Home page
Haber Menüsü



Asya Kalkınma Bankası Başkanı Tadao Chino

 
Yoksulluk ve kalkınma bölgesi
Kişi başına düşen milli geliri dört yüz dolardan bin dolara getiren Çin, bu rüyayı gerçekleştirme adına kendinden çok daha avantajlı ülkeleri geçmenin ümitli beklentisini taşıyor.
İskender Özturanlı
NTV-MSNBC
    24 Mayıs 2004—  Asya Kalkınma Bankası 1966 yılında Manila’da kurulduğunda Filipinler bölgenin en zengin ülkesi olduğu için, tercih edilmiş. İnsan kaynağı ve ekonomik yapısı itibariyle Pasifik bölgesinin en gelişmiş ülkesiymiş. Filipinler, aradan geçen yıllar içinde bölgenin en yoksul ve istikrarsız ülkesi olmuştu.  

   
 
       
   
MSNBC News İskender Özturanlı: Büyük Uzakdoğu projesi
MSNBC News İskender Özturanlı: Yatırım olur, biz yatırıma gideriz
MSNBC News İskender Özturanlı: Vestel City? Ya Sonra...
MSNBC News İskender Özturanlı: Türkiye yalnız ülke
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Bölgenin istikrarlı bir finansal yapıya sahip olmasında, iyi yönetişim ilkelerinin geliştirilmesinde, finansal krizlerin rehabilitasyon dönemlerinde, büyüyen ve kentleşen bölge ülkelerinde yoksulluk ve eşitsizlik ile savaşma adına yürütülen projelerde, altyapı yatırımlarında teknik destek, danışmanlık ve fonlama adına büyük hizmetler ve liderlik yürüten Asya Kalkınma Bankası’nın (ADB) Başkanı Tadao Chino’ya bu soru yabancı bir gazeteci tarafından soruldu. Peki, ADB, Filipinler adına ne yaptı? Bu soruyu netlikle cevaplayamadı Chino.
       Görülen o ki, yirmi yıllık bir süre, bir ülkenin iniş ya da çıkış eğrisinde oldukça önemli bir yere sahip olabiliyor. Ülkelerin sadece analiz edilen rekabet güçleri ile değil, tamamen ekonomik gelişme ve kalkınma eğrisi ile bağıntılı, sosyal altyapı imkansızlıkları, yoksulluk ve eşitsizlik gibi temel problemleri var. Her ne kadar sosyal sonuçlar ekonomik gelişmişlik ile eş zamanlı çözülmese de, kuşakların birbirlerine geçtiği noktada, sürdürülebilir büyüme olarak tanımlanan kalkınma stratejisi yoksulluğun bertaraf edilmesi anlamına gelebiliyor.
       Ve açıkça görünen bir başka nokta da, gelişme ve kalkınma yoksulluk adına kimi problemleri en azından geçici duraklama momentumlarına itebiliyor.
        Esasında paradoksal gibi görünen bu durum kendi içinde bazı sorunlar taşıyor. Kapitalist gelişme, Uzakdoğu’da bizler ve Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi, yüksek enflasyonun yarattığı borçlanma baskısını bertaraf etme adına değil, üretim döngüsü üzerine kurulduğu ve global üretim şebekesinin kendi gelişimine şu veya bu şekilde etki ettiği için, üst yapısı ne olursa olsun o ülke yirmi yıllık dönemde kesin olarak sınıf atlıyor.
       Sanayisi, mali piyasaları, global sermaye ve hizmet ağlarını çekim merkezi olarak kullanabiliyor. Geliştirip uluslararası alanda tanıttığı kendi iç işleyişindeki başarı hikayesi onun kendi toplumu üzerindeki yoksulluk baskısını ortadan kaldırabiliyor.
       
KALKINMA YOKSULLUK ÖLÇEĞİNİ SİLİYOR
       Kalkınma yoksulluk ölçeğindeki kilometre taşlarını silip atıyor. Ortadoğu’nun yapamayıp Uzakdoğu’nun yaptığı da tamı tamına bu işte. Global üretim merdivenine oturmak, sonra adım adım basamak atlamak. Hummalı bir yükseliş ama denemeye de değer bir yükseliş.
       Altmışların Japonya’sı önce benzete benzete başladığı üretim merdiveninden yarattığı benzeme tekniklerini o kadar geliştirmişti ki, bir sonraki aşamada teknik buluşlara ulaştı ve bu onun ihracat gücünü muazzam katladı. Bu gelişmiş batı sanayilerini tehdit eden ilk model oldu. İş gücünün verimliliği ve fedakarlığı o kadar ileri ve etkiliydi ki, bu model daha sonra Kaizen, kalite çemberi gibi adlandırılmalarla bizzat batı tarafından taklit bile edildi. Bu verimli ama nispi olarak yoksul işgücünün bir jenerasyon sonrası şimdi, refah toplumunun az tüketen yaşlı kuşağının deflatif sıkıntılarıyla boğuşsa da; neticede kalkınma yoksulluğu daraltmayı başarmış oldu. Japonya, artık sanayileşmiş ülkeler liginde ve tabi ki yoksul bir ülke değil.
Asya Kalkınma Bankası toplantısına Japonya Maliye Bakanı Sadakazu Tanigaki (solda), Çin Maliye Bakanı Jin Renqi ve Güney Kore Maliye Bakanı Lee Hun-jai (sağda) de katıldı.

       O yıllarda, önceleri, büyüyen Japon sermayesinin artık üstlenmek istemediği işleri devralan, iç savaştan çıkmış, zenginlik ve gelişmişlik adına Türkiye ile kıyaslanmayacak derecede geride duran, yoksul bir tarım ülkesi olan Güney Kore ise bu gün birinci lige doğru geliyor. Taklit teknolojilerinden Samsung gibi Hyundai gibi artık teknolojiyi ‘öncülüğüne’ başlayan çokuluslu şirketleri ile Kore’de geldi oturdu buraya.
       Kalkındı ve yoksulluğu azaltma adına önemli mesafeler kat etti. Şimdi düzenlemelerini yapıyor.
       
İTİCİ GÜÇ ÇİN OLABİLİR Mİ?
       Gelelim Çin’e. Şu anda bu bayrağı Çin devraldı. Ancak, Çin’in her iki ülkeye kıyasla avantajlı ve dezavantajlı tarafları var.
       Bir kere Çin’in en büyük avantajı, kalkınma probleminin bir yerel ölçek ve yabancı sermaye çekebilme yeteneği, becerisini ve sürekliliğini bir realite olarak yaşamasında yer alıyor. Böylelikle Çin, kendini geliştiren gücü, bir soyut ve hayal ürünü detay olarak değil; yoksulluğu yenme adına global bir kapitalist üretim ölçeği, kendini sürekli ‘özendiren’ bir yerel kalkınma sürekliliği olduğunu anladı.
       Çin sosyalizminin yapamadığını, Çin kapitalizmi yapabilir miydi?
       Belki de evet. Burada hatırlatmam gerekiyor. Kalkınma aslında Marksist terminolojiden gelmiş bir kavram. Yoksulluğu yenmek adına yola çıkan sosyalizmin yapamadığını yoksulluğu kabul eden kapitalizm yenebilir miydi?
       Paradoksal olarak evet. Burada, soyut imaj tatmini ve yanılsamasına örnek olarak bizdeki “Eurovision bizde oldu. Ne güzel oldu. Bütün dünya bizi üç gün boyunca konuştu. Artık herkes İstanbul’u tanıdı. Daha çok turist gelecek. Üç günlük otel cirolarındaki geçici yükselişi bir kalıcı kalkınma dinamiği sanma” yanılsamasını örnek olarak verebilirim.
       Dünyada hiçbir turistik rezervasyon, ‘dört ay önce burada Eurovision oldu şimdi gidelim orayı ziyaret edelim’ diye yapılmıyor. Kore’de iki sene önce ‘Dünya Kupası oldu hadi gidelim orayı görelim’ diye kimse rezervasyon yaptırmıyor artık.
       Dünyada insanlar aralıksız üç yıldır sürekli Çin’i, konuşuyorlar. Şangay’ın, Pekin’in konuşulmadığı hiçbir organizasyon hatırlamıyorum. İmajlar yerine, kalıcı kalkınma dinamiği. İşte yeni dünyanın üretimdeki rekabetten daha önemli olan yeni rekabet anlayışı.
       Ancak gene de bu yoksulluğu çözecek sihirli anahtarı vermiyor kimseye.
       Her ne kadar, kişi başına düşen milli geliri dört yüz dolardan bin dolara getiren Çin, yaklaşık sekiz yüz milyon insanın günde bir dolardan aşağı bir gelir ile yaşadığı fakir bir ülke olma gerçeğini çözememiş olsa da, bu rüyayı gerçekleştirme adına kendinden çok daha avantajlı ülkeleri geçmenin ümitli beklentisini taşıyor.
Ekonomideki hızlı yükseliş, Çin'de yaşlı nüfusun yaşam koşullarında fazla değişikliğe neden olmamış görünüyor.
       Orada sorun, büyümenin getirdiği hızlı ve büyük kentleşme olgusunun yarattığı yoksulluk. Kaynakların sınırlanmasının getirdiği tehdidin ortadan kalkması ile çözülecek. Bunun için sürekli bir yatırım dinamiği ve alt yapı finansmanı gerekiyor.
       Ancak öte yandan, üretim bayrağını yoksul işgücü ile alan Çin giderek orta kademe teknolojilerin üst basamağına atlıyor. Öyle ki, Asian Wall Street Journal’da geçtiğimiz günlerde artık Çin’li şirketlerin Kore’li teknoloji şirketlerini satın almaya başladıkları ile ilgili bir haber bile vardı. Keza satın alma gücü paritesi çok yüksek. Şimdi onların önündeki zorluk alt yapı finansmanı için kaynağı Batı’dan alabilmek. Bunun için iyi yönetişim, şeffaflık ve ulusal bankaların aracılık rolünü oynayabilmeleri için kurumsallık ve hukuk gerekiyor.
       Eğer bu sorun da aşılırsa bir yirmi yıllık periyot sonrası bakalım bizden sonra gelenler neleri konuşacak.
       Biz sürekli konuşan ama yapamayanlar bakalım hangi basamakta duracağız.
       
KİRLİLİK EKONOMİSİ KAPIDA
       Kent çeperlerinde giderek kabaran yoksulluk tehdidini politik söylem hangi ekonomik itkiyle açıklayacak acaba. Yazının başlığındaki Chino’ya sorulan soruyu ben de akşam kaldığım otelde muhteşem zenci gırtlağıyla şarkı söyleyen Filipinli kız ile, eşlikçisi elektronik klavye sihirbazı gence sordum.
        “Kirlenme” diye yanıtladılar tek kelimeyle.
        Bana öyle geliyor ki, kirlenme yoksulluğu arttırıyor kuşkusuz arttırmasına ama, ama asıl bir ülke yoksullaşınca kirlilik ekonomisinden başka bir şey kalmıyor ortada.
        Ülkeler ve şehirler o kadar hızlı bir dışa açılma ihtiyacı içindeler ki, kazara bir iki yıl kendileriyle kalsalar, yerel endişeleriyle avunsalar; orada yoksulluk ve kirlenme kapasitesi, zayıf siyasetçi tipi, geçiştirici bürokrat at koşturuveriyor.
       Orası yanılsamalar, yalan zenginlikler ve şizoid korkular diyarı oluveriyor.
 
       
    TOP5 Bankaların kara tahtaları siliniyor  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları