| | | | |
|
Ülkenin tarihini incelediğimizde Japon ekonomisinin dönem dönem büyük çöküşlere uğradığını, ancak bu çöküşlerden sonra güneşin tekrar yükselerek Japonyanın tekrar bir ekonomik güç haline geldiğini görüyoruz.
Her ülkenin ekonomisi inişler çıkışlar yaşar, ancak Japonyada inişlerin de çıkışların da boyutu büyük olmuştur.
Japon ekonomisinin yükselişi anlatılırken genellikle konuya 2. Dünya Savaşı sonrasından başlanır ve ülkenin kısa bir süre içerisinde nasıl kalkınarak dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline geldiği izah edilir. Ne var ki, Japon ekonomisini tam olarak anlayabilmek için daha gerilere gitmek gerekiyor.
30 ve daha üstü yaşlarda olanlar 1980lerin başlarında tüm Türkiyeyi tek kanallı televizyonlarımızın başına çivilemiş olan Şogun dizisini hatırlayacaklardır. Richard Chamberlainin oynadığı Anjin-san, gerçek bir tarihi karakteri canlandırıyordu. 1600 yılında William Adams adındaki bir İngiliz denizcisi, içinde bulunduğu Hollanda gemisi Japonya açıklarında kaza geçirince mecburen bu ülkeye yerleşmiş ve kısa zamanda Şogun Tokugava İeyasunun sağ kolu olarak samuray ünvanını kazanmıştı. O dönemlerde Japonya, Batı ile tanışıyor, kapılarını İngiliz, Portekiz, Hollandalı ve İspanyol tüccarlara açıyordu.
1634 yılında Japonya, dış dünyaya tüm kapılarını kapattı. Ülkede faaliyet gösteren tüccarların ve misyonerlerin ajan oldukları ve Avrupalıların istilası için hazırlık yaptıkları düşüncesiyle tüm yabancılar ülkeden sınırdışı edildiler ve kapılar yaklaşık 250 yıl boyunca kapalı kaldı. Bu dönemde Japon ekonomisi, tarıma dayalı olmakla birlikte ülkedeki hayat standartları ve teknoloji Batının hiç de gerisinde değildi.
Ne var ki, kapalı kapılar, 19. yüzyılda Sanayi Devriminin Japonyaya girmesine mani oldular. Bu dönemde Batı ülkeleri teknolojik açıdan Japonyayı geride bıraksalar da, Japonya yine de dünyanın büyük güçlerinden birisi konumundaydı.
Dünyanın en büyük şehirlerinden üç tanesi Japonyada bulunuyor ve sadece Edoda (bugünkü Tokyo) bir milyonun üzerinde nüfus yaşıyordu. Eğitim, kültür ve sanat açısından da Japonya dünyanın önde gelen ülkelerinden birisiydi.
ZORLA DA OLSA BATIYA AÇILMA
Japonya, Sanayi Devrimini yaşayamasa da ekonomik gelişimini sürdürdü. Bunun sonucu da Şogunun açmadığı kapıların Çinde olduğu gibi Batılılar tarafından zor kullanarak açılması oldu. 1853 yılının 8 Temmuz günü ABD Donanmasından Komodor Matthew Perry, dört savaş gemisiyle Edo Limanına demirledi ve toplarını şehre doğrultarak Japon pazarının Batı ile ticarete açılmasını talep etti.
Perrynin ziyaretini takip eden beş yıl içerisinde Japonya, başta ABD olmak üzere birçok ülkeyle diplomatik ilişkiler kurdu ve ticaret anlaşmaları imzaladı.
Batı ile etkileşim, Japonyada birçok dengeyi değiştirdi. 1868 yılında başlayan Meiji Restorasyonu sürecinde şogunluk kaldırılarak tekrar imparatorluk sistemine geçildi; Batının hukuk sitemi ve kurumları benimsendi ve hepsinden de önemlisi feodal sistem kaldırıldı. Bu dönemde gerçekleştirilen reformların ekonomiye yansımasını, tarihsel istatistiklerde de görebiliriz. Japon GSYİHsi Restorasyondan önceki 50 yıl içerisinde sağlamış olduğu büyümeyi, Restorasyondan sonra 10 yıl içerisinde tekrarladı.
1820 ile 1870 arasında yılda ortalama yüzde 0.41 oranında büyüyen Japon ekonomisi, 1870den sonra 1. Dünya Savaşına kadar olan dönemde, bu dönemin önemli bir kısmını Rusya ve Çinle savaşarak geçirmesine rağmen, yüzde 2.44lük bir ortalama büyüme oranı tutturdu.
Japonya, 1. Dünya Savaşından galip çıkan devletler arasındaydı. Ancak savaş sonrası yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik buhran, Japonyayı da vurdu. Güneşin tekrar yükselmesi uzun sürmedi. 1930 yılında yüzde 8 oranında küçülen Japon ekonomisi, ilerleyen yıllarda hızla toparlanmaya başladı ve 2. Dünya Savaşının başladığı 1939 yılında 1. Dünya Savaşının sona erdiği 1918 yılına göre 2.2 katı büyüklüğe ulaşmıştı. Bu dönemdeki büyümenin en önemli sebebi, Japonyada askeri liderlerin yönetimde ağırlıklarını artırmaları ve Japonyanın agresif ve genişlemeci bir tutuma girerek (Japonya, 1931de Mançuryayı ve 1937de Çini işgal etti; 1936da Nazi Almanyası ile bir pakt oluşturdu) ekonomisini de savaş hazırlığı sürecine sokmasıdır.
2. Dünya Savaşının Japonya için faturası, 3 milyon ölü, atom bombası ile yerle bir edilmiş iki şehir ve yüzde 50ye yakın bir ekonomik küçülme oldu. Ülke, sanayi üretim kapasitesini ve altyapısı büyük ölçüde yitirmişti.
Savaş sonrasında Japon ekonomisi süratli bir toparlanma sürecine girdi. 1952 yılına kadar Müttefiklerin yönetiminde kalan ve daha sonra hükümranlığını yeniden kazanan Japonyanın kısa bir süre içerisinde savaşın yıkıntılarından dünyanın en gelişmiş ekonomilerinden birisini yaratması, güneşin tekrar yükselmesi oldukça göz alıcıdır. Bu süreci dört bölümde inceleyebiliriz.
1945-1953 dönemi, yaraların sarıldığı dönemdi. 1953 yılında Japon ekonomisi, savaş öncesindeki büyüklüğüne ulaştı. Bu dönemde sanayinin itici gücü, Kore Savaşı nedeniyle ABDnin Silahlı Kuvvetleri tarafından verilen büyük ölçekli siparişler oldu. Bir yandan halkın acil ihtiyaçları giderilmeye çalışılırken, diğer yandan da modern bir ekonomik yapının temelleri atılmaya başlandı. Hükümetin uyguladığı ABD destekli mali ve parasal politikalar sayesinde ekonomi istikrarlı bir çizgiye oturdu ve yatırımların yapılabilmesi için gerekli zemin sağlanmış oldu.
JAPON MUCİZESİ
1953ten sonraki yirmi yıllık dönem ise Japon Mucizesi olarak adlandırılan hızlı büyüme dönemidir. Ortalama yıllık büyümenin yüzde 9.29 olduğu bu dönemde devlet, özel sektörle el ele vererek ihracata dayalı bir büyüme stratejisi benimsedi. Devlet imalat sanayii lehine kaynak tahsis etmek amacıyla piyasalara müdahale ediyor ve halkın tasarruf etmesini teşvik eden uygulamalar sayesinde de sanayi için ihtiyaç duyulan finansman kaynakları ucuz bir şekilde temin ediliyordu.
Bu dönemde sanayi politikaları Bebek endüstri (infant industry) teorisi temel alınarak şekillendirildi. Buna göre Japonyanın rekabet avantajına sahip olduğu sektörler belirlenerek, bu sektörlerin gelişip büyümelerini temin etmek amacıyla korumacı önlemler uygulandı. Bu önlemler daha çok tarife ve kota kısıtlamaları şeklindeydi. Bebek endüstri teorisi uyarınca söz konusu sektörler geliştikçe korumacı önlemler de azaltıldı. Örneğin otomotiv sektöründe 1960 yılında yüzde 40 olan tarife oranı, 1978 yılına kadar kademeli olarak sıfıra indirildi.
|
|
| Tokyo, dünyanın nüfus yoğunluğu en yüksek kentlerinden biri olurken; evine ulaşmak isteyenlerin trafiği metrolarda yoğunluğa neden oluyor.
| |
Japonyanın Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı, bu süreç içerisinde bir nevi orkestra şefi rolünü oynadı. Firmaların rekabet güçlerini artırmak amacıyla aynı alanda faal olan firmaların birleşmesi teşvik edildi.
Bununla beraber, keiretsu olarak anılan ve bir banka etrafında değişik sektörlerde faaliyet gösteren şirketleri bir araya getiren bizdeki holding benzeri oluşumlar da sanayinin gelişmesinde büyük rol oynadı. Bugün bu sistem Japonyada ve birçok Doğu Asya ülkesinde sıkıntılar yaratmaktaysa da o dönemde aynı grup içerisindeki bir şirketin diğer bir şirketi finanse edebilmesi oldukça faydalı oldu.
1973-1990 arasındaki dönem ise Japon ekonomisindeki hızlı büyümenin yavaşladığı dönemdir. Bir önceki dönemde Japonya, süratle yukarıya tırmanmıştı, bu dönemde ise yukarıdaki yerini sağlamlaştırdı. Japonya, artık sanayileşmiş bir ülkeydi. Japon malları tüm dünyada büyük talep görüyor ve ticaret fazlası da gittikçe artıyordu. Bu dönemin belirleyici olayları 1973 ve 1979 yıllarındaki petrol krizleri oldu. Enerji ihtiyacı için tamamen ithalata bağımlı olan Japonya, petrol fiyatlarındaki artış nedeniyle fazla enerji girdisi gerektiren ağır sanayi dallarından çok yüksek teknoloji ürünlerinin imalatına yöneldi.
BALON EKONOMİSİ
Bu dönemin diğer önemli bir özelliği de Yenin sürekli olarak değer kazanmasıydı. 1949 ile 1971 yılları arasında 1 Dolar = 360 Yen olarak sabitlenmiş olan kur, daha sonra serbest bırakıldı.
1980li yıllara gelindiğinde ABDnin ticaret açığı iyice büyümüştü ve ABD doların değerini düşürmek ve ticaret açığını azaltmak istiyordu. Bu amaçla 1985 yılında ABD, Fransa, Almanya, İngiltere ve Japonya arasında imzalanan Plaza Anlaşması ile Japonya, iç piyasasını yabancı mal ve hizmetlere açmayı, para politikalarını gevşetmeyi, mali politikaları bütçe açığını azaltmayı hedefleyecek şekilde belirlemeyi, Yenin Japon ekonomisinin gerçek gücünü yansıtacak şekilde finans piyasalarının serbestleştirilmesini ve kredi piyasalarını büyüterek iç talebin artırılmasını kabul etti. Bu önlemlerin sonucunda Yenin değeri 1988 yılında 1 dolar = 128 Yene kadar yükseldi. Krediler artırıldı, ancak bu krediler daha çok spekülatif amaçlı yatırımlara verildi.
|
|
|
|
| |
Hisse senedi ve gayri menkul piyasasında fiyatlar suni bir şekilde ve büyük bir süratle artmaya başlamış ve Japon ekonomisinde bir balon (bubble) oluşmuştu.
Bu balon, 1990 yılında patladı ve Japon ekonomisi 2000li yıllara kadar uzanan bir durgunluk dönemine girdi. Bu dönem, Japon ekonomisinin kayıp yılları olarak nitelendiriliyor. Nitekim, 1990dan beri Japon GSYİHsinin yıllık ortalama büyümesi yüzde 1in üzerine çıkamadı. Alınan krediler ödenemeyince şirket iflasları arttı, 1990da yüzde 2 olan işsizlik oranı 2003 yılında yüzde 5.5e yükseldi.
Japon ekonomisinin uzun süre durgunluk yaşamasının başlıca sebebi, ekonominin motoru olması gereken iç talebin bir türlü canlanamamasıdır. Hızlı büyümünde döneminde sanayinin finasnamnı için ihtiyaç duyulan tasarruflar, şu anda olumsuz bir etki yaratıyor. Halk, tüketim yerine tasarrufu tercih ediyor ve bu nedenle ekonominin motoru, benzinsiz kalıyor. Tüketim yerine tasarrufun tercih edilmesi de halkın duyduğu güvensizlik. İşsizliğin arttığı, bankacılık sisteminin içinde bulunduğu durumun düzeltilemediği, iç borçların oranının GSYİHnin 140ına ulaştığı bir ülkede bu güvensizliğin sebebini anlamak zor değil.
Japon ekonomisi 13 yıldır karanlığın içerisinde. Ancak son veriler, güneşin tekrar yükselmeye başladığını gösteriyor. 2003 yılının son çeyreğinde Japon ekonomisi, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 6.4lük bir büyüme kaydetti. Bu oran, ABD için yüzde 4.1, İngiltere için yüzde 3.8, Euro bölgesi için ise sadece yüzde 1.2.
Japon ekonomisinin bugünkü durumunu gelecek haftaki yazımızda inceleyeceğiz. Ancak bir noktayı unutmamak gerekiyor. Japonya bir ilktir.
|
|
| Japonya Başbakanı Junichiro Koizumi, yaptığı reformlara karşılık ekonomiyi yeterince canlandıramadı.
| |
Modern dünyada, kalkınmış bir ülke olabilmek için, zengin bir ülke olabilmek için Avrupalı ya da Amerikalı olmak gerekmediğini ispatlayan ilk ülkedir. Asyada daha sonra gelişen Kore, Singapur, Hong Kong gibi ekonomiler, Japonyanın izinden gitmişlerdir. Şu anda Çinin yaptığı da budur.
Bu nedenle küreselleşen dünyanın değişen ekonomik dengelerinde Çine ya da başka herhangi bir bölgeye bakarak, Japonyayı kaybolan yılları nedeniyle denklemin dışında tutmak fevkalade yanlış bir yaklaşım olacaktır. | |
|