Home page

Haber Menüsü


Yazara e-mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
 
Scolari: Rakiplerden korkmuyoruz
 
Ben bu şampiyonada en çok, ev sahibi Portekiz’in hocası Scolari’nin ne yapacağını merak ediyorum. Scolari bu kez Brezilya’nın değil, 40 yıllık tarihi boyunca bu şampiyonada final oynamaya dahi hak kazanamamış bir ülkenin başında.
 
NTV-MSNBC
 
7 Haziran 2004—  Euro 2004’e sayılı günler kala futbolcular Dünya Kupası’ndan sonraki en şatafatlı vitrinde boy göstermeye hazırlanıyorlar. “Takım oyunu” falan bir yana, bu oyun, “oyun” olmaktan çıkalı beri (baksanıza; en basitinden, eskiden “Çakı gibi adam” denirdi; şimdi “Çakıcı’nın Adamı” falan denmeye başlandı!) hem futbolcular fiyatlarını birkaç milyon Eurocuk(!) artırmak için böyle bir turnuvayı 4 gözle bekliyorlar, hem de hocalar.

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Ben bu şampiyonada en çok, ev sahibi Portekiz’in hocası Scolari’nin ne yapacağını merak ediyorum. Dünya Şampiyonu olurkenki başarısını “Brezilya bu... Maçlara hocasız çıksa ne yazar?” deyip geçecek kadar küçümseyenlerden olmasam da, sambacıların “bench”ine oturmakla “samvar” bir avantajın da üzerine oturduğunu kabul ediyorum.
       Ama bu kez, 40 yıllık tarihi boyunca bu şampiyonada final oynamaya dahi hak kazanamamış bir ülkenin başında.
       Bir ara Şenol Güneş’ten boşalan yere de adı geçen Luiz Felipe Scolari’nin World Soccer’a verdiği röportajı görünce buraya aktarmadan edemedim.
       Portekizli futbolcular hakkındaki ilk izleniminiz ne oldu?
       
Portekizli oyuncular 2002 Dünya Kupası’ndan sonra adeta depresyona girmişlerdi. Bu ruhsal çöküntünün ortadan kalkması takım için verdiğim önceliklerin başında geliyordu ve bu konuda psikoloğumuzun önemi çok büyüktü. Böyle durumlarda futbolculara doğru şeyleri doğru zamanda ve doğru şekilde söylemeniz çok önemlidir. Harika oyuncularım var ve onların harika futbol oynamalarını arzu ediyorum.
       “Dünya Şampiyonu”nun hocası olduğunuz için sizden çok fazla şey bekleniyor olması üzerinizde baskı oluşturuyor mu?
       
Kesinlikle hayır. Brezilya ile Kore ve Japonya’ya gittik, oynadık ve kazandık. O kadar. O geride kaldı. O görevim tamamlandı. Ondan kaynaklanan ilave bir baskı yok çünkü bu yepyeni bir görev. Brezilya Ulusal Takımı’nın başına geçmeden önce de küçük bir kulüp takımını şampiyon yapmıştım. Onu da unutamam ama o bir sonraki görevim konusunda beni strese sokmadı.
       Sizce bu şampiyonanın favorileri kimler?
       
Bence 10 takım çok kuvvetli. Şampiyon bunlardan biri olur. Belki Fransa veya İspanya veya İtalya veya Almanya veya her kimse... Biz Portekiz olarak rakiplerimizin gücüne saygılıyız ama onlardan asla korkmuyoruz.
       Geçmişte şöyle bir durum olurdu: Portekiz, rakip ceza sahasına kadar harikalar yaratarak gelirdi ama gol atamazdı. Bunun üstesinden gelebilecek misiniz?
       
Umarım bu turnuvadan sonra bu yazgı değişmiş olur. Zaten bunun için çok çalışıyoruz. Aksi takdirde finallerde başarılı olamayız. Luis Figo’nun Real Madrid’de yaptıklarını görüyorsunuz; harikalar yaratıyor çünkü aynı zamanda kalpten oynuyor. Rui Costa da, Milan’da sezonun ortasına kadar kalbiyle ve canla başla oynuyordu. Milli takımda da oyuncularımdan bunu bekliyorum. Mesela Deco... Onun kalbiyle oynaması için ona bir şey verilemez; onun stili zaten öyle... Ulusal başarıya da bu şekilde ulaşacağız.
       Rakip takımların oyuncuları içinden en çok hayranlık duyduklarınız hangileri?
       
Bu zor bir soru. Belki Almanya’dan Michael Ballack, İtalya’dan Paolo Maldini. Evet Maldini’nin “oynamak istemiyorum” dediğini biliyorum; bence bir mahsuru yok! İlla genç birilerini saymam gerekirse; İspanya’dan Raul ve Fernando Torres, İtalya’dan Antonio Cassano, İngiltere’den Rooney ve Owen, Hollanda’dan Snejder ile Van der Vaart’ı sayabilirim.
       Kendi tarzınızı nasıl tarif ederdiniz?
       
Çok fazla bilimsel olmayan, iyi bir organizatör... Mümkün olduğu kadar basit ve oyuncularımla dost olmaya gayret ediyorum. Bence futbol çok basit bir oyun o yüzden de oyuncularımın futbolu bir bilim dalı gibi algılamalarını beklemem. Amerikan futbolu değil ki bu, 33 ayrı oyun öğretesiniz. 1-2-3... İşte o kadar. Futbol da ya kazanırsın ya berabere kalırsın ya da yenilirsin. Başka öğrenecek ne var ki?
       Sizin oyuncularınıza oyun içinde rol yapmalarını, galipken vakit geçirmelerini öğütlediğinize dair bir ününüz var; bu konuda ne düşünüyorsunuz?
       
Bunları yapmayan hoca var mı? Ben sadece gizlemiyorum; hele mikrofon burnuma uzatıldığında başka biriymiş gibi davranmaya hiç çalışmıyorum. Ben neysem öyle görünüyorum, o yüzden de bunlar benimle birlikte anılıyor, diğer hocalarla değil.
       Bir maç için kaç tür hazırlık yaparsınız?
       
Her maç öncesinde, rakibin mümkün olduğu kadar çok özelliğini mutlaka öğrenmeye çalışırım. Ancak maçtan önce bu bildiklerimin tümünü oyuncularımla paylaşmam. Her maç için mutlaka 2 veya 3 alternatif oyun planım vardır. Bir tanesinin işe yaramadığını gördüğümde hemen diğer alternatife geçmeye çalışırım.
       Brezilya’dan sonra Kuveyt’te çalıştınız; şimdi de Portekiz... Kolay adapte olabiliyor musunuz?
       
En büyük fark, yeni geldiğiniz ülkenin bazı özelliklerini tam bilmiyor oluşunuzdan kaynaklanıyor. İklim, yemek çeşitleri, kültür gibi... Ancak yaptığım iş açısından sahaya çıkınca bu iş her yerde aynı. Zaman alan şey ise takımdaki atletlerle, üstün kişilikte olanların özelliklerini bulup ortaya çıkarmak ve herkesten en uygun yerde yararlanabilmek. Oyuncuları kişilik özellikleriyle de tanımak çok önemli. Bunlardan sonra da o ülkenin kültürünü, kulüplerini ve resmi makamlarını öğrenmeye çabalıyorum.
       Sizi Portekiz takımında en çok ne şaşırttı?
       
İnanır mısınız, hiçbir şey. Aksine, ben bazı oyuncuları çok şaşırttım. Oyuncuların kimisi beklediğim gibi davranıyordu kimisi ise pek değil. Bu noktada psikoloğumuz Regina Brandao devreye giriyordu. Herkesin profilini detaylıca çıkartmış olması işimi çok kolaylaştırdı.
       Neden?
       
Değişik davranış biçimleri... Ben Latin Amerikalıyım ve antrenmanların neşe içinde geçmesini espri yapılmasını severim; futbolcularımın mutlu olduğunu görmek isterim. Burada futbolcuların yüzleri asık. Oysa Brezilya’da böyle alışmadım. Deplasmanlara giderken otobüslerde mutlaka müzik çalar. Futbolcular maça çıkacakları için çok mutludurlar çünkü orada, sahada kabiliyetlerini sergileme fırsatı bulacaklarını düşünürler. Bunun aksi, futbolcuyu strese sokmaktan başka bir şeye yaramaz zaten.
       Burada her maç çok ciddiye alınıyor; beni de ciddileştirdiler. Daha doğrusu neşe ile ciddiyeti biraz dengeledim. Ayrıca Brezilya’da futbolcular dini inançlarını dışa özgürce vururlar; burada ise oyuncular bunu mümkün olduğunca gizli tutmayı yeğliyorlar. Tamam, Portekiz’de hemen hemen tüm oyuncular Katolik, Brezilya’da ise neredeyse bir düzine din var... Ama buradaki oyuncuları da dini inançlarını rahat sergileme konusunda cesaretlendirmeye çalıştım.
       “Maçlardan önce ya da devre aralarında ayinler, dini törenler düzenledik” demiyorum ama insanın kendini huzurlu ve rahat hissetme biçimi neyse onu saklamamalı diye düşünüyorum. Bu gibi detaylar başarıya giden yolda önemli.
       İngiltere’nin futboldaki gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
       
Bence Sven Goran Eriksson müthiş bir iş beceriyor. İngiltere’nin oyun stilini değiştirdi. Herkes İngilizlerin kanatlardan ya da ortadan uzun pasla gole gittiğini bilirdi. Oysa o şimdi daha komple bir oyun tarzı deniyor. Hatta biraz daha Latin Amerikan tarzı futbol oynatıyor.
       Ya Hollanda?
       
Hollanda’nın ne zaman ne yapacağı pek belli olmuyor. Bazen oynadıkları mükemmel oyun karşısında ağzınız açık kalabiliyor bazen de neden bilinmez asıl gayeyi, kazanmayı bir kenara bırakacak kadar kendilerini kaybedebiliyorlar. Bunun sebebini pek bilemiyorum. Belki de medyadır sorumlusu; yeterince yardımcı olmuyorlardır.
       Buna benzer bir durumu ben de Brezilya’da yaşadım. Beni de güzel futbol oynatmıyorum diye çok eleştiriyorlardı ama ne medyayı, ne Pele’yi, ne de bu konuda yapıcı olmayan herhangi birisini pek takmadım, bana sokulmalarına pek müsaade etmedim. Çünkü ana amaç kazanmak, güzel oynamak değil. Ben futbol antrenörlüğünü bir işadamlığı gibi algılıyorum.
       Eskiden yani futbol bu kadar profesyonel olmadan evvel bu mevkide olsaydım belki ben de güzel futbola öncelik verirdim ama bugün öyle değil. Bugün futbol bir iş kolu.
       Galatasaray’la temas halinde olduğunuz söyleniyor, gerçeklik payı nedir?
       
Kulüpler, ulusal takımlar... Hepsine aynı şeyi söylüyorum. Şu anda Portekiz takımının başındayım ve Euro 2004’ün sonuna kadar sözleşmem var. Sonrası ne getirir bilemem. Ancak sözleşme süresinin sonuna gelindiğinde ailemle birlikte oturup geleceğimizi planlayacağız. O zamana kadar yapacak işim belli.
       ..................
       Hazır bu yazıyı Scolari’yle yapılan bir söyleşiye ayırdık; ilginç bulduğum ve ulusal takım hocalarıyla ilgili başka bir notu da size aktarmış olayım:
       Euro 2000’de yer alan 16 takımdan 15’inin (Belçika, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya, Norveç, Portekiz, Romanya, Slovenya, İspanya, Türkiye ve Yugoslavya) başındaki hocaların görevlerine son verildiğini biliyor muydunuz? Euro 2004’e kadar geçen 4 yıllık sürede sadece İsveç’in başındaki ‘co-coach’lar Tommy Soderberg ve Lars Lagerback yerinde kalabilmiş.
 
 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları
Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın
Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları