizden kaybolan estetiğimize, World Music’ten Türkiye’deki müzik çalışmalarına kadar geniş bir yelpazede söyleştik Erguner’le. “Türkiye’nin sanattaki sıkıntısı demokrasinin olmayışı” diyen Erguner, her türlü çalışmaya hayat hakkı verilmesinin sanatı daha ileriye götüreceğini söylüyor.  

   
 
       
    MSNBC News Kudsi Erguner'den 'Islam Blues'
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 
İslam Blues, Erguner'in en son çalışması
       1952 yılında Diyarbakır’da dünyaya gelen Kudsi Ergüner, mimari ve müzik eğitimi almak için Paris’e giden ve o zamandan beri de Paris’te yaşayan çok yönlü bir sanatçı. Pek çok yeteneği arasında neyzenlik, kompozitörlük, müzikoloji, öğretmenlik, yazarlık, mimarlık ve çevirmenliği barındıran sanatçı müzisyen bir aileden geliyor. Bir önceki jenerasyonun büyük müzisyenleriyle yakın teması olan Ergüner, Sufi müziğin felsefesini ve inceliklerini dedesi Süleyman Erguner ve babası Ulvi Erguner’den öğrendi. Uluslararası bir çok sanatçıyla çalıştı, çeşitli albümlere imza attı.
       Hemen her yıl özellikle İstanbul Festivali kapsamında değişik sanatçılarla konserler veren Kudsi Erguner, bu yıl ekonomik krizden dolayı konser veremedi ama, yeni bir CD’sini bizlere ulaştırdı. “İslam Blues” adını taşıyan albümü vesilesiyle sanatçıyla bir söyleşi gerçekleştirdik.
       
       
ENGELLER BİZLERİN KAFASINDA
       - Genellikle bizler Doğu kökenli bir müziğin Batı’da sevilip tutulması zor olur diye düşünürüz. Siz orada ilk yıllarınızda böyle bir zorlukla karşılaştınız mı?
       - Kudsi Erguner: Hayır. Aslında böyle bir düşünce Türkiye’ye özel bir kompleks. Türkiye
“Türkiye’nin hayalindeki Avrupa, bence 19.yy Avrupası. Ama o Avrupa da bugün yok...”

       Cumhuriyeti’nin entelektüeli için Klasik Batı Müziği dışında bir müzik yok. Halbuki Batı’nın öyle bir kompleksi yok. Dünyaya daha açıklar. Hatta Paris’e gittiğim ilk yıllarda ’68 olaylarının devamında daha da açıktılar. O Avrupa’yı Türkiye tanımıyor daha. Türkiye’nin hayalindeki Avrupa, bence 19.yy Avrupası. Ama o Avrupa da bugün yok. Avrupa merkezli kültür yerini dünya kültürüne bırakmış durumda. Tabii bir de Avrupa’ya açılanlara bakmak lazım. Tarkan da konser vermek için gidiyor ama onun konseriyle daha çok Türk göçmenler ilgileniyor. Ama bizim yaptığımız işler daha kültürel olduğu için sanat ve entelektüel çevrelerin izlediği bir çalışma oluyor.
       
       - Dışarda Mevleviliğe, Sufizme daha özel ilgi var gibi...
       - Müzik, kendi başına birşey değil. Müziğin alt yapısını oluşturan bir kültür birikimi var. O kültür birikimi Türkiye’de zaten kayıp durumda. Müziğin kendisi olmaya çalışıyor ama artık o da pop müziğine indirgenmiş durumda. Artı Avrupa’da bizim müziğimizin kültürel birikimini oluşturan literatür onların dillerine çevrilmiş durumda. Onların bu konularla ilgisi elbette müziğe de yansıyor.
       Şöyle söyleyeyim. Türkiye’de bir Mevlevi ayini yaparsanız, bu Konya folklorüne indirgenmiş birşey olur. Ama bir Avrupa seyircisine bu gösteriyi yaparsanız, oradaki seyircinin yarısının Mevlana’nın şiirlerini bildiğine şahit olursunuz.
       
       - Acıklı bir durum...
       - Evet bir terslik var ama çoğu kimse bunun farkında değil.
       
BİREYSEL ESTETİK GEREKLİ
       - Bir de Türkiye’de çifte standart var yapılan çalışmalara karşı. Eğer birisi yurt dışında çalışmalarda bulunmuşsa ‘aman ne iyi’ deniyor da, aynı çalışmayı Türkiye’de yaparsa kimse bakmıyor....
“Türkiye’deki insanlar dışardan şartlandırılmalara göre beğenilerini kazanıyorlar. Halbuki Batı insanı o devri aşmış, kişisel beğenisini ön plana koyabiliyor.”

       - Neden? Bence sanata ilgi iki çerçeve içinde olur. Ya bir kültürel şartlandırılmanın verdiği bir değerlendirme vardır; ya da insanların salt kendi beğenisi, değerlendirmesi vardır... Türkiye’deki insanlar o şartlandırılmalara göre beğenilerini kazanıyorlar. Halbuki Batı insanı o devri aşmış, kişisel beğenisini ön plana koyabiliyor. Şimdi burada ortaya atılan sanat eseri hakkındaki değerlendirmeler bir kitle beğenisine dönüşüyor ve bireyin bu konudaki beğenisini belirliyor.
       
       - Bir de bizlerin Batılılaşma sevdasıyla, Batı’daki herşey iyidir, bizdekiler kötüdür gibi bir düşüncesi hâlâ aşılamadı galiba?
       - Burada başımdan geçen bir olayı anlatayım. Konserlerimin ilk yıllarında ağır bir eser koymuştum repertuarımıza. Müzisyen arkadaşlardan bazıları ‘aman, seyirciler sıkılır’ dediler.. ‘Sen sıkılıyor musun peki?’ dedim onlara.. ‘yok’ dediler. O zaman sen sıkılmıyorsan, seyirci niye sıkılsın? Biz hep böyle düşünüyoruz. ‘Türk Müziğini sevdirelim’ diye laflar ediyorlar. Bırak Avrupa’yı; sen sev önce. Çünkü bir müzisyen sadece notaları nakletmiyor ki, kendi içindeki neşesini, coşkusunu da naklediyor. Sende o yoksa, karşındakine kuru, ruhsuz bir tını gibi gelecektir. İnsanlar dinlerken zevklenecekleri birşey istiyor. Biz ‘dünya duysun, beğensin, evrenselleşelim’ diye uğraşmayalım, önce kendimizin sevmesi, zenginleştirmesi lâzım müziği...
       
       - Peki, bireysel beğenimizi kazanmak, dünyaya açılmak, komplekslerimizden kurtulmak için bir umut var mı?
“Türkiye çok ağır bir kültür ihtilali yaşamış durumda. Bugünkü nesillerin yavaş yavaş, o açılan açığın biraz üzerinden atlayıp, arayı kapatması gerekiyor.”

       - Zannediyorum böyle bir kültürel keşmekeşi bütün toplumlar yaşadı. Ama Türkiye’nin özellikle yaşadığı bir keşmekeş var; Türkiye çok ağır bir kültür ihtilali yaşamış durumda. Bunun iyiliği kötülüğü ayrı, bunu tartışmak istemiyorum ama sonuçları ortadadır... Bugünkü nesillerin yavaş yavaş, o açılan açığın biraz üzerinden atlayıp, arayı kapatması gerekiyor. Onda da bugünün aydın insanının yapacağı çok şey var... Türk toplumunun kendi estetiğini, kendi sanat anlayışını ortaya koyması lazım. Tabii bunu ortaya koyarken kendi kişiliğini bulması, şoven olmayan kendi kişiliğini bulması lazım... Bu da nesil meselesi. Birkaç nesil geçtikten sonra yerine oturacaktır sanıyorum...

       
       - Müziğiniz ‘World Music’ tanımlaması içinde mi?
       - ‘Wold Music’ bence tartışmalı bir tanım. World Music’ten önce bir çok isimler kondu bu tarz çalışmalara. Mesela ‘Traditional Art’ denildi, sonra ‘Etnik müzik’ dendi. Fakat o da tutmadı. O zaman Dünya Müziği’ne dönüştü. Ama dönüşürken de Fransa etkisindeki Etnik Müzik, Dünya Müziğine dönüşürken Anglo-Sakson kültürünün etkisinde kaldı ve müzik pazarının da itelemesiyle biraz poplaştı. Ona bugün ‘World Music’ diyoruz. Burada iki yol var. Ya eldeki geleneksel müziğin üzerine bir takım eklemeler yaparak bir kolaj yoluyla onun ambalajını değiştirirek sunmak, ya da bazı ülkelerde zaten kendi içinde yozlaşmış bir takım müzikler var. Mesela Rai veya Pakistan’daki Kawali müziği gibi... Bunlar zaten kendi geleneklerinden kopup, başka bir biçimde gelmişler. Onlar zaten ‘World Music’ olmuş; ne kendi gelenekle rine uyuyor, ne popa uyuyor, ne rock’a... Bunları değerlendirdi World Music.
       
DOĞAÇLAMA MÜZİĞİ ZENGİNLİŞTİRİR
       - Çok çeşitli kültürlerin temsilcisi sanatçılarla çalışıyorsunuz. Hindistan’dan Endülüs’e uzanan bir yelpaze içindesiniz. Bu farklı çalışmalarda tasavvuf müziğinin geleneksel yapısını korumaya çok özen gösteriyorsunuz. Ama o değişik kültürlerle de örtüşen, kesişen yanları ortaya çıkarmaya çalışıyorsunuz...
       
       - Ben çalışmalarımda şunun üzerinde duruyorum: Müzikte iki yol var. Batı kültüründeki yazılı müzik geleneği var. Bir besteci oturup, aklındaki müziği kağıda döker. Diğer müzisyenler icracıdır. Ben yaptığım projelerde müzisyenlerin bir araya gelmesini istedim. Ve onların bir araya gelebilecekleri, kaynaşabilecekleri ortam da o melodiler oluyor. Katılan sanatçılar müzisyen olarak katılıyor o çalışmaya, icracı olarak değil. Yani Klasik Batı Müziği bestecisi gibi yapmaya kalksaydık, sonuç gayet soğuk olabilirdi.
       
       - O zaman doğaçlamaya ağırlık veriyorsunuz?
       - Tabii. O dengeyi iyi tutmak gerekiyor. Doğaçlama ile daha heyecanlı şeyler ortaya çıkabiliyor. O nedenle benim çalışmalarım daha caza yakın.
       
HZ.MUHAMMED’İN HIRKASI
       - O zaman ‘İslam Blues’a gelelim. Ne kadarlık bir süreyi aldı albümü hazırlamak?
       - Bu albümün konseptini hazırlamam bir yılımı aldı sayılır. Ben yaptığım çalışmalarda konsepte
“Çalışmalarımda kültürel uzantıların, coğrafi sınırların ötesinde çok daha derin ve kalıcı olduğun göstermek istiyorum.”

       önem veririm. Kültürel yapılar içinde bazı parçaları bir araya getirmek isterim. Örneğin Flamenco’da ilk yapmak istediğim Endülüs’te doğmuş bir Tasavvuf bilgini var; İbn-i Arabi, onun şiirlerini İspanyolcaya tercüme ettirip Flamenco tarzında yorumlattık. Orijinal kayıtta bizim hafıza Arapça yorumlattık. Ama pek çok kişi bunun farkına varmadı. Kültürel uzantıların, coğrafi sınırların ötesinde çok daha derin ve kalıcı olduğun göstermek istiyorum.
       İslam Blues’da da yapmak istediğim bu. Hz. Muhammed’e yazılan bir kaside var. Öyküsü şöyle: İbn-i Kaâb diye bir şair var. Peygambere hakaret eden bir şiir yazıyor ve kardeşine veriyor. Bunun kardeşi de şair ama o Müslüman. Şiir büyük tepkiler alıyor. Sonra İbn-i Kaâb pişman oluyor ve peygamberin önüne gelip bir aşk şiiri söylüyor. O aşk şiiri peygamberin çok hoşuna gidiyor ve ona kendi hırkasını çıkarıp veriyor. O hırkayı daha sonra satın almak istiyorlar. Ancak ölümünden sonra oğulları hırkayı Muaviye’ye satıyorlar ve hırka Hilafetin sembolü oluyor. Hilafetle ilgili iki sembol var: Biri bayrak biri bu hırka. O hırka da şimdi Topkapı Sarayı’nda... Bu meşhur kasidenin İslam dünyasında çok iyi bilinmesini umarsınız ama Araplar dahi çok iyi bilmiyor.
       Ben o şiirin üzerine bir takım besteler yapmak istedim. Ama yaptığım kimi besteler çok komplike olduğu için hafızlara okutamadık, biraz sadeleştirdik. Ve tabii bu konu da blues’a uyuyor. Ama blues’un kendine ait bir müzikal formatı var. Ama ben blues’u burada bir müzik formu olarak görmedim.
       
       - Hafızları nasıl buluyorsunuz? Fransa’da mı yaşıyorlar?
       - Hayır, burada yaşıyorlar. Benim şöyle bir iddiam var. Türkiye’de Klasik Türk Müziği dediğimiz türde okuma, ses bitti. Şimdi bu müziğe gazino müziği demek lazım. İki türlü de ses çıkıyor ortaya ya radyolarda okunan, akademik, soğuk, heyecanı olmayan tarz, ya da gazinolarda okunan çok abartılı sesler. Ses espirisi tamamen ortadan kalktı. Ben bunun üzerine sağda solda dolaşırken bir baktım ki, camilerimizde harika seslere sahip hafızlar var. Fakat onların da müzik kültürleri yok. Çok güçlü sesler ama makam bilmiyorlar. Keşke imkanım olsa onlara eğitim verip bu müziği tekrar canlandırsam... Onun için bu hafız arkadaşlarla çalışmayı tercih ediyorum.
       
       - Gelecekte ne gibi projeler var?
       - Önce Nazım Hikmet konserinin kaydı var, sonra ‘La Banda A La Turca’ diye bir projem var. Ona ilişkin ilk konseri Beyrut’ta seslendirdim. Rebetiko çalışması var, İsmail Dede’nin Ferahfeza Saz Semasi var... ‘Osmanlı Davulları’ diye bir projem var; 15.-16.yy müziklerini canlandırmayı düşünüyoruz. Asıl o projede hafız arkadaşlarla sıkı biçimde çalışmamız gerekiyor.
       
       
       
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları