|
Evet, Porto Rikoyu geçmeliydik, ama son saniyede giden Brezilya maçına çok fazla yanmayalım; çünkü galibiyet, çemberden sekip bize de gelebilirdi. O zaman da sadece, Hidayet ve Mirsadın double-doublea çok yakın performansları, Mehmet ve Kayanın mucize ribaundları veya takımın toplu savunması aklımızda kalacaktı. Sonuç kadar oyunu ve çabayı da hatırlamayı unutmayalım... Şimdi iki yenilgi ve bir Lübnan galibiyeti cebimizde, daha zorlu olacağı kesin ikinci aşamaya ürkek ve gözümüz arkada gidiyoruz. Amerikalılar böyle durumlarda: Dont forget your second wind, (Saklı gücünüzü/enerjinizi hatırlayın ve kullanın) derler. Eğer ilk maçların biriktirdiği olumsuz duygusal safrayı, bir sonraki aşamaya beraberimizde taşırsak işimiz çok daha zorlaşır. Ayrıntılardan önce turnuvayla ilgili bir iki genel yorum: ABD, basketbolun Mekkesi ama tahmin ettiğimiz gibi, bu ülkenin basını ve halkı, Indianapolisteki organizasyona biraz kayıtsız. Otuz bin kişilik salonlar hayli fiyakalı, ama seyirciyi ara ki göresin, duyasın...Turnuva Avrupada düzenlenseydi maçların atmosferi çok daha farklı olurdu. TV yayınları ise istatistik açıdan zayıf. Ancak ilk defa basketbol yayımlayan bir kanalda hoş görülecek, üç beş tane yasak savan rakam var, o kadar. Faul sayılarını öğrenmek için spikerin elinizden tutması gerekiyor. İstediğimiz de öyle ultra-analizli, masajlanmış rakamlar değil; temel takım göstergelerinin yüzdelerini ve oyuncu performanslarını verseler yeter. EKOLÜMÜZ NE ALEMDE? Henüz ekol kıvamında olmasa da, olumlu ve iyileştirme ihtiyacı olan taraflarıyla, basketbol tarzımız bu turnuvada da kendisini tekrarlıyor. Saçlar da forma gibi olunca, oyuncuları, bu tanıdık özelliklerden daha kolay izleyebiliyoruz: Hani öğretmenlerin: Çocuğunuz çok zeki, ama çalışmıyor dedikleri gibi; biz de içeriden oynamayı sevmiyoruz. Molalar sonrası koç zoruyla boyalı alana, eğreti bir iki top geçiriyoruz, sonra, yine el üstünden dış şut... Pivotlarımız da kendilerine emanet verilen topları bir iki kere kaçırınca, üçüncü defa denemiyorlar. Neyseki eli düzgün şutörlerimiz diğer takımlara oranla daha fazla ve kaliteli, ama işler son periyotlara sıkışınca, baskı karşısında şut bulmak zorlaşıyor. Brezilya ve Porto Rikonun yaptığı gibi, karga tulumba savunmaların en kolay baş edebildiği hücum tarzı şuta dayalı setler oldu. Faulleri daha akıllı yapmalıyız. Ya bırakacaksınız rahat bir 2 sayı atacak, ya da faul, sportmenlik dışı olmadan, oyuncuyu toptan ayıracak! Sadece maçın son bölümünü değil, tüm periyotların son iki dakikasını daha iyi oynamalıyız. İlk iki maçta son 20 saniyelerde acemice basketler yedik. Porto Riko maçının ilk yarı sonunda, Christian Dalmauya hediye ettiğimiz 20 metrelik mucize buzzer beater biraz dikkat ile önlenebilirdi. Bir üçlük, önemsiz gibi geliyor, ama bu basket, adamların soyunma odasına zafer çığlıkları eşliğinde gitmelerini sağladı. Brezilya karşılaşmasında ise son pozisyonu kullanacağı kesin olan Machadonun karşısına, neden bu oyuncuyu uzun süre kilitleyen Hidayet değil de Mirsad geçti? Hidayet bu takımın go-to guyı (lider, yıldız oyuncu) olmayı hak ediyor. Ama sürekli isolation play oynayınca, savunulması daha basit bir yıldız haline geliyor. Hücum setlerinde tüm oyuncuların hareketli olması Hidayetin işini kolaylaştıracak. Mirsad ve Kaya ise her zamanki gibi takımın sağlam, savunma direkleri. Mehmet, Lübnan maçı haricinde, gereğinden fazla gergin gibiydi. Hüseyin ve İbrahime ise çok yüklenemeyiz; birisi geçen sezonu çok az maçla geçirdi ve sakatlıktan yeni çıktı, diğeri ise kırık bir burunla turnuva oynayacak kadar cesur ve özverili. İLGİYİ ABARTTIK MI? Acaba halkın iyi niyetli desteği ve ilgisi oyuncular üzerinde gereksiz bir baskı mı yaratıyor? Her aktivitede olduğu gibi, sporda da performansınız, kapasitenizle, elinizdeki görevin zorluk derecesinin karşılaştırmasına bağlıdır. Eğer görev, kapasitenize göre daha kolaysa, sıkılırsınız. Daha zor ise endişelenirsiniz. En heyecanlı yer ise görevin, potansiyelinizden biraz daha zor olduğu ince bir bant üzerindedir. İşte motivasyon, dikkat ve kendini aşma tam bu bölgede gerçekleşir. Her yeni deneyim, kapasitenizi dolayısıyla başarabileceklerinizin zorluk derecesini daha da yukarıya taşır. Sporcularımızın bu turnuvadaki kapasiteleri tam sözünü ettiğimiz bölgede. Ancak, Türk sporcular, başka uluslardan bireyler gibi soğuk profesyonel değiller; iyi kullanılabilirse bir avantaj olabilen bu özellik, genellikle iki tarafı da kesen bıçak gibidir. Oyuncuları her turnuvaya milletimiz sizden galibiyet ve zafer bekliyor sloganıyla taşıdığınızda, ister istemez, takımınızı kazanmak için değil kaybetmemek için oynamaya yönlendirirsiniz ve sözünü ettiğimiz çizginin endişe tarafına düşebilirler. Acaba bu ilginin dozunu doğru ayarlayabiliyor muyuz? BRAVO BEYLER! Ayrıca, turnuvalar çok pahalı deneyim fırsatlarıdır. Aynı ilk beşle bir sonraki Avrupa Şampiyonasına katılacağız ve takım en az eleştiriler kadar övgüyü de hak ediyor; bu maçlar, onların hafızalarında unutulması gereken mahcubiyet anları yerine, yeni şeyler öğrenip, kendilerini geliştirdikleri deneyimler olarak kalmalı. Normalde basketbol meraklısı olmayan bir arkadaşım, Brezilya maçından hemen sonra telefonuma boynu bükük bir dayanışma mesajı göndermiş: Maçı ben de seyrettim, asabım bozuldu. Mesaj, beni kendime getirdi ve tekrar düşünüp bir yerde hata yaptığımızı anladım; Fark ettim ki aslında çok zevkli geçen bu karşılaşmayı, yabancı bir ülkenin basketbolseveri olarak izleseydim, aklımda Türk takımının müthiş performansı ve sevimli seyircisi kalacaktı. Belki de; benim takımım neden bu turnuvada değil diye iç çekecektim. Gelin en azından Brezilya yenilgisini, farklı bir açıdan yorumlayalım: Ne maçtı ama. Bravo beyler!... | ||||
|
|||||||
Spor Kapak | Futbol | EURO2000 | World2000 | Basketbol | NBA | Formula1 | Motor Sporları Tenis | Olimpiyat | Diğer | Foto Galeri | Yardım | Araçlar | Arama |Bize Yazın Reklam | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||